İFLAS:
İflas,
borçlarını ödeyecek durumda olmayan kişi veya kuruluşların, borçlarından kısmen
veya tamamen kurtulma talebinde bulunabilecekleri bir yasal süreçtir. İflas
hukukunda temel amaç, bir veya birkaç alacaklının değil; tüm alacaklıların
borçlunun malvarlığı üzerinden tatmin edilmesidir. Alacaklının, borçlu aleyhine
takip yapıp yapmadığına bakılmaksızın borçlunun haczi kabil malvarlığı,
alacaklıların alacaklarına tahsis edilmektedir. İflas talebi, alacaklı
tarafından gerçekleştirilebileceği gibi borçlunun da kendi iflasını talep
etmesi mümkündür. Ancak bu talebin gerçekleştirilmesi için borçlunun iflasa
tabi kişilerden olması gerekmektedir.
İFLASA
TABİ KİŞİLER:
Borçlunun
iflasa tabi kişilerden olması hususu, mahkemece re ’sen araştırılmaktadır. İİK.
m.43 uyarınca iflasa tabi kişiler;
“İflas
yolu ile takip, ancak Ticaret Kanunu gereğince tacir sayılan veya tacirler
hakkındaki hükümlere tabi bulunanlar ile özel kanunlarına göre tacir
olmadıkları halde iflasa tabi bulundukları bildirilen hakiki veya hükmi
şahıslar hakkında yapılır.”
Kanunda
düzenlenmiş olan tacir kişiler kapsamında, gerçek kişi ve tüzel kişiler
arasında bir ayrım bulunmamaktadır. Tüzel kişi tacirler kategorisinde yer alan
ticaret şirketleri; kolektif, komandit şirketler, sermaye şirketi olarak anılan
anonim, limited şirketleri ve kooperatif şirketlerden ibarettir (TTK m.124).
SERMAYE
ŞİRKETLERİNİN İFLASI:
Sermaye
şirketleri, itibarını sermayesi ve yönetiminden alan ve ortakların şirketteki
paylarının kişisel olmadığı şirket türüdür. Sermaye şirketleri; anonim, limited
ve sermayesi paylara bölünmüş (hisseli) olarak üçe ayrılmaktadır. Sermaye
şirketlerinin pasiflerinin aktifinden fazla olması durumunda borca batıklık
meydana gelmekte ve böyle bir durumun ortaya çıkması halinde, ilgili şirketin
iflasının talep edilmesi gerekmektedir. Bu husus İİK. m. 179’ da
düzenlenmiştir;
İİK.
m. 179 Sermaye Şirketleri ve Kooperatiflerin İflası
“Sermaye
şirketleri ile kooperatiflerin, aktiflerin muhtemel satış fiyatları üzerinden
düzenlenen ara bilançoya göre borca batık olduğu idare ve temsil ile
vazifelendirilmiş kimseler veya şirket ya da kooperatif tasfiye hâlinde ise
tasfiye memurları veya bir alacaklı tarafından beyan ve mahkemece tespit
edilirse, önceden takibe hacet kalmaksızın bunların iflâsına karar verilir.”
Şirketin
iflasını talep edebilecek durumda olan kişilerin, borca batıklık durumuna
rağmen şirketin iflasını talep etmemesi, kanunda suç olarak düzenlenmiştir.
Borca batıklık durumunun ortaya çıkması ile şirketin iflasının talep edilmesi,
iflas talebinde bulunabilecek kişilerin tercihine bırakılmamış, bu kişiler
iflası talep etmeye zorunlu kılınmıştır.
SERMAYE
ŞİRKETLERİNİN İFLASINI İSTEMEME SUÇU:
Borca
batıklık durumu içinde olan borçlu şirket ya da kooperatifin bu durumdayken
normal faaliyetine devam etmesi halinde, vadesi henüz gelmemiş alacaklıların
veya borçlu şirketin borca batıklık durumunu bilmeden, ona borç verecek olanların
hakları tehlikeye girebilir. Aşağıda düzenlenmiş olan hükümle, bu gibi
tehlikelerin giderilmesi amaçlanmaktadır. [1]
İİK.
m. 345/a Sermaye Şirketlerinin İflasını İstemek Mecburiyetinde Olanların Cezası
“İdare
ve temsil ile görevlendirilmiş kimseler veya tasfiye memurları, 179 uncu
maddeye göre şirketin mevcudunun borçlarını karşılamadığını bildirerek şirketin
iflasını istemezlerse, alacaklılardan birinin şikâyeti üzerine, on günden üç
aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
SUÇUN
ŞİKAYETİNDE HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRELERİN BAŞLANGICI:
Sermaye
şirketlerinin iflasının istenmemesi suçu, şikâyete tabi bir suçtur. Bu suçun
bir dava konusu olması, alacaklının şikâyetine bağlıdır. İlgili suçta şikâyet
süresi, İİK. m. 347 uyarınca; fiilin öğrenildiği tarihten itibaren üç ay ve her
halde fiilin işlendiği tarihten itibaren bir yıl geçmekle düşmektedir. Üç ay ve
bir yıllık bu süreler, hak düşürücü süre olarak düzenlenmiştir. Bazı durumlarda
ilgili suç kapsamında görülen davalarda alınan bilirkişi raporları, haciz
tutanakları doğrultusunda, şirketin iflas durumunun bir yıllık hak düşürücü
süreden daha önce ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Suçun ortaya çıktığını
bilmesi mümkün olmayan alacaklının alınan bu raporlar, tutanaklar doğrultusunda,
suçun işlendiği tarihi rapor ve tutanaklar aracılığıyla öğrenmesine rağmen hak
düşürücü sürelerin geçmiş olmasına dayanarak şikâyet hakkının düşürülmesi,
alacaklıların haklarını ihlal etmektedir.
Alacaklıların
haklarının ihlalinin önüne geçmek amacıyla Yargıtay çeşitli kararlarında,
müştekinin haciz talebinde bulunması, taksitlendirme talebini içeren dilekçeyi
tebellüğ etmesi, icra dosyasında talepte bulunması, bilirkişi raporlarının
kendisine tebliğ edilmesi, dosyadan parayı alması gibi durumları fiilin
öğrenildiği tarih olarak kabul etmektedir. [2]
Yukarıda
da belirtildiği üzere, İcra-İflas suçlarında şikâyet süresi, “fiilin işlendiği
tarihten” ve/veya “fiilin öğrenildiği tarihten” itibaren başlamaktadır. Bu sürelerin
hangi tarihin esas alınarak başlayacağına dair çeşitli kaynaklarda düzenlenen
ifadeler şu şekildedir;
“Şikayetçinin disiplinsizlik eylemini
veya suçu ne zaman öğrendiğine ilişkin icra dosyasında herhangi bir bilgi ve
belge yoksa veya herhangi bir şekilde öğrenme tarihi belirlenemiyorsa
müştekinin, suçu öğrendiğini söylediği tarihte öğrenmenin gerçekleştiği ve
şikayetin süresinde olduğu kabul olunur.” [3]
Yukarıda
yer alan ibarelere bakıldığında, öğrenme tarihlerinin esas alınacağı işlemler
ve bu işlemlere dayanarak şikâyetin süresinde yapıldığının kabul edilmesi
gerektiği düzenlenmektedir.
Bu
konuda Yargıtay’ın da bazı kararları şu şekildedir;
“Şikayetin
İİK'nın 347. maddesinde öngörülen üç aylık süreden sonra yapıldığı gerekçesiyle
müştekinin şikayet hakkının düşürülmesine karar verilmesi yasaya aykırıdır.
Şöyle ki müşteki vekilinin … tarihinde icra dosyasında işlem yapmak suretiyle
sadece ödeme emrinin borçluya tebliğini öğrenmiş olup, tebligat parçasına göre
borçlu şirketin borcu ödeme gücüne sahip olup olmadığını öğrendiğinin kabulü
doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Yürürlükte bulunan Türk Ticaret Kanunu
hükümlerine göre üçüncü şahsın şirketin mali durumunu haricen bilmesi mümkün
olmadığına göre, İİK'nın 347. maddesindeki üç aylık şikayet süresini,
alacaklının borçlu şirketin borcu ödeme gücünün bulunduğunu öğrendiği tarihten
itibaren üç aylık, takibin kesinleştiği tarihten itibaren de her halde bir
yıllık şikayet süresinin yürütülmesi gerektiği kabul edilmelidir. Dosya
kapsamına göre alacaklı vekilinin borçlu şirketin borcu ödeme gücünün olduğunu
öğrendiğine dair bir bilginin bulunmaması karşısında, 21.11.2007 tarihinde
yapılan şikayetin, bir yıllık süre içerisinde yapılması nedeniyle süresinde
olduğunun kabulü gerektiğinden…”
Yukarıdaki
karara istinaden suçun oluşması için, suçun maddi unsurlarından olan borçlu
aleyhinde kesinleşmiş bir takibin varlığı gerekmektedir. Borçlu aleyhine
yapılan takibin kesinleşmesi için, borçlunun takibe itiraz etmemesi veya itiraz
etmesi halinde, alacaklı tarafından bu itirazın kaldırılması yönünde dava ikame
edilmesi gerekmektedir. Takibin kesinleşmesi süreci, davaların da işin içine
girdiği takdirde fiilin işlenmesinden itibaren 1 yıllık şikâyet sürecinden
sonraki tarihlerde de sonuçlanmaktadır. Bu sebeple fiilin işlendiği tarihten
itibaren bir yıllık süreçte suçun işlendiğinin öğrenilmesinin mümkün olmadığı
veya olamayacağı hallerde bu bir yıllık sürenin takibin kesinleştiği tarihten
itibaren işlemeye başlayacağı uygulamada kabul görmektedir.
Sonuç
olarak;
Sermaye
şirketlerinin iflasının istenmemesi suçu ve kanunda düzenlenmiş olan benzeri
suçlarda hak düşürücü süreler, şikâyetin fiilin öğrenildiği tarihten itibaren
üç ay ve her halde fiilin işlenmesinden itibaren bir yıl olarak düzenlemiş olsa
da Yargıtay’ın çeşitli kararlarında ve uygulamada hak kaybını önlemek amacıyla
bir yıllık sürenin, her türlü fiilin işlenmesinden itibaren değil, takibin
kesinleşmesi gibi durumlardan itibaren başlayacağı kabul görmektedir.
Stj.
Av. Mehmet Çağrı Telligözoğlu
Kaynakça:
1.
Mahmut Coşkun, İcra İflas Suçları Disiplinsizlik Eylemleri ve Yargılama Usulü,
Ankara: Seçkin Yayıncılık, s. 155.
2.
– 3. Mahmut Coşkun, İcra İflas Suçları
Disiplinsizlik Eylemleri ve Yargılama Usulü, Ankara: Seçkin Yayıncılık, s. 313.
Kararlar
Yargıtay
16. Hukuk Dairesi 09.02.2012 Tarihli 2011/8656 E. – 2012/992 K. Sayılı Kararı