Son zamanlarda Yargıtay tarafından; uzun zamandır süre gelen manevi tazminat davasının hukuki niteliğine ve kanunen taraflara tanınan ıslah hakkının bu kapsamda kullanılıp kullanılamayacağına yönündeki tartışmaya karşın maddi tazminat talep eden davacının mağduriyetin giderilmesi adına davanın ilerleyen sürecinde ıslah yoluyla manevi tazminat da talep edilebileceği yönünde kararlar vermektedir.
Bu demektir ki manevi tazminat talep etmek isteyen tarafın, başlangıçta talep etmemiş olduğu bu istemine ilişkin, kanunen kendisine sunulan ıslah yolu ile davanın ilerleyen aşamalarında öne sürerek maddi tazminatın yanında ayrıca manevi tazminata da hak kazanabilmesidir.
Bu kapsamda öncelikle ıslah prosedürünün ne olduğu hakkında kısaca bir bilgi verilmesi gerekirse; Islah, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 176. Maddesinde düzenlenmiş olup “Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir. Aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir” şeklinde ifade edilmiştir.
Yargılama sürecinin ana ilkelerinden biri olan “Davanın Genişletilmesi Ve Değiştirilmesi Yasağı”nın bir istisnasını teşkil eden bu yöntem ile kanun koyucu taraflara basit yargılama usulünde cevap dilekçesinin sunulması ile yazılı yargılama usulünde ise ikinci cevap dilekçelerinin sunulması ile başlayan yasağa karşı bir defalığa mahsus olmak üzere karşı tarafın rızası aranmaksızın bir imkan sunmuştur. Zira ıslahın amacı davadaki taraflardan birinin davada eksik bıraktığı veya yanlış bildirdiği vakıaları, talep neticelerini tahkikat bitinceye kadar düzeltmesi olup, düzeltilebilecek işlemler tarafların kendi usul işlemleridir. Fakat bu hakkın sınırı ise, davanın kapsam ve yönünü belirleyen irade beyanın değiştirilebilmesine kadar olup maddi vakıaların değiştirilemeyeceği yönündedir.
Görüleceği üzere ıslah yöntemi sayesinde tarafların taleplerini değiştirebilmesi, arttırabilmesi kanunen bir hak olarak taraflara sunulmuştur. Ancak, bu noktada manevi tazminat talebinin ıslaha konu olup olmayacağını belirlemek için öncelikle bu taleplerin hukuki niteliğini belirlemek gerekmektedir. Zira ıslah yolunun kullanılması noktasında doktrinde ve uygulamada tartışmalara yol açan manevi tazminat talebinin bu kapsamda kullanılıp kullanılamayacağı hususu önemlidir.
Manevi tazminat davasının konusunu, kişinin uğradığı zarar dolayısıyla duyduğu elem ve ızdırabın giderilmesi oluşturmaktadır. Her ne kadar manevi tazminat genellikle para ile ifade ediliyor olsa da maddi tazminattaki gibi somut bir parasal zarar söz konusu olmamakla birlikte manevi zarar, söz konusu zarara yol açan fiilin işlendiği anda tam olarak belirlenemeyebilir. Bu belirsizliğin temel sebeplerinden biri ise, manevi zararın tayinine ilişkin olarak hakime tanınan takdir yetkisidir. Böyle bir durumda, manevi tazminat taleplerinin kısmi dava ve belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı sorunu gündeme gelmektedir.
Zira ıslah yönteminin kullanılamayacağı veyahut gereksinim duyulmayacağı haller olan belirsiz alacak davası ve kısmı dava türleri olup manevi tazminat davasının hukuki niteliğindeki tartışma nedeniyle ıslah prosedürünün uygulanıp uygulanmayacağı tartışmalarına yol açmaktadır. Dolayısıyla tartışmaya açık olan bu konuya ilişkin Yargıtay içtihatları önem arz etmekte olup öncelikle manevi tazminatın hukuki niteliğine ilişkin görüşlerden kısaca bahsetmek gerekmektedir.
Manevi tazminat taleplerinin kısmi davaya konu olup olamayacağı noktasında, kısmı davanın açılabilmesi talep konusunun bölünebilir olmasına bağlı olup bunun en tipik örneğinin para alacaklarının olduğu ve manevi tazminatın da talep konusunu çoğunlukla para alacakları oluşturduğundan manevi tazminat davalarının kısmi dava olarak açılabileceği yönünde düşünülmektedir.
Fakat bu kapsamda manevi tazminatın konusunun her durumda alelade bir para alacağının oluşturacağı yönünde bir sonuca varmak hatalı olacaktır. Zira genellikle manevi tazminatın alelade para alacağı olarak ifade edilmesinin kanuni bir zorunluluk olan HMK 119/1-d maddesinden ileri gelmektedir. Gerçekten de manevi tazminatın bölünmezliği kavramı Yargıtay içtihatları ile de benimsenmiş olup öğretide ve kararlılık gösteren yargısal inançlarda da manevi tazminat davasının kısmi dava olarak açılamayacağı, ıslah yolu ile de istemin arttırılamayacağı benimsenmektedir. Buna gerekçe olarak da, manevi tazminat bir bütündür. Duyulan acı ve üzüntünün karşılığı dava yolu ile belirlenip, karşı tarafa bildirildikten sonra arttırılması veya yeni bir dava açılarak istenmesi mümkün değildir. Çünkü manevi tazminatın takdirinde hakime çok geniş takdir yetkisi verilmiştir. Hakimin takdir yetkisi bölünemez denilmek suretiyle kısmi davaya konu edilemeyeceği yönünde içtihat geliştirmiştir.
Bir diğer nokta ise manevi tazminat taleplerinin belirsiz alacak davasına konu olup olmayacağı hususundaki tartışmalar olup bu kapsamda ilk olarak belirsiz alacak davasının açılabilmesi için talep sonucunun miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenmesinin imkansız yahut davacıdan beklenemeyecek olmasına bağlı olduğu kanunen belirtilmiştir. Bununla birlikte bu kapsamda hükmedilecek miktarın hakimin takdirinde olduğu manevi tazminat davalarının da belirsiz alacak davası şeklinde açılabileceği şeklinde çıkarımlarda bulunulmaktadır.
Ancak önemle belirtilmesi gerekir ki manevi tazminata ilişkin olarak kısmi dava bakımından değerlendirmede belirtildiği gibi, belirsiz alacak niteliğinde olup olmadığı yönündeki tartışmada da hakime verilen geniş takdir yetkisi bakımından da değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira burada ayrıca belirsiz alacak davasının kriterleri olan “beklenemezlik veya hukuki imkansızlık” kriterlerinin değerlendirilmesi önem arz etmekte olup bu değerlendirme de hakim tarafından yapılacaktır.
Fakat bu noktada manevi tazminat taleplerinin belirsiz alacak davası şeklinde ileri sürülebileceği kabul edilmesi ihtimalinde davacının dava başında, manevi tazminat olarak göstermiş olduğu geçici değerin en geç tahkikat sonuna kadar belirli hale gelmesi gerekmektedir (HMK m.107/2). Buna karşılık, hükmedilecek manevi tazminat miktarı, hakimin takdir yetkisi dolayısıyla ancak davanın sonunda belirli hale gelebilmektedir. Başka bir deyişle, manevi tazminat bakımından hakime verilen geniş takdir yetkisi HMK m. 107/2’nin gerçekleşmesine engel olmakta, davacı alacağının miktarını ancak davanın sonunda yani hükümle birlikte belirleyebilmektedir. Çünkü HMK madde 36/1-b uyarınca hakimin hükümden önce tazminatı açıklayabilmesi mümkün olmayıp dava başında gösterilen geçici (asgari) talep sonucunun arttırılmasını beklemeksizin kesin bir talep sonucuna hükmedebilmesi ise HMK m. 26’da düzenlenen taleple bağlılık ilkesine aykırılık teşkil etmekle beraber anılan maddenin 2. fıkrasında düzenlenen istisna kapsamına da girmemektedir.
Bu kapsamda görüleceği üzere manevi tazminat isteminin; manevi tazminatın bölünemezliği kuralına aykırı bir biçimde kısmi veya belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı ve manevi zararın HMK 107. Maddesine göre dava yoluyla tespitinin de istenemeyeceği açıktır. Bu nedenlerle Mahkemece manevi zararın belirsiz alacak davası olarak tahsili için açılan davalarda hukuki yarar yokluğundan usulden reddine şeklinde karar verilmesi gerektiği benimsenmiştir. (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 2014/26303E. 2015/2554K. )
Yukarıda anılan tartışmalara konu olan manevi tazminat istemlerinin ortak noktası ise davanın başlangıcı aşamasında davacı tarafından asgari miktarda öne sürülerek sonrasında ıslah yolu ile arttırılmasının talep edilmesidir.
Fakat başlangıçta talep edilmeyen manevi tazminatın yargılamanın ilerleyen süreçlerinde ıslah ile talep edilebilir hale geleceği Yargıtay tarafından verilen birçok kararında kabul edilen bir nokta olmuştur. Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2012/5120E. 2013/4672K. sayılı kararında “Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında davacılar tarafından usulüne uygun olarak açılmış maddi tazminat istemli davada ıslahla manevi tazminat istemelerinde hukuken bir engel yoktur. Mahkemenin başlangıçta talep edilmeyen bir hakkın yargılama aşamasında ıslah ile talep edilemeyeceği değerlendirmesi doğru değildir. Mahkemece manevi tazminata yönelik istemin esası incelenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde reddine karar verilmesi doğru görülmemiş kararın bozulması gerekmiştir.” Denilerek maddi tazminat istemli davada, davacının başlangıçta talep edilmemiş olan manevi tazminatı, ıslah ile isteyebileceğine hükmetmiştir.
Özellikle iş davalarında rastlanılan bu hususa ilişkin olarak her ne kadar Yargıtay tarafından doktrinde mevcut olan ıslah yolunun kullanabileceği veyahut kullanılamayacağı yönündeki usuli tartışmaları bir kenara koyarak karar verdiği görülse de; anılan karar ile de görüleceği üzere manevi tazminatın davanın ilerleyen safhasında öne sürülmesini işçi lehine yorumlama prensibi kapsamında değerlendirerek bu talepleri kabul ettiği görülmektedir. Nitekim bu noktada yakın tarihli bir diğer kararda da yine işçi sıfatına haiz davacının dava dilekçesinde maddi tazminatla birlikte öne sürmediği manevi tazminat talebini ıslah dilekçesi ile eklemiş olduğu olayda Yerel Mahkeme tarafından kabul edilen manevi tazminat talebi Yargıtay tarafından onanmıştır.
Yargıtay tarafından benimsenen genel geçer husus; dava dilekçesine konu edilen talebin yanında yeni bir talebin ıslah yoluyla dahi eklenemeyeceği zira ıslahın ancak açılmış bir dava için söz konusu olacağını fakat dava edilmeyen bir hususun ıslah ile dava konusu haline getirilemeyeceği olmasıdır. Fakat, kanun koyucu tarafından belirtilen kuralları bir kenara bırakarak yukarıda alıntılanan iş davalarında özellikle Yargıtay tarafından bu kuralın dışına çıkılarak işçinin lehine yorumlama ilkesi kapsamında ıslah ile dava konusu edilmemiş olan manevi tazminat taleplerinin yakın dönemlerde sıkça kabul edilmesine rastlanılmaktadır.
Kanaatimizce her ne kadar usulen davaya konu talepler bakımından yeni bir talebin ıslah yolu ile ileri sürülmesi noktasında tartışma teşkil etmesi bir yana, ayrıca manevi tazminat talebi bakımından süregelen nitelik tartışmalarına binaen ıslaha konu edilmesi noktası da netlik kazanmamıştır. Kanunda ve doktrinde görüş birliğinin bulunmadığı bu konuya ilişkin olarak Yargıtay tarafından başlangıçta talep edilmeyen manevi tazminatın ıslah dilekçesi ile talep edilebileceğini usul ve yargılamanın ekonomisi ile ilgili ilkeleri bir kenarda tutarak işçi lehine kararların verilmesinde özen gösterdiği görülmektedir.
Stj. Av. Nurve Çiltaş
Kaynakça: