1.Giriş
Bir mahkemenin verdiği
bağlayıcı nitelikteki bir kesin hükmün daha sonra diğer mahkemeler veya kamu
gücünü kullanan diğer bir devlet organı tarafından işlevsiz hâle getirilmesi,
adil yargılanma hakkının sağladığı güvenceleri de ortadan kaldırır. Anayasa'nın
153. maddesinin son fıkrasında Anayasa Mahkemesi kararlarına uyma ve bu
kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama, yürütme ve yargı
organları ile idare makamlarına herhangi bir takdir yetkisi tanınmamış veya bu
konuda bir istisnaya yer verilmemiştir.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi
31. Hukuk Dairesi’nin 2024/623 E. 2024/862 K. sayılı 17.10.2024 tarihli kararı,
aynı dosya kapsamında Anayasa Mahkemesi’nin 2024/2267 başvuru numaralı
21.12.2027 tarihli kararını ihlal eder nitelikte olup, bu karar ile başta Anayasa’nın
2.maddesi ile güvence altına alınmış hukuk güvenliği ilkesinin gerekliliklerine
uyulmamıştır. Söz konusu karar Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı
niteliğini sorgulatmıştır. Bu yazıda öncelikle söz konusu dosya açıklanacak,
daha sonrasında ise Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 31. Hukuk Dairesi’nin
2024/623 E. 2024/862 K. Sayılı 17.10.2024 tarihli kararının oluşturulduğu hak
ihlalinin daha iyi anlaşılması için Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru yoluna
ilişkin bilgiler verilecektir.
2. Dava Süreci
Davacı, taraflar arasında
imzalanmış sözleşme kapsamında, alacağının davalıdan geç tahsil edilmesi
nedeniyle uğradığı munzam zararın tazmin edilmesi talebiyle dava açmıştır. Ankara
7. Asliye Hukuk Mahkemesi 20.04.2005 tarihinde asıl davanın kabulü ile 500
TL'nin işin tasfiye tarihi olan 09.06.1988 tarihine kadar yasal faiziyle
birlikte davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesine karar vermiştir.
Mahkeme, birleşen davanın ise zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir.
Karara karşı temyiz kanun
yoluna gidilmiş olup Yargıtay kararıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay
kararında 818 sayılı mülga Kanun'un 105. maddesine göre, alacaklının uğradığı
zararın geçmiş günler faizinden fazla olduğu takdirde borçlunun -kendisine bir
kusur yüklenmedikçe- zararı karşılamakla yükümlü olduğu belirtmiştir. Yargıtay
Dairesi’ne göre somut olayda çözümlenmesi gereken sorun, davacının tahsil
ettiği temerrüt faizini aşan bir zararının oluşup oluşmadığıdır. Bu kapsamda Daire,
davacı Şirketin munzam zararı somut delillerle ispat etmesi gerektiğini kabul
etmiştir.
Yargıtay Dairesin bozma kararı
sonrasında dosya ilk derece mahkemesine gitmiş ve Ankara 7. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 2008/145E. ye 2011/544 K. sayılı 28.12.2011 tarihli kararı;
"... bilirkişi
raporlarına göre davacının yaptığı iş nedeniyle davacıya ödenen temerrüt
faizlerinden fazla munzam zararının ispatlanmadığı anlaşılmakla, alınan rapor
ve ek raporların kapsamına göre de davacıya ödenen faizlerden fazla munzam
zarar hesaplanmasına esas alınabilecek faizin yani zararın tespit edilememesine
nazaran mahkememizin 1999/22 Esas sayılı dosyasında evvelce hükmedilen 500
TL'lik munzam zararında bulunmadığı sonucuna varıldığından esas davanın ve
birleşen dosyadaki munzam zarara dair kalemleri ihtiva eden davanın reddine
karar vermenin doğru olacağı sonuç ve kanısına varılmıştır..."
şeklinde olmuştur.
Davacı tarafından temyiz edilen
hüküm, Yargıtay’ın ilamıyla 25.12.2012 tarihinde onanmıştır. Davacının karar
düzeltme istemi de aynı Yargıtay Dairesi tarafından 26.12.2013 tarihli karar
ile reddedilmiştir.
Bunun üzerine davacı 1995
yılından beri süren bu süreç sonucunda Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
2008/145E. 2011/544 K. sayılı kararının sonuçlarının kaldırılması için 20.02.2014
tarihinde mülkiyet hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Anayasa Mahkemesi tarafından
yapılan inceleme neticesinde; makul sürede yargılama hakkının ihlal edildiğine
oybirliği ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ise oy çokluğu ile karar
verilmiştir. Bu doğrultuda kararın örneği mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarını
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 7. Asliye
Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin mülkiyet
hakkı ihlaline ilişkin vermiş olduğu emsal niteliğindeki kararının ilgili kısmı
şöyledir.:
“76. Yukarıda da değinildiği
üzere Anayasa Mahkemesinin daha önce gerek norm denetimi kapsamında gerekse de
bireysel başvuru kapsamında verdiği çeşitli kararlarında alacakların da
mülkiyet hakkı kapsamında olduğu, devlet tarafından alacakların geç ödenmesi
hålinde enflasyon oranları altında olmayan bir faiz ödenmesinin gerek bireyin
hakları gerekse de kamu düzeni bakımından önem taşıdığı belirtilmiştir (bkz. §§
71-73). Anayasa Mahkemesi bu bağlamda kişilerin mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilen alacaklarının kamu kurumlarınca makul olmayan bir sebeple geç
ödenmesi yüzünden değer kaybına uğratılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol
açtığını kabul etmiştir (bkz. § 73).
…
80. Diğer taraftan kural
olarak kişilerin kamudan olan alacaklarının herhangi bir yargısal sürece veya
icra takibine gerek olmadan ödenmesi beklenir. Somut olayda ise
başvurucunun alacağının geç ödenmesinin makul bir gerekçesi mevcut olmadığı
gibi, derece mahkemelerinin geriye dönük olarak tespit ettiği başvurucunun
alacağını kamu makamlarının ancak yapılan yargılama sonucu ödeyebildiği ve
yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle yine kamu makamlarının yarar sağlamış
olduğu anlaşılmaktadır.
81. Sonuç olarak
başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli
ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi
olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklendiği kanaatine varılmıştır. Bu
tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca
ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından
kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması
gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu değerlendirilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi’nin 2014/2267
Başvuru Numaralı, 21.12.2017 tarihli kararı sunucunda dava ilk derece
mahkemesinden yeniden görülmüş ve Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi 2022/27 E.,
2024/277 K. sayılı 16.05.2024 tarihli ilamı:
“Anayasa Mahkemesi kararının
gerekçesi hüküm bölümünün C maddesinin (kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Mahkememize gönderildiği) göz önüne alınarak yargılama yapılmıştır.
…hükme esas alınan bilirkişi
raporuna göre; davacının, davalıdan talep edebileceği varsa munzam zarar
miktarının 10.652.075,80-TL olduğu anlaşıldığından, tüm bu gerekçe ile aşağıda
yazıldığı gibi karara varılmıştır.”
şeklinde olmuştur.
Bu karara karşı her iki taraf
da istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bunun üzerine Ankara Bölge Adliye
Mahkemesi 31. Hukuk Dairesi 2024/623 E., 2024/862 K., 17.10.2024 tarihli:
“Dava konusu somut
olaydaki çözümlenmesi gereken hukuki sorun; temerrüt faizini aşan bir zararın
mevcut olup olmadığıdır. Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest
piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz.
Zira; davacı para alacağını zamanında alması halinde ne şekilde kullanacağını
kanıtlayamamıştır.
Ayrıca alacaklı, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla
olduğunu ispat etmek zorundadır. Soyut enflasyonun ya da bankalarda mevduat
için ödenen faizin temerrüt faizinden yüksek oranda olması, munzam zararın
gerçekleştiği ve kanıtlandığı anlamına gelmez. Burada davacının kanıtlaması
gereken husus enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular
değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü
keyfiyetidir.
…
Yargıtay 11. Hukuk
Dairesi'nin 2021/5036 Esas-2023/847 Karar ve HGK 20204-530 Esas- 2022/ 524
Karar sayılı kararlarında "Anayasa Mahkemesi'nin hak ihlali kararı
vermesinin başlı başına munzam zarar oluştuğunu göstermeyeceği, davacının faizi
aşan zararlan olduğunu ve zararın miktarını, diğer bir anlatımla munzam zararın
ne şekilde oluştuğunu somut olarak ispatlaması gerektiği" belirtilmiştir.
Bu itibarla mahkemece Yargıtayın söz konusu son dönem içtihatları çerçevesinde
davacının "somut zarar ispatı koşulunu" sağlayıp sağlayamadığı
irdelenerek hasıl olacak sonuç doğrultusunda hüküm kurulması gereklidir.
Yukarıda açıklanan
nedenlerle eksik inceleme ve değerlendirmeyle yazılı şekilde hüküm kurulması
isabetli olmadığından, taraf vekillerinin istinaf başvurusunun esası
incelenmeksizin kabulüne, mahkeme kararının HMK'nın 353/1-a.6 maddesi gereğince
kaldırılmasına, dosyanı Dairemiz kararına uygun şekilde incelenip karara
bağlanması için karan veren mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi
gerekmiştir.”
şeklindeki kararıyla Ankara 7. Asliye
Hukuk Mahkemesi 2022/27 E., 2024/277 K. sayılı 16.05.2024 tarihli, 13 yıl
öncesine ait karara geri dönülerek Anayasa Mahkemesi’nin kararı ihlal
edilmiştir. Zira Anayasa Mahkemesi, dosya kapsamında kendisine yapılan başvuru
sonucunda kişilerin kamudan olan alacaklarının herhangi bir yargısal sürece
veya icra takibine gerek olmadan ödenmesinin beklenildiğini; somut olayda
ödemenin beklenmesi için makul bir gerekçenin olmadığını; enflasyon karşısında
alacağın değer kaybına uğradığının ise bariz olduğunu, bu sebeple munzam
zararın tazmini için başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması
gerekmediği sonucuna varmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi ise Anayasa Mahkemesi kararını
ihlal ederek Yargıtay içtihatlarını esas almış, davacının munzam zararının ne
şekilde oluştuğunun ispatlanması gerektiğine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesince verilen
kararların niteliği göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu Bölge Adliye
Mahkemesi kararı ile başta hukuk güvenliği olmak üzere birçok anayasal düzenleme
ihlal edilmiştir.
3. Anayasa Mahkemesi
Kararlarının Niteliği
1982 Anayasasının 153. maddesi
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi kararlarının önemine ve hukuki sonuçlarına
ilişkin çok net hükümler içermektedir. İlgili maddenin 6. fıkrası:
“ Anayasa Mahkemesi
kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”
şeklinde olup, oldukça nettir.
Maddede geçen ifadeler ile Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının özellikleri ve
bağlayıcılığı ifade edilmiştir.
3.1. Kararların Kesin Olması
Anayasa’nın 153. maddesinin ilk
fıkrasında Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiştir.
Bilindiği üzere, yargı kararlarının kesinliği kararın şekli anlamda kesinliği
ve maddi anlamda kesinliği olarak ikiye ayrılmaktadır.
Söz konusu hükümde, Anayasa Mahkemesinin
Kararlarının kesinliğinden kasıt kararların şekli anlamda kesinliğidir. Bu
kapsamda Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı gidilebilecek bir itiraz, temyiz
yahut karar düzeltme gibi bir olağan kanun yolu bulunmamaktadır.
3.1.1. Anayasa Mahkemesi’nin
Bireysel Başvuru Kararlarının Kesinliği
Anayasa Mahkemesi’nin bireysel
başvuru sonucunda vermiş olduğu kararlar ise hem şekli hem maddi açıdan kesindir.
Bireysel başvuru yolunda verilen ihlalin varlığı veya yokluğu ile ihlalin
varlığı halinde bunların giderilmesi yönünde verilen kararların maddi anlamda
kesinliği, mahkemenin ihlalin varlığı veya yokluğuna dair tespitinin içeriksel
olarak kesinleştiğini göstermektedir. Bireysel başvuru kararlarının şekli
anlamda kesinliği ise yukarıda açıklandığı üzere, karara karşı başvurulacak bir
kanun yolunun olmadığı anlamına gelmektedir.
3.2. Kararları
Gerekçelendirme Yükümlülüğü
Anayasa'nın 141. maddesinde,
diğer tüm yargı kararları gibi Anayasa Mahkemesi kararlarının da gerekçeli
olması zorunludur. Bu kural keyfi nitelikte olmayıp, özellikle Anayasa
Mahkemesi için zorunlu tutulmuştur. [1] Bu durum hukuk devletinin mutlak bir
gerekliliğidir.
Nitekim Anayasa'nın 90. maddesi
ile ulusal hukuka aktarılan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, adil yargılanma
ilkesi çerçevesinde mahkemelerin gerekçe gösterme görevini düzenlemektedir.
Gerekçesiz verilen bir karar bu manada adil yargılanma hakkını zedeleyecek,
temel hak ve özgürlüklere aykırı bir durum meydana gelecektir. [2]
3.3.Kararların Bağlayıcı Etkisi
Türkiye Cumhuriyeti 1982
Anayasası’nın 153. maddesinin son fıkrası;
“Anayasa Mahkemesi kararları
Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”
şeklinde olup AYM kararlarının
bağlayıcılığı açıkça ortaya konulmuştur. Bu konu 6216 sayılı Anayasa
Mahkemelerinin Kuruluş ve Usulleri Hakkında Kanun ile de düzenlenmiştir. Bu
kanunun 66. maddesinin ilk fıkrası;
“Mahkeme kararları Devletin yasama, yürütme ve
yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
şeklindedir. Dolayısıyla
Anayasa Mahkemelerinin Kuruluş ve Usulleri Hakkında Kanuna göre de Anayasa
Mahkemesi kararları bir mahkeme kararı olarak bağlayıcıdır.
3.3.1. Anayasa Mahkemesinin
Bireysel Başvuru Kararlarının Bağlayıcı Etkisi
Anayasa Mahkemesi’nin ihlal
kararları, bir mahkeme kararı olarak bağlayıcıdır. Bu durum en başta Anayasa
Mahkemesinin bir mahkeme olmasından kaynaklıdır. Zira bağlayıcı olmayan bir
kararın mahkeme kararı olmasının bir manası yoktur.
Bu durumun gerekçesinin
doktrinde bir kesim Anayasanın 153.maddesinin son fıkrasına dayandırmaktayken [3]
bir kesim yazarlarsa bireysel başvuru kararlarının bağlayıcılık konusunda 153.
maddeye dayanılması, kararların etkisi konusunda da bu maddeye dayanılması gibi
bir neticeyi doğuracağından ve bireysel başvuru yolunun daha sonradan Anayasaya
eklenen bir kurum olduğundan yola çıkarak bireysel başvuru kararlarının bazı
açılardan 153. maddeye dahil edilmemesi gerektiğini düşünmektedir. [4]
Sonuç itibariyle gerekçeleri
farklı olsa da her iki görüşe göre de Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru
kararları bağlayıcıdır.
Öte yandan, her bir bireysel
başvuru sonucunda verilen karar, başvuru sahibini ve ilgili tarafları bağlayıcı
niteliktedir. [5]
Ancak gerekçe teşkil eden
hukuki mütalaalar genel niteliktedir. Bu nedenle bireysel başvuru kararlarının
gerekçesi herhangi bir özel davanın konusu ile sınırlı olmayıp, uygulamada
benzer durumlara hukuk kaynağı olarak uygulanabilmektedir. Dolayısıyla Anayasa
Mahkemesi’nin bir genel mahkeme kararının anayasaya aykırı olup olmadığı
konusundaki görüşü, sadece kararın görüldüğü mahkemeyi değil, diğer mahkemeleri
de bağlayan bir hukuk doktrini oluşturmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuru kararlarının gerekçesinin bağlayıcı içtihat
teşkil ettiği söylenebilir. [6]
Nitekim 28. Danıştay Vergi Dava
Daireleri Kurulunum 20/1/2016 tarihli ve E.2016/23, K.2016/60 sayılı kararının
ilgili kısmı şöyledir:
"...bireysel başvuru
üzerine Anayasa Mahkemesince hak ihlalinin bulunduğu belirtilerek yeniden
yargılama yapılmasına karar verilmesi durumunda bu karara uyulması zorunlu
olmakla birlikte, diğer davalarda ihlal kararına uyulmasını zorunlu kılan yasal
bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak, Anayasa'da güvence altına alınan temel
hak ve özgürlüklerden birinin İhlal edildiğini tespit eden hak ihlali
kararlarının tarafları, konusu ve sebepleri aynı olan diğer davalarda göz
önünde bulundurulmaması, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı kuralını da
içeren ve Anayasanın 2'nci maddesinde yer verilen Hukuk Devleti ilkesi ile
evrensel hukuk kurallarına aykırılık teşkil edecektir."
