Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

ANAYASA MAHKEMESİ'NİN İPTAL KARARLARININ DAVALARA ETKİSİ

ANAYASA MAHKEMESİ'NİN İPTAL KARARLARININ DAVALARA ETKİSİ

1. GİRİŞ

Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında temel kural derhal etki kuralıdır. Buna göre iptal kararları derdest davalara derhal uygulanmaktadır. Bu kuralın istisnası kazanılmış haktır. Ancak iptal kararlarının yargı organları tarafından nasıl uygulanacağı hususu net olmadığı için bu konuda birbirinden farklı kararlar bulunmaktadır. Bu konuda birçok yargı kararını ele alarak açıklamaya çalıştım.

Ayrıca iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi kapsamında kesinleşmiş kararlara uygulanmayacağını ancak ceza yargılamasında bazen bunun istisnasının uygulanabileceğine değindim.

İptal kararının derhal uygulanması kuralının istisnası olan kazanılmış hak kavramını ayrımlarıyla ve gerek teorik gerekse yargı kararları ile ele alarak açıkladım. 

Özellikle birbiri ile çelişen yargı kararlarına değinerek genel kuralı ele alınarak açıklamaya çalıştım.

 

2. ANAYASA MAHKEMESİ İPTAL KARARLARININ UYGULANMASINDA TEMEL KURAL

2.1. Genel Olarak

Bilindiği üzere, Anayasa Mahkemesi kararları kural olarak yürürlüğe girdikleri tarih itibariyle derhal etki göstermektedir. Ancak bazı durumlarda yürürlüğe gireceği tarih ayıca kararlaştırılabilir. İptal kararlarının yürürlük tarihi Resmî Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez. Anayasa'nın [1] 153. maddesinde Anayasa Mahkemesi’nin nitelik ve özelliklerine ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. [2]

Ancak uygulamada bazı iptal kararları yargı organlarınca hiç uygulanmazken, bazı iptal kararlarının ise geçmişe etkili uygulandığı da tespit edilmektedir. Bu kapsamda temel tercih iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlandıkları tarih itibariyle derhal yürürlüğe girmesi ve henüz kesinleşmemesi tüm hukuki durumlara etkili olması olup, yürürlüğün Anayasa Mahkemesi kararıyla ertelenmesi halinde ise, bu tarihte ya da yasama organının müdahalesine kadar Anayasa’ya aykırı norm uygulamaya devam etmektedir. [3]

Kural olarak Anayasa Mahkemesi kararı yürürlüğe girdiği andan itibaren gerek idari makamları gerekse yargı organları Anayasa’ya aykırı normu uygulamaya derhal son vermelidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının derhal etkisinin iki yönü bulunmaktadır. Bunlar kesinleşmemiş hukuki durumların yeni hukuki durumdan etkilenmesi ve kesinleşmiş hukuki durumların yeni hukuki durumdan etkilenmesidir.

Kısaca iptal kararı özelinde bu etki şu şekilde ortaya çıkmaktadır. İptal kararları yürürlüğe girmeden önce kesinleşen hukuki durumlar bu kararlardan etkilenmezken, kesinleşmemiş hukuki durumların bu karardan etkilenmesi esastır. Bu durum kazanılmış haklara zarar vermediği gibi bu durum iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesine de aykırı değildir.

İptal kararlarına göre sonuçlanması kuralı sadece açılmış davaları değil, görülmekte olan dava başvuruları için de uygulanmaktadır. Görülmekte olan dava başvurusu yapılmış ve henüz karar verilmemiş tüm davaları kapsar. Buna kısaca kesin hükme bağlanmamış tüm işlemlere uygulanacağı ifadesini kullanmak da mümkündür. Örneğin; ilk derece mahkemesinin karar vermesi ile bu karar aleyhine üst kanun yoluna başvurulmuş ise, bu aşamada da iptal kararlarının uygulanması gerekmektedir. Buna ek olarak henüz dava açmamış kişiler açısından iptal kararından sonra dava açmaları durumunda da iptal kararının bu davada da uygulanması gerekmektedir.

2.2. Anayasa Mahkemesi İptal Kararlarının Geri Yürümezliği İlkesi

Gerek 1961 Anayasası’nda gerekse 1982 Anayasası’nda Anayasa Mahkemesi kararlarının geri yürümeyeceği açıkça düzenlenmiştir.

Anayasa’nın 153. maddesinde Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının geri yürümeyeceği açıkça düzenlenmiştir. Gerçekten de 153. maddede aynen, “…İptal kararları geriye yürümez…” denmektedir. Yine aynı maddede iptal edilen hükümlerin iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren yürürlükten kalkacağı da düzenlenmiştir. Ancak yukarıda da belirtmiş olmamıza karşın, Anayasa’daki bu açık hükme rağmen iptal kararlarının geriye yürüyüp yürümeyeceği gerek doktrinde gerekse mahkeme kararlarında tartışmaya neden olmuş ve mahkemeler bu konuda birbirinden farklı ve birbiri ile çelişen kararlara yer vermiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları kurucu niteliktedir. İptal kararları karar tarihi veya iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanması tarihinden itibaren etki göstermesi ve geçmişe etki etmemesinden bu kararların tespit edici değil kurucu nitelikte olduğunu anlamaktayız. [4] Ancak iptal kararlarında söz konusu yasal düzenlemenin hukuka aykırı olduğu tespiti yapılmaktadır. Bu sebeple de aslında iptal kararlarının tespit edici değil kurucu bir niteliğe sahip olduğunu söylemek iptal kararlarının niteliğine ters düşmektedir. Aksi bir kabul durumunda, denetimi yapan mahkemeye, denetime konu olan ve hukuka aykırı olduğu tespit edilen yasanın iptal kararına kadar hukuka uygunluğunun tesisi yetkisinin verilmesi anlamına gelecektir. Anayasa Mahkemesi iptal kararıyla Anayasa’ya aykırı olan bir kanun karar tarihine kadar hukuka uygunluk kazanmaktadır. [5] Bu ise hukuka aykırı işlemeye sonradan icazet verilmesi niteliğindedir ve bu durum hukuk devleti ilkesi ile normlar hiyerarşisine aykırıdır [6].

İptal kararlarının geriye yürümemesi kuralının mutlak bir şekilde uygulandığı hallerde iptal kararına kadar kanunun uygulanmasından zarar görenler cezalandırılmış veya kanunun uygulanmasından menfaat elde edenler imtiyaz elde etmiş olacak ve iptal kararı ile artık kanun uygulanamaz hale geldiğinde eşitlik ilkesine aykırı bir durum meydana gelecektir. Bu tip adaletsizlikleri gidermek için iptal kararlarının geriye yürümemesine bir istisna getirilmiştir. Bu istisnalara aşağıda ayrıntılı olarak değineceğiz. Ancak getirilen bu istisnalar yeterli olmamıştır.

Yukarıda belirtmiş olduğumuz üzere, iptal kararlarının geriye yürümezliği düzenlemesinin bu kadar ince çizgi ile düzenlenmesi diğer kanunla çelişmektedir. Bilindiği üzere ceza hukukunda sanık lehine kanunun geriye yürümesi ilkesi esastır [7]. Aynı şekilde kanun maddesinin iptali halinde maddenin iptal edilmesi lehe ise bu sefer de suç işlenen kanun maddesi ortadan kalkacağından Anayasa Mahkemesi iptal kararının derhal uygulanması gerekir [8].

Bu kapsamda değerlendirdiğimizde Anayasa Mahkemesi’nin hukuka aykırı bularak iptal etmiş olduğu maddenin o işlenen suçta sanık lehine bulunması halinde uygulanması mümkündür. Dolayısı ile kanunda istisna olarak sayılmayan bu şekildeki düzenlemeler mevcuttur. Bu kapsamda Anayasa’nın 153. maddesinde yer alan, “…İptal kararları geriye yürümez…”  ifadesinin, “…diğer kanunlardaki istisna düzenlemeler saklı kalmak kaydıyla iptal kararları geriye yürümez…” şeklinde düzenlenmiş olması daha yerinde olurdu.

3. İPTAL KARARLARININ YÜRÜRLÜĞE GİRMESİ

3.1 Kararların Resmî Gazete’de Yayımı

Yukarıda açıklamış olduğumuz üzere, Anayasa Mahkemesi kararlarının yürürlüğe girme usulü Anayasa’nın 153/3 maddesinde açıklanmıştır. Buna göre; Anayasa Mahkemesi kararlarının Resmî Gazete’de derhal yayımlanması zorunluluğu getirilmiştir. Ancak uygulamaya baktığımızda söz konusu kararlar karar tarihinden çok sonra yayımlanmaktadır. [9]

3.2. İptal Kararlarının Yürürlüğe Girmesinin Ertelenmesi

Anayasa’nın 153/3. maddesi ile AMK’nun [10] 66/3. maddesinde Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının ayrıca kararlaştırabileceği ve bu sürenin bir yılı geçemeyeceği düzenlenmiştir. Ancak kararın yürürlük tarihinin ertelenmesi zorunlu olmayan mahkemenin takdirindedir. Anayasa Mahkemesi iptal kararını ertelemeyi gerek duymuyor ise, kullanmak zorunda değildir. Anayasa’nın 153/3. maddesinde “…Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir…” denmektedir. Buradaki “gereken hallerde” ifadesi, doktrindeki çoğunluk görüşe göre iptal kararı ile ortaya çıkan hukuk boşluğu sebebiyle kamu düzeni ve kamu yararına ilişkin yaşanacak olumsuzlukları önleme ve bunları önlemek amacıyla yasama organına yeni kanuni düzenlemeleri hazırlaması için bir süre tanımaktadır [11].

1961 Anayasa’nın kabulündeki ilk metinde ise iptal kararlarının ertelenmesi karar tarihi sonrasında altı aylık süre ile sınırlıydı. 1971 yılında yapılan değişiklik ile bu süre şimdiki düzenleme gibi bir yıl olmuştur [12].

Anayasa Mahkemesi kararlarının ertelenmesi yönündeki düzenlemeler başka ülkelerde de bulunmaktadır. Belçika Hakemlik Mahkemesi’ne iptal kararının yürürlüğe girmesi durumunda oluşacak kural boşluğunu tamamlamak amacıyla kararı birkaç hafta erteleyebilme yetkisi tanınmıştır [13].  Aynı şekilde Avusturya Anayasası’na da aynı yetki tanınmıştır [14].

4. ANAYASA MAHKEMESİ İPTAL KARARLARININ DERHAL ETKİSİ KURALININ YARGI MERCİLERİNCE UYGULANMA ŞEKLİ

4.1. Genel Olarak

Başta Yargıtay ve Danıştay olmak üzere tüm yüksek mahkemelerin yerleşmiş içtihadı, Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının derhal etkisini kabul etmektedir. Yine yukarıda kısaca değindiğimiz üzere, Anayasa hükümlerinin bir arada değerlendirmesi sonucu iptal kararlarının yargılama aşamasında görülmekte olan tüm davalara derhal uygulanması gerektiği belirtilirken, iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi kapsamında kesin hüküm halini alan kararlar ve kazanılmış hakların korunmasıyla sınırlandırılmaktadır.

Yargılamanın her aşamasında Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının derhal etki doğurması mümkündür.  Yüksek mahkemelerin konuyla ilgili gerekçelerinde bu duruma açıkça değinildiği görülmektedir [15].

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 30.10.2013 tarihli ve 2010/2292 E., 2013/366 K. sayılı kararında “(...) Anayasa’nın 153. Maddesinde yer alan ve iptal karalarının geriye yürümezliğine ilişkin bulunan kural, iptal edilen hükümlere göre kazanılmış olan hakların ortadan kaldırılmasına veya toplum huzurunun bozulmasına yol açacak sonuçları önlemek amacıyla kabul edilmiş olup bu kuralın mutlak anlamda anlaşılıp uygulanmayacağı; özellikle bir davaya bakmakta mahkeme tarafından itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine götürülen konularda uygulanmasının mümkün olmadığını, aksi halde Anayasa’nın 152 maddesinde düzenlenmiş olan “Anayasa’ya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi (itiraz) yolunun hukuk ve uygulama yönünden sonuçsuz kalacağı…” belirtilmiştir.  

Nitekim Anayasa’nın itiraz yoluna başvurulan kanun ya da KHK ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararının beş ay içinde gelmemesi halinde, mahkemenin davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandıracağına işaret edilen 152. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse mahkeme buna uymak zorundadır” yolundaki kural da Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararlarının bu karardan önce açılmış bulunan ve bakılmakta olan davalarda uygulanması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır [16].

Yargıtay 3. D., E. 1999/4663 K. 2001/1921 T. 17.5.2001 tarihli kararında, “Davacının paydaşı bulunduğu adi ortaklığın faaliyetini 31.12.1993 tarihinde terk ettiği, adi ortaklığa ait net aktif vergisi beyannamesinin süresinden sonra ve 3.6.1996 tarihinde verildiği, gayrisafi hasılat esasına göre net aktif vergisi ve gecikme faizi tahakkuk ettirildiği ve kusur cezası kesildiği anlaşılmaktadır. Tahakkukun yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte 3986 sayılı Yasanın gayrisafi hasılat üzerinden net aktif vergisi alınmasını öngören düzenlemesine karşı Anayasa Mahkemesinde açılan iptal davasının sonuçlandığı ancak, 13.7.1995 günlü ve E: 1994/85, K: 1995/32 sayılı iptal kararının henüz Resmi Gazetede yayımlanmadığı için Anayasanın 153'üncü maddesi gereğince uygulanamadığı, tahakkukun ve cezanın Anayasaya aykırı görülerek iptal edilen düzenlemeye dayandığı açıktır. Yargı yerlerinde ihtilaflı hale getirilmiş işlemler, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yürürlüğe girmesiyle iptal hükmünden etkileneceğinden, 28.9.1996 günlü ve 22771 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan söz konusu iptal kararı göz önüne alınmadan hüküm kurulması hukuka aykırı olmuştur.” şeklinde hüküm tesis edilmiştir.

Benzer şekilde Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 21.02.2005 tarihli ve 2004/4849 E., 2005/1452 K. sayılı kararında; “…Anayasanın 153 maddesinde “iptal kararları geriye yürümez” hükmü, iptal kararlarının kesinleşen işlemlere tesir etmeyeceği anlamında olup, elde bulunan uyuşmazlığın sürdüğü davalarda “geriye yürümeme” kuralı uygulanmaz…” denilmektedir.

Görüldüğü üzere bir davada uygulanması gereken kanun maddesi, başka bir dava vesilesi ile iptal edilmiş ise, bu maddenin artık eldeki davada da uygulanmayacağı belirtilmiştir. Bu karara göre; ilgili maddenin yürürlükten kalkması ile davanın konusunun yasal dayanağı kalmamıştır.

 Aynı şekilde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.11.2004 tarihli ve 2004/9-602 E., 2004/595 K. ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.03.2005 tarihli ve 2005/9-118 E., 2005/152 K. sayılı ilamlarında “Anayasa Mahkemesi iptal kararlarını görülmekte olan bütün davalarda uygulanmasının gerekmesine” ifadesi açıkça belirtilmiştir.  

4.2. Anayasa Mahkemesinin İptal Kararının Kazanılmış Haklar Bakımından Değerlendirilmesi

Özel hukuk alanında Türkiye’de kanunların zaman bakımından uygulanması açısından klasik teorilerin başka bir ifadeyle kazanılmış hak teorisinin öğretide hâkim görüş olduğu bilinmektedir [17]. İptal kararının geriye yürümesi yasaklanırken, bu hükmün bir amacı da iptal kararlarından önce yapılan işlem ve eylemlerle kişilerin elde ettiği kazanılmış hakların ve bu yolla kamu düzeninin korunmasıdır [18].

