BİZ DEMİŞTİK…
Nemrut’un ülkesinde yaşıyoruz.
Çocukluğumuz Nemrut Efsanesini dinleyerek geçti.
Nemrut kendi çağının en gaddar, en acımasız, en zalim hükümdarıydı. Yüzyıllar önce yaşadı ve öldü, buna inandık. Fakat Nemrut öldü ama Nemrutluk devam etti; zalimlik yok edilemedi, çağımızda daha da azgınlaştı.
Ülkemizde, şimdi bir değil bin Nemrut yaşıyor.
Bir Çin Atasözü ülkemizin temel taşı haline geldi: “cahil; kendisini yakanı güneş zanneder” …
“Nemrut, halkına zulmeden bir hükümdardı, çok güçlü olmasına karşın, topal bir arı tarafından öldürüldü. Bu da dinsel bir mucizeye bağlı olarak gerçekleşmedi. Çağımız, efsaneler çağı değildir çünkü. İnsanoğlu, kendi öz emeği ve bilinciyle, mucizeleri bile aşabilecek başarılar yaratabilir. Ama önce, başarının ilk koşulunu bilmesi gerekir. Çağımızda başarının ilk koşulu, birlik olabilmektir. Bir elin nesi var, iki elin sesi var” (*)…
İşte, “Ergenekon Davası”nın gerekçesini okurken aklıma bunlar geldi…
Silivri’de beş yıl tutuklu kalan ordumuzun en yetenekli subaylarının, aydınların, gazetecilerin, düşünürlerin, Üniversite Profesörlerinin yaşamlarından çalınan beşer yılın ülkemize maliyetini düşündüm.
Yıllardan beri yazdığım yazılarda, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmalarımda, her yerde söylediğim; “Dünya tarihinde Hitler’in kendi muhaliflerini tutuklatmak için uydurduğu REİSTAG (Rayştag okunur) YANGINI’ndan bu yana söylenmiş en büyük yalan ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ YALANIDIR. Çünkü böyle bir örgüt yoktur” sözüydü. Şimdi yıllar sonra aynı sözü yüce bir kurumdan; Yargıtay’dan gerekçe olarak duymak, hem ülkemizde hukukun varlığını hissetmek bakımından, hem de halkın; “Ankara’da hâlâ Hakimler var” demesi bakımından bir yürek ferahlığı oldu…
Şimdi rahatlıkla benim gibi yazan, çizen, haykıran yüzlerce aydının şu sözü söyleme hakkı vardır: “Biz demiştik…”!!!
Milletvekilliğim döneminde, Balyoz Davası’nın Yargıtay’daki duruşmasına gittiğimde, özel olarak oluşturulmuş bir dairenin yerel mahkeme kararını büyük oranda onaması üzerine, oraya gelen, tutuklu Subaylarımızın eşlerinin ve çocuklarının dizlerine vurarak; “hayatlarımızı çaldınız” diye bağırmaları halen kulağımda çınlıyor.
Hiç şüphe yok ki yargının siyasallaşması bir ülke için en büyük felakettir.
Yargıçlar, karar verirken, siyasal inançlarını bir yana bırakarak, takdir haklarını dosyadaki kanıtlara ve vicdanlarına göre vermelidirler. Bu vicdan ise kendi dinsel inançlarına dayalı olan değil; evrensel hukukun, hakkaniyetin ve adaletin vicdanı olmalıdır.
Kendi dinsel inançlarını ve buna dayalı yaşam tarzını başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışmak, Nemrut’un zalimliğini devam ettirmek demektir.
Ne yazık ki dünyada yüzde doksan dokuzu Müslüman olan, laik devlet düzenine sahip ülkemizde; laik yaşam biçimini yok etmek için, her çeşit hileyi, yalanı, hırsızlık ve talanı meşru sayan bir anlayış egemendir.
Yurttaşların etnik kimliklerini kışkırtarak, azınlıkların dinsel inançlarına sahip çıkıyormuş gibi gösterip; kendi inancından olmayan mezheplerin ve dinlerin mensuplarını yok etmeye uğraşmak ve bunu gizlemek için “Dinler arası diyalog” , “Alevi açılımı” , “Kürt açılımı” gibi sahtekârlıklarla kitleleri uyutarak ulus-devleti yok etmeye, ulusu bir “ümmet” haline getirmeye, ülkeyi bölmeye çalışmak suçtur. İktidarın; ülkemizi yakmakta olan terör dalgasının müsebbibi (sebep vericisi) olduğu gerçeğini bu halk bir gün kavrayacaktır.
İşte o zaman, tıpkı bugün “Ergenekon Terör Örgütü” konusunda, “biz demiştik” dediğimiz gibi, ülkemize ve halkımıza sayısız ihanetlerde bulunmuş bu iktidar konusunda da gerçekler ortaya çıktığında “biz demiştik” diyeceğiz…
Nemrut’un zulmü sonsuza kadar sürmedi.
Türkiye’yi yönetenlerin zulmü de sonsuza kadar sürmeyecektir.
AV. GÜRKUT ACAR
ANTALYA ESKİ MİLLETVEKİLİ
(*)Arılar Ordusu, Bekir Yıldız,
1980, Cem Yayınevi, Sayfa:4