Sonuç olarak 1982 Anayasası ile
bu konuya ilişkin yapılan düzenlemeler ve diğer sair mevzuatlar ile devletin
tüm erklerinin Anayasa Mahkemesi kararları ile bağlı olduğunu açıkça
belirtmiştir.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 28.04.2015 tarihli ve 469-132 sayılı kararı şöyledir:
“Bilindiği üzere Anayasanın
148. maddesi uyarınca herkesin Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunma hakkı bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesinin diğer kararları
gibi bireysel başvuruları inceleyen Bölüm kararları da yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlamaktadır. Bu
itibarla Anayasa Mahkemesinin emsal nitelikteki bu kararı karşısında mevcut
içtihatların yeniden gözden geçirilmesi gerekmiştir.' şeklinde açıklandığı
üzere Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ve içtihadi anlamda yol
gösterici niteliği tartışmasızdır...”
Görüldüğü üzere, Anayasa
Mahkemesi bireysel başvuru kararlarının bağlayıcılığı Yüksek Mahkeme
kararlarında da şüpheye yer bırakmayacak şekilde kabul edilmiştir.
4. Bireysel Başvurularda “Yeniden
Yargılama” ya İlişkin Karar
Bu içeriğe konu somut olayda
Anayasa Mahkemesi 2014/2267 Başvuru Numaralı, 21.12.2017 tarihli kararının
hüküm kısmında ilgili kısmı;
“Açıklanan gerekçelerle;
…
B. 1. Anayasa'nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE M. Emin KUZ
ve Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyu ile OYÇOKLUĞUYLA,
…
C. Kararın bir örneğinin
mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2008/145,
K.2011/544) GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE,… karar verildi.”
şeklinde olup hükümde geçen,
kararın yeniden yargılama yapılması için ilk derece mahkemesine gönderilmesine
ilişkin ibare, ilk derece mahkemesine Anayasa Mahkemesi’nin tespit etmiş olduğu
ihlali Anayasa Mahkemesi kararında belirtilen doğrultuda giderme yükümlülüğü
getirmektedir. Bu doğrultuda ilk derece mahkemesi kararını inceleyen Bölge
Adliye Mahkemesi’nin de bu yükümlüğe tabi olduğu rahatlıkla söylenebilecektir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Anayasa
Mahkemesi’nin ihlalin varlığı sebebiyle verdiği “yeniden yargılama”
kararı usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kavramından farklı bir
kavramdır.
Bu doğrultuda ilk derece
mahkemesi, dosya önüne geldiğinde ilk olarak ihlale yol açan kararını
kaldırmalıdır. Sonrasında ise Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilen
ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken incelemeleri yapmalı ve karar vermelidir.
Bu hususlarda ilk derece mahkemesinin bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Bu durumlar
Anayasa Mahkemesi kararından sonra davayı gören ilk derece mahkemesi için
geçerli olduğu gibi Bölge Adliye Mahkemeleri ve Yargıtay için de elbette
geçerli olacaktır.
Anayasa Mahkemesi, 20214/8875
Başvuru Numaralı 03.04.2014 tarihli Mehmet Doğan Başvurusunda, yeniden
yargılama kavramını şöyle açıklamıştır:
"6216 sayılı Kanun'un
50. maddesiyle işaret edilen yeniden yargılama kavramı, ilgili usul
kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan belli yönlerden
farklılık taşımaktadır. Kuşkusuz ki Anayasa Mahkemesinin yeniden yargılamaya
hükmettiği durumlarda da derece mahkemesi kesin hükme bağlanmış bir uyuşmazlığı
yeniden ele almaktadır.
…
Zira ihlal kararı verilen
hallerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece
mahkemelerine değil ihlalin varlığımı tespit eden Anayasa Mahkemesine
bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği
doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla
yükümlüdür. (p.59)”
Dolayısıyla bu yazıya konu
somut olayda ilk derece mahkemesi her ne kadar Anayasa Mahkemesi kararı
doğrultusunda ihlalin sonuçlarını gidermeye yönelik bir karar vermiş olsa da bu
karar, Bölge Adliye Mahkemesi kararıyla Anayasa Mahkemesi kararını ihlal edecek
nitelikte bir gerekçe ile kaldırılmıştır.
Zira Anayasa Mahkemesi kararı,
somut olayda davacıya munzam zarara ilişkin ayrıca bir ispat külfeti
getirilmesinin adil olmadığına ilişkin tespitler yapmışken, Bölge Adliye
Mahkemesi tam tersi bir şekilde munzam zararın tespiti için ispat koşullarının sağlanması
gerektiği ve bunun söz konusu davada gerçekleşmediği gerekçesiyle ilk derece
mahkemesi kararını kaldırmıştır. Bölge Adliye Mahkemesinin kararında aynı
zamanda Anayasa Mahkemesi kararıyla farklı yönde olan Yargıtay kararları
gerekçe gösterilmiştir. Ancak söz konusu kararların davada gelinen aşamada değerlendirilmesi
mümkün değildir. Zira ortada bir Anayasa Mahkemesi ihlal tespiti ve yeniden
yargılama kararı söz konuyken yukarıda da açıklandığı üzere, Bölge Adliye
Mahkemesinin Yargıtay kararlarını gerekçe göstererek bu doğrultuda takdir
yetkisini kullanması mümkün değildir.
Peki Bölge Adliye Mahkemesi’nin
bağlayıcı nitelikteki söz konusu Anayasa Mahkemesi kararına uymamasının sonuçları
ne olacaktır?
5. Anayasa Mahkemesi’nin
Bireysel Başvuru Kararlarının Uygulanmamasının Sonuçları
Öncelikle belirtmek gerekir ki Anayasa
Mahkemesi kararlarının yerine getirilmemesi Anayasa’nın 153. maddesindeki
Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları, idari
makamalar, gerçek ve tüzel kişiler tarafından bağlayıcı olduğunu ifade eden
hükme ve Anayasa’nın 138. Maddesindeki yasama, yürütme, yargı organlarının
mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğuna dair hükme aykırılık teşkil eder.
Aynı zamanda hiç kuşkusuz
Anayasa Mahkemesi kararlarının etkili bir şekilde uygulanması bireysel başvuru
hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Anayasa’nın 148. maddesi ile ilgili maddedeki
şartları yerine getiren herkese bireysel başvuru yoluna başvurma hakkı
getirilmiş olup Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kararlarının icra edilmemesi
söz konusu maddeye de aykırılık teşkil eder.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin
2023/99744 başvuru numaralı Şerafettin Can Atalay Başvurusu (3) üzerine 21.12.2023
tarihinde, AYM tarafından daha önce tesis edilen bireysel başvuru kararı
sonrasında Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin "Anayasa Mahkemesi kararına
uyulmamasına" şeklinde Türk hukukunda bulunmayan bir karar vermesi
üzerine;
“VIL. HÜKÜM
…
B. 1. Anayasa'nın 148.
maddesinde güvence altına alınan bireysel başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE
OYBİRLİĞİYLE,
…
C. Kararı bir örneğinin
Anayasa Mahkemesinin icra edilmemiş olan Şerafettin Can Atalay (2) karan ile
eldeki başvuruya ilişkin Şerafettin Can Atalay (3) kararında tespit edilen hak
ihlallerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince
başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının
durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden
yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine
getirilmesi için anılan mahkemeye (E.2021/178) GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
…karar verildi.”
şeklinde karar verilerek
yargılamanın yenilenmesine ilişkin karar tekrarlanmış ve bireysel başvuru
hakkının ihlal edildiğine ilişkin hüküm tesis edilmiştir.
Hukukun üstünlüğünün kabul
edildiği bir devlette, bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına almak için
inşa edilen mahkemelerin kararlarının yerine getirilmemesi halinde, artık bir
hukuk devletinden bahsedilemeyecektir. Bu sebeple başta devlet, yargı kararlarının
tam bir şekilde zamanında yerine getirilmesini sağlayarak bireylerin hak
kayıplarını önlemekle ve beraberinde bireylerin bir hukuk devletinde hukuk
sistemine güvenini korumakla yükümlüdür.
Zira AYM bireysel başvuru yolu son
çare olarak başvurulan bir hak arama yolu olup bu hak arama yolunda verilen
kararların yerine getirilmemesi bireylerin ve beraberinde toplumun inancını
ağır bir şekilde zedeleyerek anayasal düzene zarar verir, hukuk devletini yok
eder.
Bu doğrultuda Avrupa insan
Hakları Mahkemesi (AİHM), 13237/17 Başvuru Numaralı 20.03.2018 tarihli
başvurucu Mehmet Hasan Altan hakkında Anayasa Mahkemesince verilen ihlal
kararının mahkemelerce uygulanmamasına yönelik şikâyeti incelemiştir.
Mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarının gereğini yerine
getirmemesi bağlamında AİHM şu değerlendirmelerde bulunmuştur:
“142. Mahkeme, Anayasa
Mahkemesi'nin kararından sonra bile, İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nin
kararları uyarınca başvuranın tutukluluğunun devam etmesinin, tutukluluğa
ilişkin davalarda Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yolunun etkinliğine
ilişkin olarak ciddi şüpheler yarattığının altını çizmek istemektedir. Bununla
birlikte Mahkeme, güncel durumda, Anayasa'nın 19. maddesi açısından
özgürlüğünden yoksun biralalan kişilere verilen Anayasa Mahkemesi'ne bireysel
başvuru hakkının, kişilerin özgürlükten yoksun bırakılma şikâyetleri için etkin
bir hukuk yolu olduğuna dair önceki tespitini değiştirmemektedir (daha önce
anılan Koçintar/Türkiye, § 44). Bununla birlikte Mahkeme -bilhassa, ağır ceza
mahkemeleri başta olmak üzere ilk derece mahkemelerinin Anayasa Mahkemesi
kararlarının etkisiyle ilgili içtihadındaki sonraki gelişmeleri dikkate alarak-
Sözleşme'nin 5. maddesi kapsamındaki başvurularla bağlantılı olarak Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru sisteminin etkililiğini inceleme hakkını saklı
tutmaktadır. Bu bakamdan, bu başvuru yolunun hem teoride hem de uygulamada
etkili olduğunu kanıtlamak Hükümete düşmektedir (daha önce anılan
Uzun, § 71)."
Bununla beraber, bireysel
başvuru yolunun etkili olduğu kabul edilen karşılaştırmalı hukuk örneklerinde
anayasa mahkemelerinin bireysel başvuru kararlarının bağlayıcılığı hususu açık
olarak anayasal ve kanuni düzenlemelerle güvence altına alınmış olup anayasa
mahkemeleri de bu hakkın gereği olarak temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiğinin tespiti ile birlikte yeniden yargılama yapılması ve hatta ihlale
yol açan kararların doğrudan iptal edilmesi veya ortadan kaldırılması dâhil
ihlalden önceki duruma dönülmesini sağlayacak yetkilerle donatılmıştır. [7]
6.Sonuç
Anayasa Mahkemesi’nin bireysel
başvuru kararlarının bağlayıcı etkisi şüphe uyandırmayacak şekilde kesindir. Bu
içeriğe konu somut olayda Bölge Adliye Mahkemesi’nin Anayasa Mahkemesi kararını
ihlal edici nitelikteki kararı ile bireylere tanınan anayasal güvenceler ihlal
edilmiş, bireysel başvuru yolu işlevsiz hale getirilmiştir. Bununla beraber
bireysel haklarını ve özgürlüklerini güvence altına almak için inşa edilen
mahkemelerin kararlarının yerine getirilmemesi halinde, artık bir hukuk
devletinden bahsedilemeyecektir. Dolayısıyla bir hukuk devleti olan Türkiye
Cumhuriyeti’nde, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmaması gibi bir durum
mevzubahis olmamalıdır. Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı
karardan dönülmesi ve Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda yeni bir kararın
verilmesi gereklidir.
Stj. Av. Duygu Yaren Yıldırım
Kaynakça:
1.Tören Yücel, 2003:19
2.Baymuş-Acar, Anyasa Mahkemesi Kararlarının
Bireysel Bağlayıcılığı Üzerine bİr Değerlendirme, s.121
3. Karaman, Karşılaştırmalı Anayasa
Yargısında Bireysel Başvuru Yolu, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Doktora Tezi (Danışman Doç. Dr. Hüseyin Özcan), İstanbul, 2013,
s.301.
4. Köküsarı, Anayasa Mahkemesi’nin Bireysel
Başvuru Yolunda İhlal Kararlarının Kesinliği, Bağlayıcı ve Bağlayıcı Etkisi, s.
14
5.Çorum, 2020, Anayasa Mahkemesi Kararlarının
Bağlayıcılığı, Ankara; Hamdemir, Türk Anayasa Hukukunda Bireysel Başvuru.
Doktora Tezi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.
6.Özbey, 2013:340-345
7. Anayasa Mahkemesi’nin 2023/99744 Başvuru Numaralı
Şerafettin Can Atalay Başvurusu (3), 21.12.2023 Tarihli Kararı