Kazanılmış hak objektif ve genel hukuki durumun kişisel bir işlemle özel hukuki duruma dönüşmesi olarak tanımlanmaktadır. Ancak yine kamu düzeni genel ahlak gibi nedenlerle kazanılmış hak oluşturabileceği de öngörülmektedir [19].

Bilindiği gibi özel hukuk alanında, Türkiye’de kanunların zaman bakımından uygulanması bakımından klasik teorinin başka bir ifadeyle kazanılmış hak teorisinin öğretide hâkim görüş olduğu bilinmektedir [20].  Bunun nedeni, Tatbikat Kanunlarının kaynağı olan İsviçre Medeni Kanunu’nun hazırlandığı 20. yüzyılın başında kanunların zaman bakımından yürürlüğüne ilişkin sadece klasik teorinin olmasıyla açıklanmıştır. İptal kararlarının geriye yürümesi yasaklanırken, bu hükmün bir amacı da iptal kararlarından önce yapılan işlem ve eylemlerle kişilerin elde ettiği kazanılmış hakların ve bu yolla kamu düzeninin korunmasıdır. [21]

4.3. Kazanılmış Hak

Kazanılmış hak, objektif ve genel hukuki durumun kişisel bir işlemle özel hukuki duruma dönüşmesi olarak tanımlanmaktadır [22]. Ancak, yine kamu düzeni, genel ahlak gibi nedenlerle kazanılmış hak oluşabileceği de kabul edilmektedir [23].

Danıştay 1. Dairesi’nin 10.12.1988 tarihli ve 1988/336 E., 1988/355 K. sayılı kararında, kazanılmış hakların korunmasının hukuk devlet ilkesinin gereği olduğu belirtilmiştir. Ancak bu kararda kazanılmış hakların sınırı belirlenmemiştir.

Ayrıca Anayasa’nın 17.03.2011 tarihli 2010/106 E., 2011/55 K. sayılı kararında kazanılmış haklara saygı ilkesi tanımlanmıştır. Kararda aynen, “…Kazanılmış haklara saygı ilkesi, hukukun genel ilkelerinden birisini oluşturmaktadır. Kazanılmış hak, özel hukuk ve kamu hukuku alanlarında genel olarak, bir hak sağlamaya elverişli nesnel yasa kurallarının bireylere uygulanması ile onlar için doğan öznel hakkın korunmasıdır. Kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın, yeni yasadan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş haktır…”  şeklinde tanımlanmıştır.

Kazanılmış haklara müdahale eden kanunu geriye etkili kabul eden klasik teori anlayışını eleştiren modern teori, geriye etkili kazanılmış hakkı değil, tamamlanmış hukuki durumlara müdahale edilmesi olarak tanımlamaktadır [24]. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının derhal etki doğurduğu kabul edildiğinde, kazanılmış hakların bundan nasıl etkileneceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Burada maddi hak ile usuli hak ayrımının yapılması zorunluluk arz etmektedir.

Usuli kazanılmış hak, tarafların davranışlarına bağlı olmayan mahkemeler tarafından gerçekleşen işlemler olarak tanımlanmaktadır. Örneğin; yerel mahkeme tarafından davanın kabulüne karar verilmesi halinde, henüz dosya kesinleşmeden kararın dayanağı kanun maddesi iptal edilmiş ise, söz konusu iptal kararı bu dava için de uygulanmaktadır. Yerel mahkemenin davacı lehine karar vermesi davacı açısından kazanılmış hak ifade etmektedir [25].

Maddi kazanılmış hak ise kişinin söz konusu kanun maddesi iptal edilmeden gerekli şartları yerine getirmesi ile o kanundaki hakkı elde etmeyi kazanması şeklinde açıklanabilir. Maddi anlamda kazanılmış hak, yine her hukuk dalının ve her somut olayın özelliklerine göre ilgili yargı yeri tarafından farklı şekilde belirlenmektedir.

Maddi ve usuli kazanılmış hak kavramı yargı kararlarında da ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Şöyle ki; Yargıtay HGK., E. 2012/692 K. 2013/138 T. 23.1.2013 tarihli kararında; “Usuli kazanılmış hak; Yargıtay'ca bir kararın bozulması ve mahkemece bozma kararına uyulması halinde, bozulan kararın bozma sebeplerinin kapsamı dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usul hükmüdür. Bir konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemenin uymuş olması halinde, bu durum taraflardan birisi lehine usuli bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme ne de Yargıtay halele uğratabilir.

Ne var ki, davadaki taleplerden biri hakkındaki Yargıtay’ın bozma kararının kapsamı dışında kalması (kısmi onama) ile kesinleşmesi nedeniyle doğan usuli kazanılmış hakkı, maddi anlamda kesin hüküm (m.237) ile karıştırmamak gerekir. Maddi anlamda kesin hükümde, mahkeme (ve Yargıtay) davadan elini tamamen çekmiş (dava bitmiş, kesin biçimde sonuçlanmış) durumdadır. Oysa, davadaki taleplerden biri hakkındaki kararın bozma kararının kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşmesi halinde, mahkeme davadan elini henüz çekmiş durumda değildir. Çünkü, mahkeme hakkındaki karar bozulan taleple ilgili olarak davaya devam etmektedir. Bu davada hakkındaki karar kesinleşmiş olan taleple ilgili olarak (maddi anlamda kesin hüküm nedeniyle değil) usuli kazanılmış hak nedeniyle inceleme yapılamamaktadır. Ancak usuli kazanılmış hakkın istisnalarından birinin varlığı halinde, hakkındaki karar bozmanın kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşmiş olan talep hakkında da mahkemece inceleme yapılabilir ve yeni bir karar verilebilir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.Baskı, İstanbul 2001, Cilt 5, s.4770).

Bu husus 28.06.1960 tarih, 21/9 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararı (YİBK)'nda da “...Sonradan çıkan içtihatı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir....” şeklinde ifade edilmiştir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir. Zira, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.

Somut olaya dönecek olursak, davacı Hazine tarafından çekişmeli taşınmazların 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 4.maddesi uyarınca kıyıda kaldığı ileri sürülerek eldeki davanın 27.03.2008 tarihinde açıldığı, yargılama sırasında 25.02.2009 tarihinde kabul edilen 5841 sayılı Yasa ile değişik 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3.maddesindeki; “...Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır” hükmünün getirilmesi üzerine, yerel mahkemece 24.06.2009 tarihinde hak düşürücü süreden davanın reddine karar verildiği; hükmün davacı Hazine tarafından temyizi üzerine Özel Dairece 08.02.2010 tarihinde yapılan temyiz incelemesi sonucu davanın 10 yıllık hak düşürücü süreden reddinin doğru olduğu belirtilerek, hükmün sadece yargılama giderleri yönünden bozulduğu; mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda 01.12.2010 tarihinde hak düşürücü süreden davanın reddi ile yargılama giderlerinin davalılardan tahsiline karar verildiği; ikinci hükmün davacı Hazine vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece davada uygulanan yasa metninin iptal edildiği gerekçesi ile bozulduğu; mahkemece önceki kararda direnilmesi üzerine dosyanın Hukuk Genel Kurulu’na geldiği anlaşılmaktadır.

Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden bu davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesi'nce iptal ediliğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 28.06.1960 tarih, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.

Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; Yerel Mahkemece dava, 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle reddedildiğinden ve Özel Dairece bu husus bozma kapsamı dışında bırakılmış olduğundan bu yöne ilişkin direnme kararının doğru olduğu ancak 6099 sayılı Kanun hükümlerinin gözetilmemesi doğru olmadığından, hükmün sadece bu yönden bozulması gerektiğini ileri sürmüş iseler de bu görüş Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluğunca yerinde görülmemiştir.

Her ne kadar Yerel Mahkemece eldeki davada 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle davanın reddine karar verilmiş ve Özel Dairece bu husus bozma kapsamı dışında bırakılmışsa da, davanın reddine gerekçe yapılan yasa metni Anayasa Mahkemesi'nce yukarıda değinildiği üzere iptal edilmiş olmakla bu durumun ilgili taraf lehine usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olduğu söylenemeyecektir.

Hal böyle olunca; aynı hususa işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” şeklindedir.

Danıştay 11. Dairesi’nin 17.02.2016 tarihli ve 2016/223 E., 2016/583 K. sayılı kararında;  “…Anayasa’nın 153. maddesinde yer alan, Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının geriye yürümeyeceği kuralı, iptal edilen hükümlere göre kazanılmış olan, doğumu anında hukuka uygun olarak tamamlanmış ve böylece kişiye özgü, lehe sonuçlar doğurmuş, daha sonra mevzuat değişikliği veya işlemin geri alınması gibi nedenlere rağmen, hukuk düzenince korunması gereken haklara yönelik olup, Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiş bir düzenlemeyle ilgili uyuşmazlıkların, Anayasaya aykırılığı saptanmış hükümler dikkate alınarak çözümlenmeleri Anayasa’nın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil edecektir...”  şeklinde tespitte bulunulmuştur.

Yargıtay karalarında da benzer bir yaklaşım söz konusudur. Örneğin; hizmet birleşmesi yapıldıktan sonra dayanağı olan maddeye ilişkin iptal kararı, sigortalı için kazanılmış hak oluşturduğu dikkate alınarak uygulanmamıştır [26].

Aynı şekilde mülkiyet hakkıyla ilgili yakın tarihlerde bir karar verilmiştir. [27] Buna göre; Medeni Kanun’un olağanüstü zamanaşımı yoluyla taşınmaz kazanımını düzenleyen 713. maddesinde yer alan “ölmüş” ifadesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş ve iptal kararı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır [28]. Bu madde yürürlükteyken belirli koşullar altında yirmi yıl önce ölen bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın zilyedi, o taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tescilini isteyebilmektedir. Ancak Anayasa Mahkemesi iptal kararından sonra, görülmekte olan davalarda, yirmi yıl önce ölen kişilerin taşınmazlarının bu yolla kazanılıp kazanılmayacağı tartışması ortaya çıkmıştır. Sonuç itibariyle koşulları sağlanmışsa mülkiyet hakkının önce oluştuğuna ve bunun ilgililer için kazanılmış hak teşkil ettiğine, Anayasa Mahkemesi iptal kararından önce koşulları sağlayanlar bakımından iptal kararının uygulanamayacağına karar verilmiştir [29].

Görüldüğü üzere, yürürlüğü durdurma kararının yürürlüğe girdiği tarihten önce taleplerle ilgili koşulları dolduran taraflar bakımından iptal kararının bir etkisinin olmayacağı, üstelik kazanılmış hakkın sadece görülmekte olan davalarda değil, iptal kararı yürürlüğe girdikten sonra açılacak davalarda da geçerli olacağı açıktır.

Aynı şekilde kesinleşmiş yargı kararı ya da kesinleşmiş idari işlem dışında maddi anlamda kazanılmış hak elde edilmesi kesinleşmiş bir hukuki durum olarak kabul edilmekte ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının derhal yürürlüğe girmesinden etkilenmemektedir. Bu nedenle de derhal etki kuralının haklar ve hukuki güven ilkesini ihlal etmeyerek Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının geriye yürümemesi ilkesiyle de uyumludur [30].

Maddi kazanılmış hak halinde söz konusu Anayasa Mahkemesi kararının esas bakımından dikkate alınmaması gerektiği açıktır.

Bu yönde verilen karar da aynen şu şekildedir; “…. Başka bir deyişle, mahkeme kararı mülkiyet yönünden 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisinin 639/2 maddesinin aksine kurucu değil açıklayıcı nitelik arz edecektir. TMK'nun 713/2 maddesinde yer alan "...ölmüş..." ibaresinin Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline ilişkin verilen kararın kazanılmış haklar ve yukarıda açıklanan yasal durum ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir başka deyişle, uyuşmazlığın diğer ayağını oluşturan Anayasa Mahkemesinin iptal hükmünün özelliği, geriye yürüme (extunç) etkisinin hukuki kapsam ve uygulama alanı üzerinde durdurulmasında yarar vardır. Hemen belirtelim ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları resmi gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğuracağı belirtildikten sonra, kazanılmış hakların varlığı halinde iptal kararlarının geriye yürümeyeceği ilkesi çoğunlukla kabul edilmiştir. Gerçekte de, Anayasal yargıda; idari yargıdaki iptal kararının (extunç) geriye yürüme etkisi ilke olarak kabul edilmemiş ve iptal edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma geldiği esası benimsenmemiştir. Diğer bir anlatımla Anayasa Mahkemesinin iptal kararının geri yürümezliği kuralına öncelik tanınmıştır (Anayasa mad. 153). Anayasanın 153/V maddesine bakıldığında, iptal kararının geri yürümeyeceği ilkesine, yasa koyucu tarafından bir istisna tanınmadığı duraksamaya yer olmaksızın görülmektedir. Ne var ki, bu anayasal hükmün salt lafzi yorumla uygulanması, zaman zaman hakkaniyet, nesafet, eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı sonuçlar yaratabilir ( Bkz.N.Bilge Anayasa Mahkemesi Kararlarının geriye yürümezliği sorunu, Ankara Baro Dergisi 1990/3, sh.332). O nedenle Anayasanın 153/V maddesinin istisnalarının varlığı öğretide ve yargıda gündeme getirilmiş ve tartışılmıştır. Türk Anayasal sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, Devlete güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında kargaşaya neden olmamak, toplum huzurunun sarsılmamasını sağlamak olarak özetlenebilir. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış haklar) korunması hukuk devletinin gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kaideleri uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geri yürümeyeceğinin kabulü kaçınılmazdır. Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın (2) nci maddesinde açıklanan "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez. Aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 05.02.2003 gün 2003/21-30 E; 2003/57 K sayılı kararında da benimsenmiştir. Tüm bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında; davacı tarafından Çiftlik Köyü 205 parselde tapu siciline kayıtlı taşınmazın, 30.07.1956 tarihinde tapulama çalışmaları sonucunda Ali kızı Emine Sindar adına tesbit ve tescil edildiği, 17.10.2010 tarihinde kayıt malikinin kimlik bilgilerinin düzeltildiği ve Mulla Ali kızı Emine Karademir adına tescil edildiği, Emine Karademir'in 12.05.1947 tarihinde öldüğü, yerel bilirkişi ve tanıklar ile bir kısım davalıların beyanlarına göre taşınmazın, mirasçılar tarafından önce ...'ya, ondan da davacıya satıldığı ve zilyetliğinin devir ve teslim edildiği, 20 yılı aşkın süredir de davacının zilyet ve tasarrufu altında olduğu, 20 yıllık sürenin ise 23.07.2011 gün 28003 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün 2009/58 Esas; 2011/52 K sayılı iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden çok önce dolduğu ve davacı yararına kazanılmış hak oluştuğu, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının kazanılmış hakları etkilemeyeceği nazara alınmadan verilen direnme kararı yerinde görülmemiştir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, Anayasa Mahkemesi iptal kararının derdest davalara uygulanacağı, tapulu taşınmazın iştirakçilerinden bir ya da birkaçının haricen satışının geçersiz olduğu gerekçeleriyle direnme kararının onanması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. O halde, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 24.02.2016 gününde oyçokluğu ile karar verildi.” [31]

 Anayasa Mahkemesi 19/9/2019 tarihinde 2019/48 E. sayılı kararı ile “…Öte yandan iş sözleşmesi ile işçi statüsünde çalışanların büyük bölümü 4857 sayılı Kanun’a tabi olarak çalışmakla birlikte basın sektöründe çalışan gazetecilerin tabi olduğu 5953 sayılı Kanun gibi özel iş kanunları da bulunmaktadır. Bu itibarla fazla çalışma ücretlerinin zamanında ödenmemesi durumu bakımından, farklı kanun hükümlerine tabi olmakla birlikte iş sözleşmesiyle işçi statüsünde çalışan kişilerin karşılaştırma yapılmaya müsait olacak şekilde benzer durumda oldukları açıktır. Buna karşın, basın sektöründe çalışan gazetecilere fazla çalışma ücreti alacaklarının zamanında ödenmemesi durumunda günlük yüzde beş oranında fazla bir ödemenin düzenlendiği, bu yolla çalışan gazeteciler ile diğer kanunlara tabi çalışan işçiler arasında bir farklılık yaratıldığı anlaşılmaktadır. Eşitlik ilkesinin gereği olarak benzer durumda olanlar arasından bir kısmı lehine getirilen farklı düzenlemenin bir ayrıcalık tanınması niteliğinde olmaması için nesnel ve makul bir temele dayanması ve ölçülü olması gerekir. Kuralla gazeteciler lehine getirilen farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanmadığı söylenemez. Ancak nesnel ve makul bir temele dayalı olan farklı muamelenin ölçülü olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekir. Mevzuatımızda 4857 sayılı Kanun’a tabi olarak çalışan işçiler yönünden fazla çalışma ücreti alacaklarının zamanında ödenmemesi durumuna ilişkin olarak en yüksek banka mevduat faizinin uygulanması öngörülmüştür. İtiraz konusu kural ise gazeteciler için fazla çalışma ücreti alacaklarının zamanında ödenmemesi durumunda temerrüt şartı dahi aranmaksızın günlük yüzde beş, yıllık yüzde 1825’e varabilen yüksek oranda fazla ödeme yapılması zorunluluğunu öngörmekte olup bu fazla ödemeye ayrıca yasal faiz uygulanmaktadır. Bu hâliyle kural, basın sektöründe çalışanlar için diğer çalışanlara göre nesnel ve makul bir nedenle de olsa orantısız bir farklı muamelenin getirilmesine yol açmaktadır. Bu itibarla kuralla gazeteciler lehine kabul edilen farklı muamelenin ölçülü olduğu söylenemeyeceğinden kural eşitlik ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 10., 13. ve 48. maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir…” gerekçesi ile fazla mesai çalışmalarında Basın Kanunu’na tabi işçilere %5 oranında günlük faiz uygulanacağı maddesinin iptaline karar vermiştir. Bu kararın derdest davaları nasıl etkileyeceği sorunu gündeme gelmektedir.

Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen Basın İş Kanunu’ndaki faiz düzenlemesi İş Kanunu’nda çalışma süreleri haftalık belirlerken, Basın İş Kanunu’nda günlük belirlenmiştir.  Tüm bu sebepler ile de Basın İş Kanunu’na göre çalışma süresi günlük 8 saattir. Bu nedenle; işçinin günde 8 saati aşan çalışmaları fazla mesai olarak kabul edilmiştir.

Yine gazetecilere özel bir düzenleme olarak; süresine bakılmaksızın gazetecinin ulusal bayram ve genel tatiller ile hafta tatilinde yaptığı çalışmalar da fazla mesai olarak kabul edilmektedir. Ayrıca gazetecinin fazla çalışma ücreti, bir saatlik ücretinin %50 fazlasıdır. Eğer fazla mesai yapılan saat 24:00’dan sonraya rast gelmişse, %100 zamlı olarak hesaplanmalıdır. Fazla mesai saatleri hesaplanırken yarım saatten az süreler yarım saat kabul edilir ve yarım saati geçen süreler de bir saat kabul edilir. Ayrıca fazla mesai ücreti, maaş günüyle birlikte ödenir. Ödenmezse, her geçen gün için %5 zamlı ödeme yapılmalıdır [32].

Ancak bu kararın derdest davalara etki etmesi mümkün değildir. Burada davacının maddi anlamda kazanılmış hakkı söz konusudur. İşçi tarafından yapılan fazla mesai çalışması söz konusu kanun yürürlükte iken yapılmış ise, işçinin geçmişteki çalışması sırasında var olan kazanılmış hakka dayanılarak talep edilen alacaklar bakımından, Anayasa Mahkemesi’nin kanun maddesinin iptali kararının geçmişi etkileyecek şekilde uygulanması mümkün değildir.  İşçi, söz konusu çalışmayı böyle bir yasa olduğu için günlük %5 oranında faiz talep edeceğini bilerek ve düşünerek çalışmıştır. Bu sebeple de burada maddi anlamda kazanılmış hak mevcuttur. Ancak söz konusu Anayasa Mahkemesi kararı usuli kazanılmış hak kabul edilerek yorumlanmış ve iptal kararı derdest davaya uygulanmıştır. [33]

5. SONUÇ

Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarında temel kural derhal uygulanması yönündedir. İptal kararlarının geriye yürümemesi kapsamında bu temel kuralın istisnaları bulunmaktadır. Anayasa iptal kararlarının geriye yürümemesinin temel amacı hukuki güvenlik ve kazanılmış hakların korunması ilkesidir. Bu kapsamda her iptal kararının o derdest davaya uygulanıp uygulanmayacağı hususunun her somut olayda ayrı şekilde incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu sebeple de uygulamada yargı organları tarafından birbiri ile çelişkili kararlar verildiği görülmektedir.

İptal kararlarının derhal uygulanması kuralının istisnası kazanılmış haktır. Söz konusu kazanılmış hak maddi ve usuli kazanılmış hak olarak ikiye ayrılmaktadır. Kişinin iptal kararından önce maddi anlamda kazanılmış hakkı var ise, söz konusu iptal kararının o derdest davada uygulanmaması gerekmektedir. Ancak uygulamada maddi anlamda kazanılmış hak olması halinde de iptal kararlarının uygulandığı ve kişilerin kazanılmış haklarının ihlal edildiğini görmekteyiz. Ancak usuli kazanılmış hak iptal kararlarının uygulanmasını engellememektedir.


Av. Gülden Mehmed Altın

 

Kaynakça:

1. 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (RG 09.11.2982 tarihli ve 17863 Sayılı)

2. Anayasa’nın 153. Maddesi, “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz. Anayasa Mahkemesi bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.

Kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.

İptal kararının yürürlüğe girişinin ertelendiği durumlarda, Türkiye Büyük Millet Meclisi, iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu dolduracak kanun (…) teklifini öncelikle görüşüp karara bağlar.

İptal kararları geriye yürümez.

3. ÜLKER, Özen, Anayasa Yargısında İptal Kararlarının Etkileri, İstanbul, 2016, s. 69.

4. ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz, “Anayasa Mahkemesince Verilen İptal Kararlarının Zaman İçinde Etkisi” Amme İdare Dergisi, C. 23, S. 3, 1990, s.3.

5. AZRAK, Ali Ülkü, “Anayasa Mahkemesi İptal Kararlarının Geriye Yürümezliği”, Anayasa Yargısı Dergisi, C 1, 1984, s.153.

6. ALTINDAĞ, Halil, “Anayasa Mahkemesi İptal Kararı veya Anayasa Değişikliği Sonrasında İdari Dava Açma Sürelerinin Yeniden Doğması”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XVIII, Y 2014, S. 3-4, 777.

7. TULAY, Muhammed Emre, “Kanunilik İlkesi Işığında Ceza Hukuku Kuralarının Zaman Bakımından Uygulanması ve Delil Elde Etme Yöntemlerinde Zaman Bakımından Uygulanma Sorunu”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk araştırmaları Dergisi, C 22, S. 3, 2016, 2721; Yargıtay 5. CD., E. 2006/4786 K. 2006/4240 T. 22.5.2006 tarihli kararında; “…Mağdureden beş yaştan daha büyük olan sanığın nzasıyla cinsi münasebette bulunma eyleminin hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı Yasanın 104/2. maddesine uyan suçu oluşturduğu, kovuşturmasının şikayet koşuluna bağlı bulunmadığı ve fazla ceza öngördüğü için daha lehe olan 765 sayılı Yasanın 416/3, 80 ve 59. maddelerine göre cezalandırılmasına karar verilmiş ise de, Anayasa Mahkemesi'nin 25.02.2006 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 23.11.2005 gün ve 2005/103 Esas, 2005/89 Karar sayılı kararıyla 104. maddenin ikinci fıkrasının iptal edildiği ve bunun sonucunda fiilin birinci fıkraya uyan takibi şikayete bağlı suça dönüştüğü ve mağdurenin şikayetçi olmadığı nazara alınarak, sanığın hukuki durumunun mahkemesince yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, 5237 sayılı TCK.nun 26/2. maddesinin "kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez" hükmü karşısında  17  yaşı  içindeki  mağdureyi  rızasıyla  kaçırıp  alıkoyan  sanığın  aynı  Yasanın  109.  Maddesi anlamında hukuka aykırı bir davranışından söz edilemeyeceği, rızanın fiili hukuka uygun hale getirdiği ve 7/1. madde dikkate alınarak sanığın kaçırıp alıkoyma suçundan beraati yerine hükümlülük kararı verilmesi…”

8. Yargıtay 7. CD., E. 2005/11432 K. 2008/14660 T. 3.6.2008 tarihli kararında; “Hükümden sonra, Anayasa Mahkemesi'nin 20.07.2006 gün ve 26234 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 19.01.2006 gün ve 2005/99-2006/8 sayılı kararı ile 4733 sayılı Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü'nün Yeniden Yapılandırılması ile Tütün ve Tütün Mamullerinin Üretimine, İç ve Dış Alım ve Satımına, 4046 S.K. ve 233 S.K.H.K/da Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 8. maddesinin 2. fıkrasının "...ruhsat harcının on katı tutarında ağır para cezası ile cezalandırılır, bölümünün Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline, ...iptal edilen bölümü nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan, kalan bölümünün de 2949 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 29. maddesinin ikinci fıkrası gereğince iptaline, iptal edilen fıkranın doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, iptal hükmünün, kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine" karar verildiği, dolayısıyla anılan iptal kararının 20.01.2007 tarihinde yürürlüğe girdiği, böylece sanıklara atılı 4733 sayılı Kanun'un 8. maddesinin 2. fıkrası kapsamında satış belgesi almadan tütün mamulü satmak ve belgesi olmayan kimseye satış yapmak şeklindeki eylemlerin maddenin 23.01.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanunla yeniden düzenlenip yürürlüğe girdiği 08.02.2008 tarihine kadar müeyyidesiz kaldığı cihetle katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile sonucu itibariyle doğru olan hükmün (ONANMASINA), 03.06.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

9. GÖZLER, Kemal, Türk Anayasa Hukuku, Bursa, 2019, s. 1185.

10. 6216 Sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, (RG 30.03.2011 tarihli ve 27894 sayılı)

11. TEZİÇ, Erdoğan, Anayasa Hukuku, İstanbul, 2019, s. 261; ÖZBUDUN, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Ankara, 2018, s. 417; GÖZLER, s. 1185.

12. GÖZÜBÜYÜK, S. Şeref, Açıklamalı Anayasaları, Ankara, s. 166.

13. ANAYURT, Ömer, Anayasa Hukuku Genel Kısım, Ankara, s. 720.

14. TEZİÇ, s. 261. 

15. ÜLGEN, s. 70.

16. ÜLGEN, s. 70.

17. BAYSAL, Başak, “Kanunların Zaman Bakımından Yürürlüğü”, Kocayusufpaşaoğlu Armağanı, İstanbul, 2004, s. 475-503.

18. ÜLGEN, s. 71; Yargıtay HGK., E. 2013/2153 K. 2015/1136 T. 1.4.2015 tarihli kararının; “…Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 01.04.2015 gününde oyçokluğuyla karar verildi. MUHALEFET ŞERHİDava, kıyı kenar çizgisi içinde kalan taşınmazın tapu kaydının terkini, müdahalenin meni ve kal talebiyle 9.5.2001 tarihinde açılmıştır.2002 tarihinde verilen davanın usulden reddine ilişkin birinci karar bozulmuş bu karara uyularak esasa girilmiştir.17.11.2009 tarihinde verilen ikinci karar ile talep; taşınmazın 1964 tarihinde davalılar adına kadasro ile tespit edilip kesinleştiği, 5841 sayılı yasa gereğince 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği, dava açıldıktan sonra yasa değişikliği ile dava reddedildiğinden vekalet ücretine hükmedilemeyeceği gerekçesiyle reddedildi. Bu karar Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 31.10.2010 tarihli ilamı ile; "...mahkemece, 5841 sayılı yasa hükümleri gözetilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiş olması doğrudur. Davacı Hazinenin sair temyiz itirazları yerinde değildir, reddine. Ancak, her dava açıldığı tarihteki koşullara tabidir. Mahkemece, iddia çerçevesinde yapılan araştırma ve inceleme sonunda, 28.11.1997 tarih, 5/3 sayılı İçtihadi Birleştirme Kararı gereğince belirlenen kıyı kenar çizgisine göre davacı hazinenin davasında dava tarihi itibariyle haklı olduğu anlaşılmaktadır. O halde, yargılama giderinden ve bu giderlerden sayılan avukatlık ücretinden davalının sorumlu tutulması gerekirken, bu giderlerin davacı hazine üzerinde bırakılmasına karar verilmiş olması doğru değildir..." gerekçesiyle bozulmuştur. Bu ilamın karar düzeltme talebi 3.11.2010 tarihinde reddedilmiştir. Yerel mahkeme bu bozma ilamına uyarak, 6099 sayılı yasanın 16.m ile eklenen Kadastro Kanunu'nun 36/A maddesi gereği davalı aleyhine vekalet ücreti dahil yargılama giderlerine hükmolunamaz şeklinde karar vermiştir. Bu kararın da temyizi üzerine Yüksek 1. Hukuk Dairesi, 30.1.2012 tarihli kararı ile özetle" Davanın reddi ve yargılama giderleri doğrudur. Ancak 5841 sayılı yasa Anayasa Mahkemesince iptal edilerek 23.7.2011 tarihinde yayınlanmıştır. Bu durum kamu düzenindendir, iptal kararının geriye yürümeyeceği ilkesinin istisnasını teşkil eder." gerekçesiyle tekrar bozmuş, karar düzeltme talebini de 11.6.2012 tarihinde reddetmiştir. Yerel Mahkeme; davanın reddine ilişkin karar 3.11. 2010 tarihinde kesinleşmiştir. 2.5.2011 tarihinde yapılan iptal, davalılar aleyhine sonuç doğurmaz gerekçesiyle önceki kararında direnmiştir. Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; Davanın reddi hakkındaki kararın esasına ilişkin kısmının temyiz talebinin ve karar düzeltme talebinin de reddedilmesi üzerine kararın bu kısmının kesinleşip kesinleşmediği, ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararının somut uyuşmazlığa uygulanmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Çözümlenmesi gereken husus; Özel dairece yapılan inceleme üzerine "davanın reddinde bir isabetsizlik yoktur" dedikten sonra kararın ferilerine ilişkin bozma nedeniyle esas hakkındaki hükmün kesinleşip kesinleşmediği hususudur. Eğer, tapu iptal- terkine ilişkin kararın kesinleştiğini kabul edersek Anayasa Mahkemesinin iptal kararının somut uyuşmazlığa uygulanması mümkün olmayacaktır. Bozma kararına uyulması üzerine bozma dışında kalan hususların diğer taraf açısından usulü kazanılmış hak olacağı hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Her kuralın bir istisnası olduğu gibi usulü kazanılmış hakkın istisnaları da HGK nun 1.7.1998 tarihli 4/508-553 sayılı kararında şu şekilde sayılmıştır.1-Bozmaya uyulduktan sonra görülmekte olan davaya uygulanacak yeni bir İ.B.K çıkması.2-Bozmaya uyulduktan sonra geçmişe etkili bir kanun çıkması,3-Bozmaya uyulduktan sonra o konuda uygulanması gereken kanun hükmünün hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi,4-4.2.1959 tarihli İ.B.K. Vurgulandığı üzere bozmaya uyulduktan sonra göreve ilişkin yeni bir yasal düzenleme yapılması,5- Maddi yanılgıya dayalı bozma kararına uyulmuş olmasıdır. Bu istisnaları belirledikten sonra 3. Maddede sayılan istisnanın uygulanabilmesi için hükmün kesinleşmemiş olması gerekir. Somut uyuşmazlıkta esasa ilişkin hükmün kesinleşip kesinleşmediği tespit edilmelidir.09.05.1960 tarihli İ.B.K.da " Usule ait müktesep hakkın diğer bir şekli de bazı konuların yargıtay dairesinin bozma kararının şümulü dışında kalarak kesinleşmesi ile meydana gelen şeklidir." denmektedir. (Baki Kuru 2001 baskı 5. Cilt 4762. S) Yine 4.2.1959 tarihli İ.B.K. Da " bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde, bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usul hükmüdür" denmektedir. Bu içtihada göre bozma kararının dışında kalan hususun kesinleşmesi iki şekilde olur, a- O husus açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş, fakat yargıtayca reddedilmiştir. b- O hususta bir temyiz itirazı olmamasına rağmen bozma sebebi olabilecekken bozma sebebi yapılmamıştır. Bu İ.B.K. Da açıkça belirtildiği üzere uyuşmazlığın esası hakkındaki temyiz talebi reddedilerek artık bu yön kesinleşmiştir. H.G.K. Nun 22.4.1999 tarih, 11/290-296 sayılı kararında " bozma kapsamı dışında kalan hususlar kesinleşmiştir" demekte,20. H.D.nin 12.3.1997 tarihli 2211/2818 sayılı kararında da "Bozma ilamında bozma kapsamı dışında kalan yönlerin kesinleşmiş olduğunun kabulü gerekir" denmektedir. Usulü kazanılmış hakkın istisnaları sayılırken "Kararın (hükmün) kesinleşmesi"nden bahsedilmektedir. HGK nun (somut uyuşmazlığa emsal olan 2011/1-293 E, 2011/424 K, 2011/1-334E, 2011/427K, 2011/1-361E, 2011/390K v.d) emsal kararlarında ise "Maddi anlamda kesin hüküm" olmadığı müddetçe usulü kazanılmış haktan bahsedilemeyeceği belirtilmektedir. Yine bir talebin bozma kapsamı dışında tutulması, bozma ilamında hiç bahsedilmemesi ayrı, "davanın reddinde bir isabetsizlik yoktur. Bu yöne ilişkin temyiz taleplerinin reddine" demek ayrıdır. Karar bozulduktan sonra yerel mahkemece bozma kararı kapsamı dışında kalan hususlarda da bir şekilde farklı bir karar verebilme imkanı varsa bu durumda kararın bu kısımlarının kesinleştiğinden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Eldeki uyuşmazlıkta artık davanın esası hakkında farklı bir hüküm kurmak mümkün değildir. Hükmün esasına ilişkin bu kısmın kesinleştiğini kabul etmezsek, aynı hükmün bir kısmının onanmasına, bir kısmının da bozulmasına karar verilmesi halinde de onanan kısmın kesinleştiğinden bahsedemeyiz. Halbuki bu gibi durumlarda ilamın kesinleşen kısmı için "kesinleşme şerhi" verilmekte ve infaz edilmektedir. Yine elimizdeki olayda farz edelim dava kabul edilse Yargıtayca kabule ilişkin kararın doğru olduğu belirtilerek bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının reddi ile karar ferilerinden bozulsaydı davacı da gelerek hakimden kararın esasına ilişkin kısmının kesinleştiğine ilişkin şerh istemesi halinde hakimin yapması gereken yukarıda açıklanan İ.B.K. Ve Özel daire kararları ile muhtemelen Prof. Dr.Baki Kuru'nun eserine bakacak ve kesinleşme hususunda şüphesi kalmaması nedeniyle bu kısımların kesinleştiğine ilişkin şerh verecekti. Daha da öte bu karar tapuda infaz edilecek belki birkaç kez de el değiştirecekti. Bu durumda da kararın hem madden hem de şeklen kesinleşmediğinden bahsedilemeyecektir. Bu ilkeler ışığında somut uyuşmazlığa tekrar döndüğümüzde;- davanın esasına ilişkin talebin 17.11.2009 tarihli karar ile reddedildiği,- bu kararın temyizi üzerine 31.10.2010 tarihli ilam ile bu husus hakkındaki temyiz talebinin açıkça reddedildiği,- karar düzeltme talebinin 3.11.2010 tarihinde reddedildiği,- bu suretle kararın bu kısmının 3.11.2010 tarihinde kesinleştiği sonucuna varılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin, 5841 sayılı yasanın bu olaya uygulanması gereken maddelerinin iptaline gelince; Yürütmenin durdurulması kararı 12.5.2011 tarihinde alınmış, iptale ilişkin karar ise, 23.7.2011 tarihinde resmi gazetede yayınlanmıştır. Anayasa mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği ilkesinin istisnalarının somut uyuşmazlıkta uygulanabilmesi için uyuşmazlığın kesinleşmemiş olması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153. maddesinde “İptal kararları geriye yürümez.” hükmü bulunmaktadır. Yine 152.maddede “Ancak, Anayasa Mahkemesi'nin kararı esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.” hükmünü içermektedir. Yine mülkiyet hakkını düzenleyen Anayasanın 35.maddesini de gözden uzak tutmamalıyız. 1964 yılından bu yana taşınmaza malik olan davalıların bu hakkını yok sayamayız. Nitekim bu ve benzeri uygulamalar nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde bir çok kez mahkum olmuştur. Devlet, taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını bu nedenle özel mülke konu olamayacağını düşünüyor ve 1964 yılında verdiği tapuyu yok sayıyorsa bu açıkça mülkiyet hakkının ihlali olacaktır. Bu durumda “Hukuk devleti” olan Devletimizin yapması gereken taşınmazı bedeli mukabili kamulaştırmaktır. Sonuç olarak; yukarıdaki İ.B.K., Anayasanın açık hükümleri ve bilimsel yorumlar birlikte değerlendirildiğinde eldeki somut uyuşmazlıkta davanın esası 5841 sayılı yasanın yürürlüğünün durdurulmasından önce kesinleşmiş bulunmakla Anayasa Mahkemesinin iptal kararı geriye yürümeyeceğinden yerel mahkemece verilen direnme kararının onanması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılmıyorum”

19. OĞUZMAN, Kemal/BARLAS, Nami, Medeni Hukuk, İstanbul, 2012, s. 74.

20. BAYSAL, Başak, “Kanunların Zaman Açısından Yürürlüğü”, Kocayusufpaşaoğlu Armağanı, İstanbul, 2004, s. 477-279.

21. ÜLGEN, s. 71.

22. ÜLGEN, s. 72.

23. OĞUZMAN, Kemal/BARLAS, Nami, Medeni Hukuk, İstanbul, 2008, s. 74.

24. ROUBİER’den atfen BAYSAL, s. 480.

25. YİBGK, 04.02.1959, E. 1957, K. 1959/5; " Temyizce bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş, sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usuli hükümdür. Bir cihetin bozma kararının şümulü dışında kalması da iki şekilde olabilir. Ya o cihet, açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat dairece itiraz reddedilmiştir, yahut da onu hedef tutan, bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş olmasına rağmen dosyanın Temyiz Dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan yazılardan onun bir boşama sebebi sayılması mümkün bulunduğu halde o cihet dairece de bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki halde de o konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması, taraflardan birisi lehine usuli bir  müktesep hak  meydana getirir ki, bu hakkı ne  mahkeme,  ne  de  Temyiz  Mahkemesi  halele uğratabilir." ; HGK., E. 2017/1121 K. 2018/1104 T. 16.5.2018 tarihli kararı; “…Ne var ki Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E., 2011/77 K. sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesiyle 21.6.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmî Gazetede yayımlanmıştır.

Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır. Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 33. maddesinde yer alan “Hâkim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır. Bir başka yönüyle Anayasa Mahkemesi iptal kararları usuli kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler. Hâl böyle olunca Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunludur ve mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.O hâlde yerel mahkemece yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda, bozma ve direnme kararlarının kapsamları ile bağlı olmaksızın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak davanın esası incelenerek karar verilmek üzere (diğer hususlar bu aşamada incelenmeksizin) salt bu değişik neden ve gerekçe ile direnme kararının bozulması gerekir…”

26. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 06.06.1975 tarihli ve 1975/10-48 E., 1975/728 K.

27. Anayasa Mahkemesi’nin 17.11.2011 tarihli ve 2009/58 E., 2011/52 K.

28. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 22.12.2011 tarihli ve 2011/3109 E., 2011/7477 K.; Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 27.12.2011 tarihli ve 2011/6877 E., 2011/7730 K.; Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 15.10.2015 tarihli ve 2015/15851 E., 2015/18369 K.

29. ÜLGEN, s. 74.

30. ÜLGEN, s. 74.

31. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 24.02.2016 tarihli ve 2014/1084 E., 2016/158 K.

32. “…5953 sayılı Kanunda bazı alacakların gününde ödenmemesi halinde günlük yüzde beş fazlasıyla ödenmesi gerektiği yönündeki düzenlemenin amacı, gazetecinin ücret ve diğer bazı işçilik alacaklarını güvence altına almak ve kitleleri doğru bilgilendirme gibi önemli bir görevi de olan gazeteciye belli bir oranda iş güvencesi sağlamaktır. Gerçekten gazetecinin emeğinin karşılığı olan hakları yeterince güvence altına alınmadığı taktirde, göreviyle ilgili konularda bağımsızlığı ve hatta tarafsızlığından söz edilemez. Bu nedenle yasa koyucu gazeteciler yönünden ücret ve bazı diğer hakları koruma çabası içine girmiştir. Düzenleme ile hedeflenen amaç, gazetecinin ücret ve diğer işçilik haklarının gününde ödenmesini sağlamaktır. İşverenin yasa hükmüne uyması durumunda günlük yüzde beş fazla ödeme bakımından bir yaptırım gündeme gelmez. Buna karşın ödemelerin gecikmesi halinde günlük yüzde beş fazla ödeme kuralı yıllık %1825 oranına karşılık geldiğinden, kısa süre içinde önemli miktara ulaşabilmektedir. Söz konusu hüküm gazeteci yönünden de bir zenginleşme aracı olarak kullanılmamalıdır. 5953 sayılı Kanunda öngörülen bazı alacakların gününde ödenmemesi halinde günlük yüzde beş fazlasıyla ödeneceğine dair kuralın Anayasa’ya aykırılığı itiraz olarak ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesinin 12.8.2008 gün ve 2005/28 E, 2008/122 K. sayılı kararında, ücret vc fazla çalışma ücretlerin gününde ödenmeme koşuluna bağlı olan söz konusu yaptırımın, kamuoyunu doğru bilgilendirme görevi olan gazetecileri işverene karşı koruma amacını taşıdığı ve gazetecilerin basın özgürlüğünün sağlanması noktasında önemli bir işlev gördüğü açıklanmış ve aykırılık istemi oybirliği ile reddedilmiştir. Fazla saatlerde çalışma karşılığı olan asıl alacaklardan yapılan indirim oranında günlük yüzde beş fazla ödeme miktarlarının da indirilmesi gerektiği açıktır. Günlük yüzde beş fazla ödeme miktarları, gerçekleşen ve kabulü gereken asıl alacak miktarlarının gününde ödenmemesinden kaynaklanmış olmakla, günlük yüzde beş fazlasının da doğrudan hüküm altına alman asıl alacak miktarlarına göre tespiti gerekir. Bundan başka yukarıda sözü edilen gerekçelerle günlük yüzde beş fazla ödeme tutarlarından oransal indirime gidilmelidir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, yüzde beş fazla ödeme tutarlarından yapılan indirim sonucu reddine karar verilen miktar bakımından davalının kendisini vekille temsil ettirmesi durumunda davalı yararına vekalet ücretine hükmedilmemelidir…” (Yargıtay 18.11. 2008 gün 2007/32530 E, 2008/31205 K.)

33. [1] Yargıtay 9. HD., E. 2019/7908 K. 2019/22117 T. 11.12.2019 tarihli kararında; “…İtiraz yoluyla yapılan başvuru üzerine iptal edilen hükmü, benzer işlerde uygulama durumunda bulunan başka mahkemeler de Anayasa Mahkemesi iptal kararına uymak zorunda olup, iptal edilen yasa maddesine dayanarak karar veremezler. İtiraz yoluna başvuran mahkemenin verilecek olan iptal kararı ile bağlı olması, diğer mahkemeler bakımından da aynı etkiyi haizdir. Sadece başvuran mahkeme açısından iptal kararının geriye yürüyeceğinin kabulü, uygulanacak olan norm bakımından mahkemeler arasında eşitsizlik doğuracaktır. Tüm mahkemelerin itiraz yoluna başvurması da beklenemeyeceğinden, uyuşmazlığa dair iptal kararının diğer mahkemelerde derdest olan davalar bakımından da uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.  Yukarıda yapılan tespit, açıklama ve değinilen uyulması zorunlu yargısal içtihatlara göre somut uyuşmazlık ele alındığında; Mahkemece asıl davada, fazla çalışma ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının %5 fazlalıkları hüküm altına alınmış ve bu alacak kalemleri bozma kapsamı dışında kalmış ve bilahare 19.11.2019 tarihli ve 30953 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin 19.09.2019 tarihli ve 2019/48 E., 2019/74 K. sayılı iptal kararı ile de söz konusu %5 fazlalıklarının dayanağı olan norm iptal edilmiştir. O halde Anayasa Mahkemesi’nce itiraz üzerine verilen bu iptal kararı Resmî Gazete’de yayımlanmakla sonuç doğurduğundan ve bu durum ise bozma kararına uyulmakla meydana gelen usulî müktesep hakkın istisnası olduğundan iptal kararının temyiz aşamasında gözetilerek uyuşmazlığa tatbikînin sağlanması gereklidir. Bunun sonucu olarak Mahkemenin Anayasa Mahkemesi’nce verilen iptal kararının gereği olarak fazla çalışma ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının %5 fazlalıklarına ilişkin taleplerin reddine karar verilmesi için hükmün tekrar bozulması gerekmiştir. Ayrıca, davanın açılış tarihi itibariyle %5 fazla ödemeye dair yasal düzenleme yürürlükte olduğundan, bu alacakların salt daha sonra Anayasa Mahkemesi’nce verilen iptal kararının gereği olarak reddedilmelerine karar verildiğinden, Dairemizce bu red nedeniyle oluşan miktar bakımından davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilmesinin hakkaniyetli olmayacağı ve adaletsizliğe yol açacağı sonucuna varılmıştır. Buna bağlı olarak da Mahkemece bozma sonrası verilen hükümde söz konusu red nedeniyle davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmemelidir…”

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN