Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

6306 SAYILI AFET RİSKİ KANUNU KAPSAMINDAKİ UYUŞMAZLIKLARDA MENFAAT KAVRAMINA İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ’NİN KABUL EDİLEMEZ KARARLARININ İNSAN HAKLARI PERSPEKTİFİNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

6306 SAYILI AFET RİSKİ KANUNU KAPSAMINDAKİ UYUŞMAZLIKLARDA MENFAAT KAVRAMINA İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ’NİN KABUL EDİLEMEZ KARARLARININ İNSAN HAKLARI PERSPEKTİFİNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

İmar hukuku, bireylerin mülkiyet haklarını doğrudan etkileyen, kamu yararı ve bireysel haklar arasında hassas bir denge gerektiren bir hukuk dalıdır. Türkiye’de imar planlarının iptali, yapı ruhsatları, kamulaştırma ve kentsel dönüşüm gibi konular, sıklıkla idari ve anayasal yargı süreçlerine taşınmaktadır. Bireysel başvuru mekanizması kapsamında Anayasa Mahkemesi (AYM), Mülkiyet Hakkı ihlalleri ve Adil Yargılanma Hakkı açısında kritik kararlar vermektedir. Ancak, AYM’nin bazı başvuruları özellikle taraf ehliyeti bakımından “kabul edilemez” bulması, başvurucuların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (“AİHM”) yönelmesine neden olmaktadır.

 

Türkiye’de kentsel dönüşüm uygulamalarının temel dayanağı olan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, özellikle “rezerv yapı alanı ilanı” kapsamındaki idari işlemlere ilişkin çeşitli hukuki ihtilaflara yol açmaktadır. Ancak bu kanun kapsamındaki bir takım idari işlemler, taşınmaz sahiplerinin mülkiyet hakkının sınırlaması, idari işlemlere karşı etkili başvuru yollarının yetersizliği ve yargısal denetimin sınırlılığı gibi hukuki tartışmalara konu olmaktadır.

 

Bu çalışmada AYM’nin imar hukuku ve özellikle rezerv yapı alanına ilişkin davalarında verdiği taraf ehliyeti bakımından “kabul edilmezlik” kararları ve AİHM’nin kriterleri kapsamında değerlendirme yapılacaktır.

 

6306 sayılı kanunun düzenlenmesindeki amaç, afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir. Rezerv yapı alanı, 6306 sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca, “Kanun kapsamında gerçekleştirilecek uygulamalarda kullanılmak üzere, TOKİ’nin veya İdarenin talebine bağlı olarak veya resen Bakanlıkça belirlenen alanlar” olarak tanımlanmıştır. 6306 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği’nin 4. Maddesi ise, rezerv alanlarının nasıl tespit edileceğini düzenlemiştir. Bu kapsamda idarenin, rezerv yapı alanı belirleme yetkisi, sınırlı bir yetki olup, yönetmeliğe uygun olarak, neden rezerv yapı alanına ihtiyaç duyulduğu, rezerv yapı alanları ilan edilirken nereden ve ne büyüklükte aktarım yapılacağı gibi hususların somutlaştırılması, bölgenin özellikleri ve yapılaşmaya uygun olup olmadığı incelenmesiyle birlikte rezerv yapı alanı ilan edilmesine karar verilebilir. [1]

 

İdarenin 6303 sayılı Kanun’dan doğan bu yetkilerinin hukuk sınırı içinde tutulması ve hukuka aykırı işlemlerin saptanması amacıyla, bahse konu idari işlemler aleyhine 2527 sayılı İYUK md 2 kapsamında hak sahiplerinin İdare Mahkemeleri nezdinde idari işlemlerin iptalini talep etme hakkı bulunmaktadır. İdari yargı nezdindeki işbu uyuşmazlıklar kapsamında menfaati ihlal edilenler ile işlemi yapan idare arasındaki uyuşmazlığın giderilmesi amaçlanmakta ve böylece kamu yararı gerçekleştirilmektedir. [2]

 

Rezerv Yapı Alanına İlişkin İdari İşlemlerde Dava Ehliyeti Hususun Değerlendirilmesi

 

İdari yargıda iptal davası açılabilmesi için öncelikle idari işlemin bulunması ve yapılan idari işlem sebebiyle davayı açan kişinin menfaatinin ihlal edilmiş olması ya da idari işlemin iptalinde menfaatinin bulunması gerekir. [3] İptal davalarını açabilmek için hak ihlali koşulu aramak yerine davacı bakımından menfaat ihlali şartı aranması, idarenin hukuka uygunluğunun etkinliğinin sağlanması ve iptal davalarının alanının genişletilmesi amaçlanmaktadır.[4]

 

Bu kapsamda, 6306 sayılı Kanun uyarınca Rezerv alan ilanına ilişkin işlemler, genel ve soyut nitelikte düzenleyici işlemler olduğundan, bu işlemlere karşı doğrudan dava açılabilmesi için dava açan kişinin menfaatinin bulunması gerekmektedir. Ayrıca idari yargıda dava açma ehliyetinin, bireyin hukuki durumunun güncel bir şekilde etkilenmesi şartına bağlı olduğu söylenebilir. [5] İdari işlemlere karşı açılan iptal davaları maddi hukuktan kaynaklanan bir hakkın zedelenmesine dayanır ve davacı sıfatı bu ihlalden doğmaktadır. Buna karşılık, menfaat ihlali daha çok düzenleyici işlemlere karşı açılan davalarda aranır ve mahkemeler, “meşru, kişisel ve güncel” bir menfaati olan ilgiliyi dava ehliyeti açısından yeterli görmektedir. [6]

 

Menfaatin kişisel olması, idari işlemin doğrudan ve dolaylı olarak davacıyı etkilemesi anlamına gelmektedir. [7] Bu kapsamda, rezerv alanı tespitine ilişkin yapılan idari işlemlere karşı, maddi ve manevi menfaati bulunan kişinin dava açma ehliyeti bakımında yeterli sayılabilmektedir. [8] Menfaatin güncel olması ise davanın açıldığı tarihte mevcut olan ya da dava açıldıktan sonra esas hakkında karar verilmeden önce ortaya çıkan menfaatin olarak kabul edilir.[9] Özellikle rezerv alanı ilanlarının ardından ilgili bölgelerde nüfusun orantısız bir şekilde artması sebebiyle yeşil alanların yetersiz kalması ve çevre kirliliğinin de aynı oradan artığı söylenilir.  Bu sebeple, Özellikle çevrenin kirlenmesine sebep olan ve çevre sağlığının bozulduğu uyuşmazlıklarda, menfaat ilahilinin geniş yorumlanması gereklidir. Menfaatin meşru olması kriteri ise, hukuken dinlenebilir ve korunmaya değer bir menfaatin varlığını ifade etmektedir. Meşru menfaat, her türlü ekonomik, kültürel ve siyasi menfaati kapsamaktadır. [10] Bu sebeple idari işlemlere karşı açılan davalarda menfaatin meşruluk kriteri, pozitif hukuk kurallarıyla özel bir biçimde korunan menfaat gibi darlaştıran bir yorumla değerlendirilmemeli, aksine meşru menfaatin hukuka ve sosyal düzene aykırı olmaması kapsamında düşünülerek geniş bir perspektiften bakılmalıdır.[11]

 

Bu anlamda imar mevzuatı kapsamında dava ehliyeti, kategorik olarak parsel maliki, komşu parsel, maliki, kiracı, tapu tahsis belgesi sahibi, belediye, belde sakini gibi niteliklerine göre ayrım yapılabilir. [12] Rezerv alan ilanı sonucunda taşınmazları doğrudan etkilenen mülk sahipleri, barınma hakkı ihlal edilen kiracılar veya söz konusu alanda ekonomik faaliyette bulunan işletmesi bulunan kişiler menfaat ihlali gerekçesiyle dava açabilirler. [13] Ancak, hukuki durum sadece doğrudan değil, aynı zamanda dolaylı olarak da etkilenebilir ve bu durum dava açma ehliyeti açısından değerlendirilebilmektedir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 2014/3433 Esas 2016/3062 sayılı kararında, imar planı içinde yer almayan komşu parsel maliklerinin de imar planına karşı dava açmakta hukuki menfaatleri olduğuna karar vermiştir. Kararda, İYUK m.2’de yer alan menfaat koşulunun ölçütü değerlendirilmiş ve iptal davalarında dava konusu işlem ile davacı arasında menfaat ilişkisi aranmasının, idari istikrarı koruma amacı güttüğü ve bununla birlikte, sübjektif ehliyet koşulunun hukuk devleti ilkesi çerçevesinde idari işlemlerin uygunluğunun denetlenmesini engellemeyecek şekilde yorumlanması gerektiği vurgulanmıştır. Komşu parsel sahibi, kendi mülkiyetindeki parselin yapılan imar planına dahil olmadığı gibi, ilgili planlardan olumsuz etkileneceğini ileri sürebilir. Kişinin, mülkiyetinde bulunan parsel açısından idari işlemler sebebiyle menfaat ihlaline uğraması, doğrudan idari işlem yürütülen parsel sahibi olmasını gerektirmez. [14]

 

Sonuç olarak, yapılan İdari işlem sebebiyle bir hak zedelendiyse aynı zamanda menfaatinde ihlal edildiğinden söz edilebilir.[15] Ancak, menfaat ihlali idari yargıda subjektif ehliyet olarak ifade edilir ve bazı davalarda dar yorumlanabilmekte, ancak örneği çevreyi ilgilendiren davalarda ise daha geniş bir kavram olarak yorumlandığı bilinmektedir. [16].  Bu kapsamda iptal davaları ile rezerv alanı tespiti gibi idari işlemlerin hukuka uygunluğu denetlendiğinden ve hukukun üstünlüğü amaçlandığından menfaat ilişkisinin dar yorumlanmaması gereklidir. [17]

 

Anayasa Mahkemesinin Menfaat Koşulu Bakımından Kabul Edilebilirlik Kriterleri

 

Anayasa Mahkemesi [AYM], bireysel başvuruları inceleme yetkisiyle temel hak ve özgürlüklerin korunmasında önemli bir mekanizma haline gelmiştir. AYM, idari işlemler hakkında çıkan uyuşmazlıklar kapsamında, bazı idari işlemlerin maddi ve manevi boyutu itibariyle, ilgililer üzerinde telafisi güç ve imkânsız sonuçlar doğurabileceği, bu sebeple usul kurallarının şekilci uygulamasından ziyade somut olayın özelliklerin göre değerlendirme yapılarak karar verilmesini ifade etmektedir. [18]

 

AYM, Bireysel başvuru kapsamında, adil yargılanma hakkı [Anayasa m.36], mülkiyet hakkı [Anayasa m.35] ve etkili başvuru hakkı [Anayasa m.40] gibi temel hakları ihlal eden idari ve yargısal işlemleri denetlemektedir. Anayasa mahkemesinin bireysel başvuru sonucu vereceği kararlar, kamu günün kullanan organları için bağlayıcı olup, tutarlı ve öngörülebilir bir uygulama sağlamaktadır.

 

 Bireysel başvuru süreci ön inceleme, kabul edilebilirlik incelemesi ve esas incelemesi olarak üç aşamadan oluşmaktadır. Kabul edilebilirlik incelemesi, ilgili başvurunun temel hakların kapsam ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşıyıp taşımadığı, başvurucunun önemli bir zarara uğrayıp uğramadığının, başvurunun çözümünün bir ilke kararı gerektirip gerekmediği veya daha önceki kararlarla çelişip çelişmediği gibi unsurların dikkate alınarak yapılır. Ayrıca başvurunun dayanaktan yoksun olup olmadığı da değerlendirilir. Bu koşula göre başvurunun esasına yönelik bir inceleme yapılabilmesi için uyuşmazlık konusun açık bir dayanağı bulunmalıdır. Ancak bu aşamada yüzeysel bir inceleme yeterli görülmelidir; aksi halde esas inceleme gerektiren birçok başvuru kabul edilemezlik engeline takılabilmektedir. [19]

 

Kabul edilebilirlik kararı usule ve esasa göre ayrı olarak incelenir ve usule yönelik incelemelerde; mahkemenin kişi, konu, yer bakımından yetkili olması, başvurunun süresi içinde yapılması, başvurunun mükerrer olmaması veya feragat edilmemesi gibi unsurlara bakılır. Esasa yönelik olarak ise kısaca başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmaması ve anayasal ve kişisel öneme sahip olması gibi kriterler incelendiği söylenebilir. [20]

 

Kişi bakımından yetki unsuru incelenirken, başvurucunun ehliyeti ve mağdurluk statüsü dikkate alınır. [21] Örneğin, AYM’ye yapılan 2013/ 6260 numaralı 12/04/2016 karar tarihli Ayşe Sevtap Uzun başvurusunda, somut olayda ihlale neden olduğu ileri sürülen idari işlemin, şehirde ikamet eden başvurucu tarafından Türkiye Taşkömürü Kurumu ile maden arama faaliyetlerini gerçekleştiren şirketin aralarında yaptıkları sözleşmenin feshedilmesi talebiyle açmış olduğu davanın, kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Başvurucunun ilgili davası AYM tarafından yapılan incelemede, Anayasa madde 17 maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi kapsamında incelenmiş ancak madde 36 yönünden bir değerlendirilme yapılmamıştır. Bu durumda başvurunun mağdur statüsü olduğu açık olup mahkemede açtığı davanın ehliyet yönünden reddedilerek esas incelemesi yapılmaması önemli bir eksikliğe sebep olmuştur. [22]

 

Konu bakımından yetki ise, başvurucunun temel hak iddiasının olması ve bu ihlalin anayasa ile güvence altına alınmış, AİHS ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu diğer protokoller kapsamında bulunan bir hak olması gerekmektedir. Bu kapsamda, ileri sürülen ihlal, anayasal bir hak değilse, mahkeme konu bakımından yetkisizlik kararı vermektedir. Başvuruya konu haklar, sadece anayasa ve AİHS metinleri kapsamında örtüşen haklar değil aynı zamanda AİHM içtihatları kapsamında da genişlemektedir. Bu bağlamda, kabul edilebilirlik kriterleri değerlendirilirken başvurunun niteliği, ihlal konusu hak, ihlalin ağırlığı ve anayasal önemi göz önünde bulundurularak başvurucunun lehine yorumlanması gerekmektedir. [23]

 

Madde 48/2 uyarınca, diğer kabul edilebilirlik kriterlerinden biri hem maddi hem de hukuki açıdan başvurunun temelsiz olmamasıdır. Açıkça dayanaktan yoksunluk kriteri, AYM bireysel başvuru yolunda kabul edilmezlik sebepleri içinde yer almaktadır. Bu kapsamda, AYM başvurunun esasına dair bir inceleme yapmadan kabul edilemez nitelikte bariz bir biçimde görülen başvurularında “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna dair karar vermektedir.  Mahkeme, başvurucunun temel hak ihlalinin yeterli bir şekilde kanıtlayamadığı, dosyaya sunulan belgelerden ihlal iddiasının haklı olmadığının anlaşıldığı ve başvuruya konu kamu gücü müdahalesinin meşru olduğu durumlarda yoksunluk kararı vermektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, AİHS 35/3 de benzer bir madde yer almakta ve madde 34 de yer alan kabul edilebilirlik koşullarını karşılamadığı takdir başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna dair karar verebilmektedir. [24]

 

Rezerv alanı ilanı gibi işlemler, mülkiyet hakkını doğrudan sınırlayan nitelikte olduğundan, bu işlemlere karşı açılan davalar sıklıkla Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru incelemesine konu olmaktadır. Özellikle, Mülkiyet hakkının hukuka uygun olarak sınırlandırılması bağlamında, kamu yararının varlığı tek başına yeterli olmayıp, getirilen sınırlamaların anayasal kurallara da uygun olması gerekmektedir.[25] Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin bu tür başvurularda esas incelemesine geçmeden “açıkça dayanaktan yoksunluk” gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermesi, mülkiyet hakkı ihlallerine karşı etkili bir koruma sağlayamamakta ve mağduriyete yol açabilmektedir. Mülkiyet hakkı ihlallerine karşı Danıştay’ın menfaat kavramına ilişkin yorumu mülkiyet hakkının korunmasında etkili olacaktır.

 

Anayasa madde 36 ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, idari yargı bakımından, hak arama özgürlüğünü daraltan sınırlandırmaların kaldırılması ve bu yolla adaletin sağlanması amacıyla uygulama alanı bulacağı söylenebilir. Mahkemeye erişim hakkı her ne kadar madde 6 da açıkça yer almasa da zımni unsurlarından biri olarak kabul edilmektedir. Bu anlamda idari yargıda dava açma ehliyeti mahkemeye erişim hakkına etkisi bulunmaktadır. 

 

Mahkemeye erişim hakkı ise adil yargılanma hakkının koşullarından biri olup, uyuşmazlığın mahkemen nezdinde karar bağlanmasını talep edebilmeyi korumaktadır.  O halde idari yargılamalar kapsamında, menfaat bağı koşulunun yargılama süresince katı bir şekilde yorumlanması, adil yargılanma hakkının dayanaklarından biri olan mahkemeye erişim hakkını yalnızca dava açmak için kullanılan bir sonuca götürmektedir. [26] Anayasa Mahkemesinin 08.09.2020 tarihli 2016/9276 sayılı kararında, yapılan idari işleme karşılık başvurucuların menfaat koşulunun bulunmadığına yönelik verilen kararın mahkemeye erişim hakkının engellendiğinin ve bu hakka yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğuna karar vermiştir. [27]

 

Bu kapsamda, Anayasama Mahkemesi, kabul edilebilirlik kriterlerini AİHM gibi çok katı bir şekilde kısıtlamamalıdır, zira AİHM, AİHS ile güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin ihlali ile yüzbinlerce başvuru alırken, AYM ülke içindeki olağan hukuk yolları tüketildikten sonraki son ulusal başvuru mercii konumundadır. Açıkça dayanaktan yoksunluk geniş yorumlanması, başvurular hakkında daha kolay kabul edilemezlik kararı verilmesine yol açmaktadır, ancak buna istinaden daha gri alan denilebilecek olan başvurularda kabul edilemezlik dar yorumlanmalı ve bireysel başvuru kurumunun amacına uygun hareket edilmelidir.

 

 Sonuç olarak, Anayasa Mahkeme’nin bireysel başvuru yolu, temel hak ve özgürlüklerin korunmasında önemli bir güvence mekanizması olarak kabul edilmektedir. Ancak, kabul edilebilirlik kriterlerinin katı bir şekilde uygulanması, özellikle imar hukukuna ilişkin uyuşmazlıklarda bireyler iç hukuk yollarının gereği gibi tüketilemeden AİHM’ye başvurmak zorunda kalmaktadır. Ancak AYM yapılan bireysel başvuruların neredeyse yarısından fazlasında “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle kabul edilemezlik kararı oluşturmaktadır. AYM’nin artan iş yükünü azaltması amacıyla kabul edilebilirlik kriterini kullanması ve özellikle açıkça dayanaktan yoksun koşulları ile sistemin işlevsiz hale getirilmesinden kaçınılması gerekir.[28]

 

 Bu kapsamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulaması temel hak ve özgürlükleri korunması ve bunların uygulanmasında büyük etkiye sahip olduğu söylenebilir. Türk idari yargı sisteminde AİHS’nin iç hukukun bir parçası olduğu ve yasanın sözleşmeyi değiştiremeyeceği, bu kapsamda sözleşmenin yasal üstü olduğuna dair bir bakış açısı bulunmaktadır. Ülkemizde, AİHM tarafından verilen kararların daha çok ceza ve adli yargı gibi alanlarda gündeme geldiği düşünülmekte ancak idari yargı alanında pek çok uyuşmazlık AİHM önüne götürülmektedir. [29] AİHM’nin inceleyebildiği konulara arasında imar planlaması ve uygulaması da yer almaktadır ve bu idari uyuşmazlıklar, AİHS’nin amacını göz önünde tutarak otonom yorum yoluyla AİHS ve Ek Protokollerde korunan hak ve özgürlükleri uygun olduğu ölçüde incelenebilmektedir. [30]

 

İdari yargılamalarda AİHS kapsamında mülkiyet hakkı değerlendirilmeleri yapıldığı gibi, idari konularda en çok dikkat çeken uyuşmazlıklar ise AİHS madde 6 kapsamında olanlardır. Madde 6 kapsamında ise bireylerin Adil yargılanma hakkı vardır ve herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Adil yargılanma hakkı, AİHS madde 6 da düzenlenene ve pek çok hak ve ilkeyi kapsayan geniş bir madde niteliğine haiz olup, açılmış olan bir davanın nerede, hangi sürede, ne şekilde ve hangi usulle yürütülmesi gerektiğini güvence altına almaktadır. [31]

 

Mülkiyet hakkı ise AİHM’e göre kanun tarafından öngörüldüğü, kamu yararının amaçlandığı ve demokratik toplumda gerekli olmalıdır. Kamu yararının ve mülkiyet hakkının arasında adil bir denge olması gereklidir.  AİHS de yer alan mülkiyet hakkında mal ve mülkün kontrol altına alınabileceği ve bu alanda devletlerin yetkili makamlarının geniş bir takdir yetkisine haiz olduğu görülmektedir. Ancak buradaki mülkiyet hakkının talep edilebilir olması kıstası aranmaktadır ve talep ve dava edilebilir olması içinde hakkın kesin ve mevcut olması gereklidir. Üye devletlerin iç hukukunda hakkın varlığının kabul edilmediği durumlarda otonom mülkiyet kavramının ortay çıktığından bahsedilebilir. AİHM’nin mülkiyet hakkı kapsamında önüne gelen uyuşmazlıklarda yaptığı değerlendirme hakkın özünün yok edilip edilmediği ana değerlendirme kıstasıdır [32] 

 

Sonuç olarak, hukuk devleti ilkesinin korunabilmesi, idari işlem ve eylemlerin etkili bir şekilde yargısal denetime tabi tutulmasına bağlıdır.  Bu çerçevede, idari yargıda dava açma ehliyeti, bireylerin hak ve arama özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olup, dar yorumlanması hak arama hürriyetini zedeleyebilir. Nitekim Danıştay menfaat ihlali şartını geniş yorumlayarak bireylerin yargı yoluna erişimini kolaylaştırma yönünde bir içtihat geliştirmiştir. Özellikle, idarenin rezerv alanı ilanı gibi mülkiyet hakkını doğrudan etkileyen idari işlemlerde bu dar yorum hak kayıplarına ve mağduriyete sebep olmaktadır. Bu kapsamda AİHM, idare ile idari işlemlerden etkilenen kişilerin arasındaki adil dengenin korunması gerektiğini vurgulamaktadır.

 

Av. Gülçin Kırcı

 

Kaynakça:

 

1. Efe Bilke, “Kentsel Dönüşüm Kapsamında Afet Riski Altındaki Alanların Tespit ve Yargısal Denetimi”, Yüksek Lisans Tezi, 2018, sayfa 102

2. Zühal Aysun Sunay, “İdari Yargıda İptal Davası Sonucu Verilen Kararların Gerekçesi”, Doktora Tezi, 2016, sayfa 1

3. Mikail Kılıç, “İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti ve İptal Davalarında Menfaat İhlali Koşulu”, Yüksek Lisans Tezi, 2011, sayfa 16

4. Abdullah Atay, “Bireysel Başvuru Karalarının İdari Yargıda Usul Kurallarının Yorumuna Etkisi”, 2021, sayfa 159

5. Mikail Kılıç, “İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti ve İptal Davalarında Menfaat İhlali Koşulu”, Yüksek Lisans Tezi, 2011, sayfa 92

6. Av. Dr. Tevfik Barbaros Ulutaş, “İmar Planlarının Yargısal Denetiminde Kamu Yararı Kriteri”, 2021, sayfa 192

7. Selman Sacit Boz, “İçtihat Temelli Çevre Davalarında Menfaat İhlali”, Necmettin Erbakan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, Yıl 2023, sayfa 891

8.  Dr. Emine Cin Karagöz, “İdari Yargıdaki Menfaat Kavramının Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında Değerlendirilmesi”, Cilt 26, Sayı 1, Yıl 2022, 127

9. Selman Sacit Boz, “İçtihat Temelli Çevre Davalarında Menfaat İhlali”, Necmettin Erbakan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, Yıl 2023, sayfa 892

10. Selman Sacit Boz, “İçtihat Temelli Çevre Davalarında Menfaat İhlali”, Necmettin Erbakan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, Yıl 2023, sayfa 893

11. Mikail Kılıç, “İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti ve İptal Davalarında Menfaat İhlali Koşulu”, Yüksek Lisans Tezi, 2011, sayfa 82

12. Av. Dr. Tevfik Barbaros Ulutaş, “İmar Planlarının Yargısal Denetiminde Kamu Yararı Kriteri”, 2021, sayfa 192

13. Mikail Kılıç, “İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti ve İptal Davalarında Menfaat İhlali Koşulu”, Yüksek Lisans Tezi, 2011, sayfa 161

14. Av. Dr. Tevfik Barbaros Ulutaş, “İmar Planlarının Yargısal Denetiminde Kamu Yararı Kriteri”, 2021, sayfa 99

15. Ahmet Yağlı, “İptal Davalarında Menfaat Koşulu”, Yüksek Lisans Tezi, 2020, sayfa 85

16. Selman Sacit Boz, “İçtihat Temelli Çevre Davalarında Menfaat İhlali”, Necmettin Erbakan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, Yıl 2023, sayfa 881

17. Mikail Kılıç, “İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti ve İptal Davalarında Menfaat İhlali Koşulu”, Yüksek Lisans Tezi, 2011, sayfa 78

18. Dr. Emine Cin Karagöz, “İdari Yargıdaki Menfaat Kavramının Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında Değerlendirilmesi”, Cilt 26, Sayı 1, Yıl 2022, 136

19. İsmail Emrah Perdecioğlu, “Anayasa Mahkemesinin Bireysel Başvuru ve Norm Denetimi Kararlarının Uyumlaşma Sorunu: Mülkiyet Hakkı Örneği”, Yüksek Lisans Tezi, 2018, sayfa 45

20. Servet Alyanak “AYM’ye Yapılan Bireysel Başvuruda İhlalin Varlığıyla Kabul Edilebilirlik Arasında Gri Alan Olarak “Açıkça Dayanaktan Yoksunluk” Kriterinin AİHM İçtihadı Çerçevesinde Analizi, 2023, sayfa 8

21. Hüseyin ekinci, “anayasa Bireysel Başvuruda Kabul Edilebilirlik Kriterleri ve İnceleme Yönetimi”, Anayasa Yargısı 30,2023, sayfa 180

22. Abdullah Atay, “Bireysel Başvuru Karalarının İdari Yargıda Usul Kurallarının Yorumuna Etkisi”, 2021, sayfa 168

23. Hüseyin ekinci, “anayasa Bireysel Başvuruda Kabul Edilebilirlik Kriterleri ve İnceleme Yöntemi”, Anayasa Yargısı 30,2023, sayfa 166 

24. Servet Alyanak “AYM’ye Yapılan Bireysel Başvuruda İhlalin Varlığıyla Kabul Edilebilirlik Arasında Gri Alan Olarak “Açıkça Dayanaktan Yoksunluk” Kriterinin AİHM İçtihadı Çerçevesinde Analizi, 2023, sayfa 11

25. Seda Yurtcanlı, “Afet Riski Altında Temel Hak ve Özgürlükler: 6306 sayılı Afet Yasası Kapsamında Temel Hak ve Özgürlüklere getirilen Sınırlamalar”, anaysa hukuku dergisi sayı 4 yıl 2023, sayfa 327

26. Dr. Emine Cin Karagöz, “İdari Yargıdaki Menfaat Kavramının Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında Değerlendirilmesi”, Cilt 26, Sayı 1, Yıl 2022, 145

27. Lex Pera, Anayasa Mahkemesi Kararı 1.B.B. 2026/9276 T. 08.09.2020

28. Servet Alyanak “AYM’ye Yapılan Bireysel Başvuruda İhlalin Varlığıyla Kabul Edilebilirlik Arasında Gri Alan Olarak “Açıkça Dayanaktan Yoksunluk” Kriterinin AİHM İçtihadı Çerçevesinde Analizi, 2023, sayfa 11

29. Özlem Erdem Karahanoğulları, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında İdari Yargı”, İnsan Hakları Yıllığı, Cilt 23-24, Yıl 2001-2002, sayfa 31

30. Oğuz Sancaktar, “AİHM Kararlarının Türk İdare Hukukuna Etkileri Konusunda Genel Gözlemler” Amme İdaresi Dergisi, Cilt 38, Sayı 1 Mart 2005, sayfa 90

31. Zühal Aysun Sunay, “İdari Yargıda İptal Davası Sonucu Verilen Kararların Gerekçesi”, Doktora Tezi, 2016, sayfa 124

32. İbrahim Kapaklıkaya, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Türk İmar Hukukunda Mülkiyet Hakkı”, İstanbul Üniversitesi Doktora Tezi, 2021, sayfa 42

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN