İmar hukuku, bireylerin mülkiyet haklarını
doğrudan etkileyen, kamu yararı ve bireysel haklar arasında hassas bir denge
gerektiren bir hukuk dalıdır. Türkiye’de imar planlarının iptali, yapı
ruhsatları, kamulaştırma ve kentsel dönüşüm gibi konular, sıklıkla idari ve
anayasal yargı süreçlerine taşınmaktadır. Bireysel başvuru mekanizması
kapsamında Anayasa Mahkemesi (AYM), Mülkiyet Hakkı ihlalleri ve Adil Yargılanma
Hakkı açısında kritik kararlar vermektedir. Ancak, AYM’nin bazı başvuruları özellikle
taraf ehliyeti bakımından “kabul edilemez” bulması, başvurucuların Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne (“AİHM”) yönelmesine neden olmaktadır.
Türkiye’de kentsel dönüşüm uygulamalarının
temel dayanağı olan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi
Hakkında Kanun, özellikle “rezerv yapı alanı ilanı” kapsamındaki idari işlemlere
ilişkin çeşitli hukuki ihtilaflara yol açmaktadır. Ancak bu kanun kapsamındaki
bir takım idari işlemler, taşınmaz sahiplerinin mülkiyet hakkının sınırlaması,
idari işlemlere karşı etkili başvuru yollarının yetersizliği ve yargısal
denetimin sınırlılığı gibi hukuki tartışmalara konu olmaktadır.
Bu çalışmada AYM’nin imar hukuku ve özellikle
rezerv yapı alanına ilişkin davalarında verdiği taraf ehliyeti bakımından “kabul
edilmezlik” kararları ve AİHM’nin kriterleri kapsamında değerlendirme
yapılacaktır.
6306 sayılı kanunun düzenlenmesindeki amaç,
afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların
bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun,
sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye
ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir. Rezerv yapı alanı, 6306
sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca, “Kanun kapsamında gerçekleştirilecek
uygulamalarda kullanılmak üzere, TOKİ’nin veya İdarenin talebine bağlı olarak
veya resen Bakanlıkça belirlenen alanlar” olarak tanımlanmıştır. 6306 sayılı
Kanunun Uygulama Yönetmeliği’nin 4. Maddesi ise, rezerv alanlarının nasıl
tespit edileceğini düzenlemiştir. Bu kapsamda idarenin, rezerv yapı alanı
belirleme yetkisi, sınırlı bir yetki olup, yönetmeliğe uygun olarak, neden
rezerv yapı alanına ihtiyaç duyulduğu, rezerv yapı alanları ilan edilirken nereden
ve ne büyüklükte aktarım yapılacağı gibi hususların somutlaştırılması, bölgenin
özellikleri ve yapılaşmaya uygun olup olmadığı incelenmesiyle birlikte rezerv
yapı alanı ilan edilmesine karar verilebilir. [1]
İdarenin
6303 sayılı Kanun’dan doğan bu yetkilerinin hukuk sınırı içinde tutulması ve
hukuka aykırı işlemlerin saptanması amacıyla, bahse konu idari işlemler
aleyhine 2527 sayılı İYUK md 2 kapsamında hak sahiplerinin İdare Mahkemeleri
nezdinde idari işlemlerin iptalini talep etme hakkı bulunmaktadır. İdari yargı
nezdindeki işbu uyuşmazlıklar kapsamında menfaati ihlal edilenler ile işlemi
yapan idare arasındaki uyuşmazlığın giderilmesi amaçlanmakta ve böylece kamu
yararı gerçekleştirilmektedir. [2]
Rezerv Yapı Alanına İlişkin İdari İşlemlerde Dava Ehliyeti Hususun
Değerlendirilmesi
İdari
yargıda iptal davası açılabilmesi için öncelikle idari işlemin bulunması ve
yapılan idari işlem sebebiyle davayı açan kişinin menfaatinin ihlal edilmiş
olması ya da idari işlemin iptalinde menfaatinin bulunması gerekir. [3] İptal
davalarını açabilmek için hak ihlali koşulu aramak yerine davacı bakımından
menfaat ihlali şartı aranması, idarenin hukuka uygunluğunun etkinliğinin
sağlanması ve iptal davalarının alanının genişletilmesi amaçlanmaktadır.[4]
Bu
kapsamda, 6306 sayılı Kanun uyarınca Rezerv alan ilanına ilişkin işlemler,
genel ve soyut nitelikte düzenleyici işlemler olduğundan, bu işlemlere karşı
doğrudan dava açılabilmesi için dava açan kişinin menfaatinin bulunması
gerekmektedir. Ayrıca idari yargıda dava açma ehliyetinin,
bireyin hukuki durumunun güncel bir şekilde etkilenmesi şartına bağlı olduğu
söylenebilir. [5] İdari işlemlere karşı açılan iptal davaları maddi hukuktan
kaynaklanan bir hakkın zedelenmesine dayanır ve davacı sıfatı bu ihlalden doğmaktadır.
Buna karşılık, menfaat ihlali daha çok düzenleyici işlemlere karşı açılan
davalarda aranır ve mahkemeler, “meşru, kişisel ve güncel” bir menfaati olan
ilgiliyi dava ehliyeti açısından yeterli görmektedir. [6]
Menfaatin kişisel olması, idari işlemin
doğrudan ve dolaylı olarak davacıyı etkilemesi anlamına gelmektedir. [7] Bu
kapsamda, rezerv alanı tespitine ilişkin yapılan idari işlemlere karşı, maddi
ve manevi menfaati bulunan kişinin dava açma ehliyeti bakımında yeterli
sayılabilmektedir. [8] Menfaatin güncel olması ise davanın açıldığı tarihte
mevcut olan ya da dava açıldıktan sonra esas hakkında karar verilmeden önce
ortaya çıkan menfaatin olarak kabul edilir.[9] Özellikle rezerv alanı
ilanlarının ardından ilgili bölgelerde nüfusun orantısız bir şekilde artması
sebebiyle yeşil alanların yetersiz kalması ve çevre kirliliğinin de aynı oradan
artığı söylenilir. Bu sebeple, Özellikle
çevrenin kirlenmesine sebep olan ve çevre sağlığının bozulduğu uyuşmazlıklarda,
menfaat ilahilinin geniş yorumlanması gereklidir. Menfaatin meşru olması
kriteri ise, hukuken dinlenebilir ve korunmaya değer bir menfaatin varlığını
ifade etmektedir. Meşru menfaat, her türlü ekonomik, kültürel ve siyasi
menfaati kapsamaktadır. [10] Bu sebeple idari işlemlere karşı açılan davalarda
menfaatin meşruluk kriteri, pozitif hukuk kurallarıyla özel bir biçimde korunan
menfaat gibi darlaştıran bir yorumla değerlendirilmemeli, aksine meşru
menfaatin hukuka ve sosyal düzene aykırı olmaması kapsamında düşünülerek geniş
bir perspektiften bakılmalıdır.[11]
Bu anlamda imar mevzuatı kapsamında dava
ehliyeti, kategorik olarak parsel maliki, komşu parsel, maliki, kiracı, tapu
tahsis belgesi sahibi, belediye, belde sakini gibi niteliklerine göre ayrım
yapılabilir. [12] Rezerv alan ilanı sonucunda taşınmazları doğrudan etkilenen
mülk sahipleri, barınma hakkı ihlal edilen kiracılar veya söz konusu alanda
ekonomik faaliyette bulunan işletmesi bulunan kişiler menfaat ihlali
gerekçesiyle dava açabilirler. [13] Ancak, hukuki durum sadece doğrudan değil,
aynı zamanda dolaylı olarak da etkilenebilir ve bu durum dava açma ehliyeti
açısından değerlendirilebilmektedir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu
(İDDK) 2014/3433 Esas 2016/3062 sayılı
kararında, imar planı içinde yer almayan komşu parsel maliklerinin de imar
planına karşı dava açmakta hukuki menfaatleri olduğuna karar vermiştir. Kararda,
İYUK m.2’de yer alan menfaat koşulunun ölçütü değerlendirilmiş ve iptal
davalarında dava konusu işlem ile davacı arasında menfaat ilişkisi aranmasının,
idari istikrarı koruma amacı güttüğü ve bununla birlikte, sübjektif ehliyet
koşulunun hukuk devleti ilkesi çerçevesinde idari işlemlerin uygunluğunun
denetlenmesini engellemeyecek şekilde yorumlanması gerektiği vurgulanmıştır.
Komşu parsel sahibi, kendi mülkiyetindeki parselin yapılan imar planına dahil
olmadığı gibi, ilgili planlardan olumsuz etkileneceğini ileri sürebilir.
Kişinin, mülkiyetinde bulunan parsel açısından idari işlemler sebebiyle menfaat
ihlaline uğraması, doğrudan idari işlem yürütülen parsel sahibi olmasını
gerektirmez. [14]
Sonuç
olarak, yapılan İdari işlem sebebiyle bir hak zedelendiyse aynı zamanda
menfaatinde ihlal edildiğinden söz edilebilir.[15] Ancak, menfaat ihlali idari
yargıda subjektif ehliyet olarak ifade edilir ve bazı davalarda dar
yorumlanabilmekte, ancak örneği çevreyi ilgilendiren davalarda ise daha geniş
bir kavram olarak yorumlandığı bilinmektedir. [16]. Bu kapsamda iptal davaları ile rezerv alanı
tespiti gibi idari işlemlerin hukuka uygunluğu denetlendiğinden ve hukukun
üstünlüğü amaçlandığından menfaat ilişkisinin dar yorumlanmaması gereklidir. [17]
Anayasa Mahkemesinin Menfaat Koşulu Bakımından Kabul Edilebilirlik
Kriterleri
Anayasa
Mahkemesi [AYM], bireysel başvuruları inceleme yetkisiyle temel hak ve
özgürlüklerin korunmasında önemli bir mekanizma haline gelmiştir. AYM, idari
işlemler hakkında çıkan uyuşmazlıklar kapsamında, bazı idari işlemlerin maddi
ve manevi boyutu itibariyle, ilgililer üzerinde telafisi güç ve imkânsız
sonuçlar doğurabileceği, bu sebeple usul kurallarının şekilci uygulamasından
ziyade somut olayın özelliklerin göre değerlendirme yapılarak karar verilmesini
ifade etmektedir. [18]
AYM,
Bireysel başvuru kapsamında, adil yargılanma hakkı [Anayasa m.36], mülkiyet
hakkı [Anayasa m.35] ve etkili başvuru hakkı [Anayasa m.40] gibi temel hakları
ihlal eden idari ve yargısal işlemleri denetlemektedir. Anayasa mahkemesinin
bireysel başvuru sonucu vereceği kararlar, kamu günün kullanan organları için
bağlayıcı olup, tutarlı ve öngörülebilir bir uygulama sağlamaktadır.
Bireysel başvuru süreci ön inceleme, kabul
edilebilirlik incelemesi ve esas incelemesi olarak üç aşamadan oluşmaktadır.
Kabul edilebilirlik incelemesi, ilgili başvurunun temel hakların kapsam ve
sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşıyıp taşımadığı, başvurucunun
önemli bir zarara uğrayıp uğramadığının, başvurunun çözümünün bir ilke kararı
gerektirip gerekmediği veya daha önceki kararlarla çelişip çelişmediği gibi
unsurların dikkate alınarak yapılır. Ayrıca başvurunun dayanaktan yoksun olup
olmadığı da değerlendirilir. Bu koşula göre başvurunun esasına yönelik bir
inceleme yapılabilmesi için uyuşmazlık konusun açık bir dayanağı bulunmalıdır.
Ancak bu aşamada yüzeysel bir inceleme yeterli görülmelidir; aksi halde esas
inceleme gerektiren birçok başvuru kabul edilemezlik engeline takılabilmektedir.
[19]
Kabul
edilebilirlik kararı usule ve esasa göre ayrı olarak incelenir ve usule yönelik
incelemelerde; mahkemenin kişi, konu, yer bakımından yetkili olması, başvurunun
süresi içinde yapılması, başvurunun mükerrer olmaması veya feragat edilmemesi
gibi unsurlara bakılır. Esasa yönelik olarak ise kısaca başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olmaması ve anayasal ve kişisel öneme sahip olması gibi
kriterler incelendiği söylenebilir. [20]
Kişi
bakımından yetki unsuru incelenirken, başvurucunun ehliyeti ve mağdurluk
statüsü dikkate alınır. [21] Örneğin, AYM’ye yapılan 2013/ 6260 numaralı
12/04/2016 karar tarihli Ayşe Sevtap Uzun başvurusunda, somut olayda ihlale
neden olduğu ileri sürülen idari işlemin, şehirde ikamet eden başvurucu
tarafından Türkiye Taşkömürü Kurumu ile maden arama faaliyetlerini
gerçekleştiren şirketin aralarında yaptıkları sözleşmenin feshedilmesi
talebiyle açmış olduğu davanın, kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar vermiştir. Başvurucunun ilgili davası AYM tarafından
yapılan incelemede, Anayasa madde 17 maddi ve manevi varlığın korunması ve
geliştirilmesi kapsamında incelenmiş ancak madde 36 yönünden bir
değerlendirilme yapılmamıştır. Bu durumda başvurunun mağdur statüsü olduğu açık
olup mahkemede açtığı davanın ehliyet yönünden reddedilerek esas incelemesi
yapılmaması önemli bir eksikliğe sebep olmuştur. [22]
Konu
bakımından yetki ise, başvurucunun temel hak iddiasının olması ve bu ihlalin
anayasa ile güvence altına alınmış, AİHS ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu
diğer protokoller kapsamında bulunan bir hak olması gerekmektedir. Bu kapsamda,
ileri sürülen ihlal, anayasal bir hak değilse, mahkeme konu bakımından
yetkisizlik kararı vermektedir. Başvuruya konu haklar, sadece anayasa ve AİHS
metinleri kapsamında örtüşen haklar değil aynı zamanda AİHM içtihatları
kapsamında da genişlemektedir. Bu bağlamda, kabul edilebilirlik kriterleri
değerlendirilirken başvurunun niteliği, ihlal konusu hak, ihlalin ağırlığı ve
anayasal önemi göz önünde bulundurularak başvurucunun lehine yorumlanması
gerekmektedir. [23]
Madde
48/2 uyarınca, diğer kabul edilebilirlik kriterlerinden biri hem maddi hem de
hukuki açıdan başvurunun temelsiz olmamasıdır. Açıkça dayanaktan yoksunluk
kriteri, AYM bireysel başvuru yolunda kabul edilmezlik sebepleri içinde yer
almaktadır. Bu kapsamda, AYM başvurunun esasına dair bir inceleme yapmadan
kabul edilemez nitelikte bariz bir biçimde görülen başvurularında “açıkça
dayanaktan yoksun” olduğuna dair karar vermektedir. Mahkeme, başvurucunun temel hak ihlalinin
yeterli bir şekilde kanıtlayamadığı, dosyaya sunulan belgelerden ihlal
iddiasının haklı olmadığının anlaşıldığı ve başvuruya konu kamu gücü
müdahalesinin meşru olduğu durumlarda yoksunluk kararı vermektedir. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, AİHS 35/3 de benzer bir madde yer almakta ve madde 34
de yer alan kabul edilebilirlik koşullarını karşılamadığı takdir başvurunun
açıkça dayanaktan yoksun olduğuna dair karar verebilmektedir. [24]
Rezerv
alanı ilanı gibi işlemler, mülkiyet hakkını doğrudan sınırlayan nitelikte
olduğundan, bu işlemlere karşı açılan davalar sıklıkla Anayasa Mahkemesi’nin
bireysel başvuru incelemesine konu olmaktadır. Özellikle, Mülkiyet hakkının
hukuka uygun olarak sınırlandırılması bağlamında, kamu yararının varlığı tek
başına yeterli olmayıp, getirilen sınırlamaların anayasal kurallara da uygun
olması gerekmektedir.[25] Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin bu tür başvurularda esas
incelemesine geçmeden “açıkça dayanaktan yoksunluk” gerekçesiyle kabul
edilemezlik kararı vermesi, mülkiyet hakkı ihlallerine karşı etkili bir koruma
sağlayamamakta ve mağduriyete yol açabilmektedir. Mülkiyet hakkı ihlallerine
karşı Danıştay’ın menfaat kavramına ilişkin yorumu mülkiyet hakkının korunmasında
etkili olacaktır.
Anayasa
madde 36 ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, idari yargı
bakımından, hak arama özgürlüğünü daraltan sınırlandırmaların kaldırılması ve
bu yolla adaletin sağlanması amacıyla uygulama alanı bulacağı söylenebilir. Mahkemeye
erişim hakkı her ne kadar madde 6 da açıkça yer almasa da zımni unsurlarından
biri olarak kabul edilmektedir. Bu anlamda idari yargıda dava açma ehliyeti
mahkemeye erişim hakkına etkisi bulunmaktadır.
Mahkemeye
erişim hakkı ise adil yargılanma hakkının koşullarından biri olup, uyuşmazlığın
mahkemen nezdinde karar bağlanmasını talep edebilmeyi korumaktadır. O halde idari yargılamalar kapsamında, menfaat
bağı koşulunun yargılama süresince katı bir şekilde yorumlanması, adil
yargılanma hakkının dayanaklarından biri olan mahkemeye erişim hakkını yalnızca
dava açmak için kullanılan bir sonuca götürmektedir. [26] Anayasa Mahkemesinin
08.09.2020 tarihli 2016/9276 sayılı kararında, yapılan idari işleme karşılık
başvurucuların menfaat koşulunun bulunmadığına yönelik verilen kararın
mahkemeye erişim hakkının engellendiğinin ve bu hakka yapılan müdahalenin
ölçüsüz olduğuna karar vermiştir. [27]
Bu
kapsamda, Anayasama Mahkemesi, kabul edilebilirlik kriterlerini AİHM gibi çok
katı bir şekilde kısıtlamamalıdır, zira AİHM, AİHS ile güvence altına alınan
hak ve özgürlüklerin ihlali ile yüzbinlerce başvuru alırken, AYM ülke içindeki
olağan hukuk yolları tüketildikten sonraki son ulusal başvuru mercii
konumundadır. Açıkça dayanaktan yoksunluk geniş yorumlanması, başvurular
hakkında daha kolay kabul edilemezlik kararı verilmesine yol açmaktadır, ancak
buna istinaden daha gri alan denilebilecek olan başvurularda kabul edilemezlik
dar yorumlanmalı ve bireysel başvuru kurumunun amacına uygun hareket
edilmelidir.
Sonuç olarak, Anayasa Mahkeme’nin bireysel
başvuru yolu, temel hak ve özgürlüklerin korunmasında önemli bir güvence
mekanizması olarak kabul edilmektedir. Ancak, kabul edilebilirlik kriterlerinin
katı bir şekilde uygulanması, özellikle imar hukukuna ilişkin uyuşmazlıklarda
bireyler iç hukuk yollarının gereği gibi tüketilemeden AİHM’ye başvurmak
zorunda kalmaktadır. Ancak AYM yapılan bireysel başvuruların neredeyse
yarısından fazlasında “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle kabul edilemezlik
kararı oluşturmaktadır. AYM’nin artan iş yükünü azaltması amacıyla kabul
edilebilirlik kriterini kullanması ve özellikle açıkça dayanaktan yoksun
koşulları ile sistemin işlevsiz hale getirilmesinden kaçınılması gerekir.[28]
Bu
kapsamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulaması temel hak ve özgürlükleri
korunması ve bunların uygulanmasında büyük etkiye sahip olduğu söylenebilir.
Türk idari yargı sisteminde AİHS’nin iç hukukun bir parçası olduğu ve yasanın
sözleşmeyi değiştiremeyeceği, bu kapsamda sözleşmenin yasal üstü olduğuna dair
bir bakış açısı bulunmaktadır. Ülkemizde, AİHM tarafından verilen kararların
daha çok ceza ve adli yargı gibi alanlarda gündeme geldiği düşünülmekte ancak
idari yargı alanında pek çok uyuşmazlık AİHM önüne götürülmektedir. [29]
AİHM’nin inceleyebildiği konulara arasında imar planlaması ve uygulaması da yer
almaktadır ve bu idari uyuşmazlıklar, AİHS’nin amacını göz önünde tutarak
otonom yorum yoluyla AİHS ve Ek Protokollerde korunan hak ve özgürlükleri uygun
olduğu ölçüde incelenebilmektedir. [30]
İdari yargılamalarda AİHS kapsamında mülkiyet
hakkı değerlendirilmeleri yapıldığı gibi, idari konularda en çok dikkat çeken
uyuşmazlıklar ise AİHS madde 6 kapsamında olanlardır. Madde 6 kapsamında ise
bireylerin Adil yargılanma hakkı vardır ve herkes davasının, medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve
tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini
isteme hakkına sahiptir. Adil yargılanma hakkı, AİHS madde 6 da düzenlenene ve
pek çok hak ve ilkeyi kapsayan geniş bir madde niteliğine haiz olup, açılmış
olan bir davanın nerede, hangi sürede, ne şekilde ve hangi usulle yürütülmesi
gerektiğini güvence altına almaktadır. [31]
Mülkiyet hakkı ise AİHM’e göre kanun tarafından
öngörüldüğü, kamu yararının amaçlandığı ve demokratik toplumda gerekli
olmalıdır. Kamu yararının ve mülkiyet hakkının arasında adil bir denge olması
gereklidir. AİHS de yer alan mülkiyet
hakkında mal ve mülkün kontrol altına alınabileceği ve bu alanda devletlerin
yetkili makamlarının geniş bir takdir yetkisine haiz olduğu görülmektedir.
Ancak buradaki mülkiyet hakkının talep edilebilir olması kıstası aranmaktadır
ve talep ve dava edilebilir olması içinde hakkın kesin ve mevcut olması
gereklidir. Üye devletlerin iç hukukunda hakkın varlığının kabul edilmediği
durumlarda otonom mülkiyet kavramının ortay çıktığından bahsedilebilir.
AİHM’nin mülkiyet hakkı kapsamında önüne gelen uyuşmazlıklarda yaptığı
değerlendirme hakkın özünün yok edilip edilmediği ana değerlendirme kıstasıdır
[32]
Sonuç olarak, hukuk devleti ilkesinin
korunabilmesi, idari işlem ve eylemlerin etkili bir şekilde yargısal denetime
tabi tutulmasına bağlıdır. Bu çerçevede, idari yargıda dava açma
ehliyeti, bireylerin hak ve arama özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olup, dar
yorumlanması hak arama hürriyetini zedeleyebilir. Nitekim Danıştay menfaat
ihlali şartını geniş yorumlayarak bireylerin yargı yoluna erişimini
kolaylaştırma yönünde bir içtihat geliştirmiştir. Özellikle, idarenin rezerv
alanı ilanı gibi mülkiyet hakkını doğrudan etkileyen idari işlemlerde bu dar
yorum hak kayıplarına ve mağduriyete sebep olmaktadır. Bu kapsamda AİHM, idare
ile idari işlemlerden etkilenen kişilerin arasındaki adil dengenin korunması
gerektiğini vurgulamaktadır.
Av. Gülçin Kırcı
Kaynakça:
1. Efe
Bilke, “Kentsel Dönüşüm Kapsamında Afet Riski Altındaki Alanların Tespit ve
Yargısal Denetimi”, Yüksek Lisans Tezi, 2018, sayfa 102
2. Zühal
Aysun Sunay, “İdari Yargıda İptal Davası Sonucu Verilen Kararların Gerekçesi”,
Doktora Tezi, 2016, sayfa 1
3. Mikail
Kılıç, “İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti ve İptal Davalarında Menfaat İhlali
Koşulu”, Yüksek Lisans Tezi, 2011, sayfa 16
4. Abdullah
Atay, “Bireysel Başvuru Karalarının İdari Yargıda Usul Kurallarının Yorumuna
Etkisi”, 2021, sayfa 159
5. Mikail
Kılıç, “İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti ve İptal Davalarında Menfaat İhlali
Koşulu”, Yüksek Lisans Tezi, 2011, sayfa 92
6. Av. Dr. Tevfik
Barbaros Ulutaş, “İmar Planlarının Yargısal Denetiminde Kamu Yararı Kriteri”,
2021, sayfa 192
7. Selman Sacit
Boz, “İçtihat Temelli Çevre Davalarında Menfaat İhlali”, Necmettin Erbakan
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, Yıl 2023, sayfa 891
8. Dr. Emine Cin Karagöz, “İdari Yargıdaki
Menfaat Kavramının Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında Değerlendirilmesi”,
Cilt 26, Sayı 1, Yıl 2022, 127
9. Selman Sacit
Boz, “İçtihat Temelli Çevre Davalarında Menfaat İhlali”, Necmettin Erbakan
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, Yıl 2023, sayfa 892
10. Selman Sacit
Boz, “İçtihat Temelli Çevre Davalarında Menfaat İhlali”, Necmettin Erbakan
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, Yıl 2023, sayfa 893
11. Mikail Kılıç,
“İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti ve İptal Davalarında Menfaat İhlali Koşulu”,
Yüksek Lisans Tezi, 2011, sayfa 82
12. Av. Dr. Tevfik
Barbaros Ulutaş, “İmar Planlarının Yargısal Denetiminde Kamu Yararı Kriteri”,
2021, sayfa 192
13. Mikail Kılıç,
“İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti ve İptal Davalarında Menfaat İhlali Koşulu”,
Yüksek Lisans Tezi, 2011, sayfa 161
14. Av. Dr. Tevfik
Barbaros Ulutaş, “İmar Planlarının Yargısal Denetiminde Kamu Yararı Kriteri”,
2021, sayfa 99
15. Ahmet Yağlı,
“İptal Davalarında Menfaat Koşulu”, Yüksek Lisans Tezi, 2020, sayfa 85
16. Selman Sacit
Boz, “İçtihat Temelli Çevre Davalarında Menfaat İhlali”, Necmettin Erbakan
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, Yıl 2023, sayfa 881
17. Mikail Kılıç,
“İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti ve İptal Davalarında Menfaat İhlali Koşulu”,
Yüksek Lisans Tezi, 2011, sayfa 78
18. Dr. Emine Cin
Karagöz, “İdari Yargıdaki Menfaat Kavramının Anayasa Mahkemesi Kararları
Işığında Değerlendirilmesi”, Cilt 26, Sayı 1, Yıl 2022, 136
19. İsmail Emrah
Perdecioğlu, “Anayasa Mahkemesinin Bireysel Başvuru ve Norm Denetimi
Kararlarının Uyumlaşma Sorunu: Mülkiyet Hakkı Örneği”, Yüksek Lisans Tezi,
2018, sayfa 45
20. Servet Alyanak
“AYM’ye Yapılan Bireysel Başvuruda İhlalin Varlığıyla Kabul Edilebilirlik
Arasında Gri Alan Olarak “Açıkça Dayanaktan Yoksunluk” Kriterinin AİHM İçtihadı
Çerçevesinde Analizi, 2023, sayfa 8
21. Hüseyin
ekinci, “anayasa Bireysel Başvuruda Kabul Edilebilirlik Kriterleri ve İnceleme
Yönetimi”, Anayasa Yargısı 30,2023, sayfa 180
22. Abdullah Atay,
“Bireysel Başvuru Karalarının İdari Yargıda Usul Kurallarının Yorumuna Etkisi”,
2021, sayfa 168
23. Hüseyin
ekinci, “anayasa Bireysel Başvuruda Kabul Edilebilirlik Kriterleri ve İnceleme
Yöntemi”, Anayasa Yargısı 30,2023, sayfa 166
24. Servet Alyanak
“AYM’ye Yapılan Bireysel Başvuruda İhlalin Varlığıyla Kabul Edilebilirlik
Arasında Gri Alan Olarak “Açıkça Dayanaktan Yoksunluk” Kriterinin AİHM İçtihadı
Çerçevesinde Analizi, 2023, sayfa 11
25. Seda
Yurtcanlı, “Afet Riski Altında Temel Hak ve Özgürlükler: 6306 sayılı Afet
Yasası Kapsamında Temel Hak ve Özgürlüklere getirilen Sınırlamalar”, anaysa
hukuku dergisi sayı 4 yıl 2023, sayfa 327
26. Dr. Emine Cin
Karagöz, “İdari Yargıdaki Menfaat Kavramının Anayasa Mahkemesi Kararları
Işığında Değerlendirilmesi”, Cilt 26, Sayı 1, Yıl 2022, 145
27. Lex Pera,
Anayasa Mahkemesi Kararı 1.B.B. 2026/9276 T. 08.09.2020
28. Servet Alyanak
“AYM’ye Yapılan Bireysel Başvuruda İhlalin Varlığıyla Kabul Edilebilirlik
Arasında Gri Alan Olarak “Açıkça Dayanaktan Yoksunluk” Kriterinin AİHM İçtihadı
Çerçevesinde Analizi, 2023, sayfa 11
29. Özlem Erdem
Karahanoğulları, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında İdari Yargı”,
İnsan Hakları Yıllığı, Cilt 23-24, Yıl 2001-2002, sayfa 31
30. Oğuz
Sancaktar, “AİHM Kararlarının Türk İdare Hukukuna Etkileri Konusunda Genel
Gözlemler” Amme İdaresi Dergisi, Cilt 38, Sayı 1 Mart 2005, sayfa 90
31. Zühal Aysun
Sunay, “İdari Yargıda İptal Davası Sonucu Verilen Kararların Gerekçesi”,
Doktora Tezi, 2016, sayfa 124
32. İbrahim
Kapaklıkaya, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Türk İmar
Hukukunda Mülkiyet Hakkı”, İstanbul Üniversitesi Doktora Tezi, 2021, sayfa 42