1.
DEPREMİN ÖNEMİ VE İŞVERENİN SORUMLULUĞU
Türkiye’nin
coğrafi konum olarak deprem bölgesinde yer alması ve 6 Şubat 2023 tarihinde
Kahramanmaraş merkezli olan ve Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay,
Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa illerini ağır şekilde etkileyen 7.7 ve
7,6 büyüklüğündeki deprem nedeni ile, depreme olan duyarlılık anlık da olsa artmış
iken depremde işverenin sorumluluklarını belirtmek isteriz.
Deprem
denildiğinde, ülkemizin ekonomik önemi sebebiyle İstanbul en çok önem arz eden
il olsa da coğrafyamızda birden fazla fay hattı bulunduğu ve bu nedenle diğer
illerinde deprem bilincine kavuşturulması şüphesiz aşikardır. Türkiye’nin coğrafyasında bulunan fay
hatlarını ve geçtiği yerleri; işyeri kurarken, toplu konut inşa ederken mutlaka
göz önünde bulundurmalı ve planlama hiç kuşkusuz ki buna göre yapılmalıdır.
Şüphesiz ki doğal
afetler en büyük zararı cahil ve bilinçsiz toplumlara
vermektedir. Ülkemizde en son yaşanan 10 ili etkileyen deprem bunun ne
yazık ki en büyük örneği olmuştur.
Eğer
bir işçi deprem anında işyerinde ölürse, işveren, işçinin ölümünden sorumlu tutulabilir.
Bunun nedeni, işverenin işyerindeki çalışanların güvenliğini sağlama
yükümlülüğünden gelmektedir. Zira işverenler, çalışanların güvenliğini sağlamak
için gerekli önlemleri almak zorundadır. Bu, işyerindeki tehlike ve risklerin
belirlenmesini, önleyici önlemlerin alınmasını ve eğitim verilmesini
gerektirir. Deprem gibi doğal afetler de işyerinde bir tehlike oluşturabilir ve
işverenlerin bu tür durumlarda çalışanların güvenliğini sağlamak için özel
önlemler alması gerekmektedir.
Yaşanılan
deprem sonrasında işverenin, işyerindeki çalışanların güvenliğini sağlamak için
yeterli önlemleri almadığı kanıtlanırsa, işverenin sorumluluğu doğabilir.
Ancak, sorumluluk durumuna bağlı olarak işverenin yalnızca kısmen sorumlu
olması da mümkündür. Örneğin, deprem sırasında çalışanların almış oldukları eğitim
veya talimatlara rağmen korunma tedbirlerine riayet etmemeleri halinde
çalışanın kısmen sorumlu olması da mümkündür. Dolayısıyla bir işçinin deprem
anında işyerinde ölmesi durumunda, işverenin sorumluluğu, olayın nedeni,
işverenin önlemlere uygun davranıp davranmadığı ve işçinin bunlara riayet edip
etmediğine bağlı olarak belirlenecektir.
1999
yılında gerçekleşen Marmara depremi sonrasında, işverenlerin çalışanların
güvenliğini sağlamak için daha fazla sorumluluk almaları gerektiği konusunda
birçok tartışma yapılmışsa da günümüzde hala uygulamada bunun eksiliğini
fazlasıyla görmekteyiz. Aynı zamanda son yıllarda çıkarılan iş sağlığı ve
güvenliği mevzuatı da işverenlerin çalışanların güvenliğini sağlama yükümlülüklerini
daha da arttırmıştır.
Nitekim
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi'nin 2011/17338 E., 2012/1129 K. sayılı kararı bir
deprem sırasında bir işçinin ölümüne ilişkindir. Bu kararda, işverenin
işyerinde çalışanların güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir.
Karara göre, işverenin alması gereken önlemler, deprem gibi doğal afetlerde
çalışanların güvenliğini sağlama yönünde öncelikli olmalıdır. Ayrıca, işverenin
çalışanların deprem sırasında nasıl davranacaklarını bilmesini sağlaması
gerektiği de vurgulanmıştır. [1]
Dolayısıyla
idarenin ve diğer kurumların sorumluluğunun yanında işverenlerin de depremden dolayı
sorumluluklarının bulunduğunu söylemek mümkündür. Ancak işverenlerin büyük bir
çoğunluğunun depremi göz ardı ettiği bununla ilgili herhangi bir önlem
almadıklarını gözlemlemekteyiz. İşverenler açısından bu önlemlerin alınabilmesi
zor ve güç olarak görünse de aslında çok kolaydır. Zira ordu birliklerinde en
fazla 3 aylık periyotlar ile doğal afet tatbikatları yapılır ve küçük
birliklerde dahi tüm personellere eğitimler verilir. Bu nedenledir ki,
ülkemizde deprem olduğunda sahaya ulaşarak en organize şekilde yardım eden ve
doğal afete reaksiyon gösteren kurum Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Orduya
nazaran çok daha küçük bir yapıya sahip olan işverenlerin bu eğitim planlarını
yapması pek tabi ki çok zor bir durum değildir. İşbu durum işverenlerin depremi
bir “öncelik” olarak görmediklerini göstermektedir.
Deprem
bilincini oluşturmak, deprem anında ve sonrasında yapılması gerekenleri
belirlemek, deprem anında çalışanlarına yapması gerekenleri olası bir deprem
öncesinde belirli periyotlar ile hatırlatmak, çalışanlarını bu anlamda eğitmek
işverenin hiç kuşkusuz ki asli sorumluluğudur. Acil eylem planı, doğal afet
planı olmayan ve bu konuda eğitim vermemiş olan tüm işverenler oluşacak tüm can
kayıplarından şüphesiz sorumludur. Bu sorumluluk mevzuat ve yasadan önce genel
ahlak gereği işverenler tarafından üstlenilmesi gereken önemli bir
sorumluluktur. Bu nedenle her işveren oluşacak zararı bir nebze olsun
hafifletebilmek adına eğitim ve eylemleri gerçekleştirmek zorundadır.
Bu
doğrultuda çalışanlarına deprem bilincini aşılamayan, eğitimler vermeyen, acil
çıkış ve davranış senaryoları olmayan işverenler aslında bilinçli olarak
doğacak veya doğması kuvvetle muhtemel zararları görmezden gelmektedir. Nitekim
depremden sonra bilinçsizce davranmanın ve deprem sonrası yaşanan paniğin de en
az deprem anı kadar zarar ve kayıp yaşattığını somut olaylar bizzat
göstermektedir.
I.
6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Uyarınca
İşverenin Sorumluluğu
İş
sağlığı ve güvenliği faaliyetleri iş alanında işlerin yürütümü sırasında
çeşitli sebeplerden kaynaklanan sağlığa zarar verebilecek nedenlerden korunmak
amacıyla yapılan bilimsel ve sistemsel çalışmalardır. İş güvenliği kavramının
bir anlam taşıyabilmesi için öncelikle çalışanların insan hakları bildirgesi
kapsamında sağlık ve güvenlik haklarından faydalanmaları ve belirli bir bilgi düzeyinin
oluşması sağlanmalıdır.
6331
Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve ilgili mevzuat uyarınca işverenler
genel hatlarıyla gerekli tüm tedbirleri almak, çalışanları mesleki riskler
ve alınması gereken önlemler konusunda bilgilendirmek, çalışanlara iş
sağlığı ve güvenliği ile ilgili gerekli eğitimleri vermek, risk değerlendirmesi
yapmak ve işyerinde iş sağlığı ve güvenliği için alınan tüm tedbirlere
uyulup uyulmadığını denetleyerek önlemlere uyulmasını sağlamakla yükümlüdür.
Dolayısıyla yasa koyucu işverenlere önleyici nitelikte “önlem alma”,
bilgilendirme ve uyarma” ile “organizasyona gitme” başlıkları altında
yükümlülükler yüklemektedir. İşverenin işçiyi gözetme borcunu, bu sorumluluğu
oluşturan bir çatı olarak değerlendirerek işverenlerin bu konuda acil harekete
geçmesi beklenen büyük İstanbul depremi açısından da önem arz etmektedir.
İşveren,
usulünce yapacağı risk değerlendirmesi sonucunda alınması gereken tedbirler ile
kullanılması gereken koruyucu ekipmanları belirlemeli ve çalışanların işyerinde
maruz kaldığı risklerin belirlenmesine yönelik gerekli incelemeleri yaptırmakla
yükümlüdür. Görüldüğü üzere 6331 sayılı Kanun işverene oldukça geniş bir
sorumluluk alanı belirlemiştir. Zira
kusur sorumluluğunun sınırları adeta kusursuz sorumluluğa yaklaştırılmıştır.
Nitekim
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20.03.2013 tarihli,
2012/1121 E. 2013/386 K. Sayılı ilamı;
‘’Bundan
başka işveren, mevzuatta öngörülmemiş olsa dahi bilimsel ve teknolojik
gelişmelerin gerekli kıldığı iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak
zorundadır. Bilim, teknik ve örgütlenme düşüncesi yönünden alınabilme
olanağı bulunan, yapılacak gider ve emek ne olursa olsun bilimin, tekniğin ve
örgütlenme düşüncesinin en yeni verileri göz önünde tutulduğunda, işçi
sakatlanmayacak, hastalanmayacak ve ölmeyecek ya da bu kötü sonuçlar daha da
azalacaksa her önlem işverenin koruma önlemi alma borcu içine girer.’’ [2]
Hükmüne
havi olup işverenin yükümlülüklerinin kapsamının geniş yorumlanması gerektiği
belirtilmiştir.
II.
İşyeri Bina ve Eklentilerinde Alınacak Sağlık ve Güvenlik Önlemlerine İlişkin
Yönetmelik ile İşverenin Sorumluluğu
İş
Sağlığı ve Güvenliği mevzuatı bakımından ana kaynağımız 6331 sayılı Kanun olsa
da ilgili kanun hükümlerinin uygulanışına dair usul ve esaslar, çeşitli
Yönetmelikler ile düzenlenmektedir.
17.07.2013
tarihli Resmî Gazete ’de yayınlanan İşyeri Bina ve
Eklentilerinde Alınacak Sağlık ve Güvenlik Önlemlerine İlişkin Yönetmelik (‘’Yönetmelik’’)
ile işyeri bina ve eklentilerinde bulunması gereken asgari sağlık ve güvenlik
şartları belirlenmiştir. Bu kapsamda işverenler, ilgili Yönetmelik de belirtilen
asgari sağlık ve güvenlik şartlarını yerine getirmekle yükümlüdür.
İlgili
Yönetmeliğin ‘’Binaların Yapısı ve Dayanıklılığı’’ başlıklı maddesine göre;
‘’İşyeri
binaları ile bunlara yapılacak her çeşit ek ve değişiklikler, yapılan işin
özelliğine uygun nitelik ve yeterli sağlamlıkta inşa edilir. Binaların
dayanımına ilişkin değerlendirmelerde 6/3/2007 tarihli ve 26454 sayılı Resmî Gazete
’de yayımlanan Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelikten
(Güncel haliyle Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği) ve TS 500 standardından
yararlanılabilir.’’ [3]
Bu
doğrultuda İş sağlığı ve Güvenliği mevzuatı uyarınca işveren;
- İşyeri binası ve eklentilerinin deprem
vb. doğal afetlere dayanıklı olup olmadığını tespit ederek risk
değerlendirmesi yapmalı,
- Yapacağı risk değerlendirmesi
sonrasında belirlenen riskler hakkında gerekli önlemleri almalı,
- Alınan önlemler ile işyerinde
uyulması gereken kurallara ilişkin ise çalışanları bilgilendirmeli,
eğitmeli ve kurallara uyulmasını sağlamalıdır.
Önemine
binaen belirtilmelidir ki işverenin alması gereken önlemler yalnızca bina ve
eklentileri ile sınırlı olmayıp aynı zamanda işyeri içerisinde de gerekli
tespitlerin yapılması ve tedbirlerin alınması zorunludur.
III.
İşveren İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunundan Kaynaklanan
Yükümlülüklerine Aykırı Davranırsa;
Özellikle beklenen büyük İstanbul
depremi için işverenlerin düzenli olarak doğal afet eğitimi vermesi zorunludur.
Eğitimlerin yanında uygulanmalı olarak tatbikat yapılmalıdır. İşverenler acil
eylem planı oluşturmalı, gönüllü olan ve gerekli eğitimleri almış işçilerine
doğal afet anında ek görevler vererek, toplu çıkışların panik yaratmayacak
şekilde hayata geçirilmesini sağlamalıdır. Zira maalesef deprem kuşağı olan
ülkemizde halen “hayat üçgenini” bilmeyen, deprem anında merdivenlere koşan,
apartman aralarında bekleyen, toplanma alanlarından habersiz bir toplumumuz söz
konusu.
İşverenin,
iş sağlığı ve güvenliği yükümlülüklerini hiç veya gereği gibi yerine
getirmemesi halinde idari, hukuki ve cezai sorumlulukları gündeme gelmektedir.
İdari sorumluluğa örnek olarak 2023 yılı itibariyle iş sağlığı ve güvenliğiyle
ilgili tedbir almayan işverenler aleyhine tehlike sınıfı, çalışan sayısı ve
ihlal edilen Kanun maddesine göre değişkenlik göstermek kaydıyla
15.529,00-TL’den başlayan; risk değerlendirmesi yapmayan işverenler aleyhine
ise 34.982,00-TL’den başlayan idari para cezası tahakkuk ettirilecektir.
Ayrıca, İşyeri Bina ve Eklentilerinde Alınacak Sağlık ve Güvenlik Önlemlerine
İlişkin Yönetmelik dahil olmak üzere 6331 sayılı Kanun kapsamında çıkarılan
Yönetmelik hükümlerine aykırı davranılması halinde ise ihlal edilen her hüküm
için aylık 7.755,00-TL’den başlayan idari para cezası riski bulunmaktadır.
IV.
İşverenin İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunundan Kaynaklanan Yükümlülüklerine
Aykırı Davranması Halinde İşçilerin Hakları;
İşçiler,
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 13.maddesi uyarınca şartları oluştuğu
takdirde işyerinde yeterli iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmaması
durumunda aşağıdaki haklara sahiptir:
- Çalışmaktan Kaçınma
- İş Akdini Haklı Sebeple Feshetme
Nitekim
6331 sayılı Kanun’un ‘’Çalışmaktan Kaçınma Hakkı’’ başlıklı
13. Maddesi uyarınca;
- Çalışan, ciddi ve yakın tehlike ile
karşı karşıya kaldığı takdirde İş Sağlığı ve Güvenliği Kuruluna veya
işyerinde İş Sağlığı ve Güvenliği kurulunun bulunmaması halinde işverene
başvurarak durum tespitinin yapılmasını ve gerekli tedbirlerin alınmasını
talep etme hakkına sahiptir.
- Çalışan, işveren tarafından talebi
yönünde karar verilmesi halinde ayrıca gerekli tedbirler alınıncaya kadar
çalışmaktan kaçınabilir.
- Çalışanlar, ciddi ve yakın tehlikenin
önlenemez olduğu durumlarda İş Sağlığı ve Güvenliği kuruluna veya
işverenine öncelikle talepte bulunmasına yönelik usule uymaksızın işyerini
veya tehlikeli bölgeyi terk edebilirler.
- Çalışanlar, talep etmelerine rağmen
işveren tarafından gerekli tedbirlerin alınmaması halinde, iş ilişkisinin
tabi olduğu Kanun hükümlerine göre iş sözleşmelerini feshedebilirler. [4]
4857
sayılı İş Kanunu’na tabi çalışanlar tarafından yapılabilecek fesih, Kanunu’nun
24//II-f maddesinde belirtilen ‘’çalışma şartlarının uygulanmaması’’ sebebiyle
haklı nedenle fesih kapsamında olmaktadır. Ancak tekrardan belirtmek gerekir ki
çalışan tarafından bu yönde bir fesih yapılabilmesi için yukarıdaki usulün
yerine getirilmesi gerekmektedir.
İşyerinde
gerekli tedbirler alınıncaya kadar çalışmaktan kaçınma hakkını kullanan
çalışanların ilgili dönemdeki ücret ile tabi oldukları Kanun ve iş
sözleşmesinden doğan hakları saklıdır. Bu
doğrultuda çalışan, iş görme borcunu yerine getirmekten kaçındığı halde
işveren, işçiye ücret vb. menfaatleri ödeme borcundan kurtulmamaktadır.
Ancak
işveren, çalışmaktan kaçınma hakkını kullanan çalışanlara çalışma koşullarında
esaslı değişiklik teşkil etmeyecek şekilde tehlikenin bulunmadığı başka bir
alanda iş görme borçlarını yerine getirmelerini teklif edebilir. Bu doğrultuda
işçi, çalışma koşullarında esaslı bir değişiklik meydana gelmiyor ise işverenin
teklifi doğrultusunda iş görme borcunu yerine getirmekle mükelleftir.
Dolayısıyla
çalışanlar tarafından işyeri binası hakkında depreme dayanıklılık raporu
alınması veya olası doğal afetler karşısında gerekli tedbirlerin alınması
yönünde talepte bulunulması halinde işveren bu raporu temin
etmezse, risk değerlendirmesi yapmazsa veya binanın
depreme dayanıklı olmadığı tespit edilirse ve gerekli tedbirler alınmazsa
İşçi, 6331 sayılı Kanun’un 13. maddesine göre şartları oluştuğu takdirde
çalışmaktan kaçınma hakkına veya İş Kanunu’nun 24. Maddesi uyarınca iş akdini
haklı sebeple fesih hakkına sahiplerdir.
İşçilere
önemli ölçüde bu hak sağlanmış iken işverenlerin, iş sağlığı ve güvenliği yükümlülükleri
kapsamında işyerinin depreme dayanıklı olup olmadığı hakkında analiz
yaptırmaları ve bu analizin sonuçlarına göre gerekli önemleri almaları en
doğrusu olacaktır. Zira işçilerin bu yönde bir talebi sonrası işveren
tarafından gerekli analizi yapmaktan imtina edilmesi halinde bu durum iş
sağlığı ve güvenliği önlemlerini almamak olarak kabul edilebilecek ve işçilere
haklı nedenle fesih imkânı verebilecektir. Bu durumun yaşanmasını da hiçbir
işveren pek tabi ki istemeyecektir.
V.
Depremde İşyerinin Zarar Görmesi, Yıkım Kararı Olması gibi vb. Haller de İşçi
ve İşverenin Hakları;
İşyeri
binasının deprem sebebiyle hasar alması veya deprem dayanıklılık analizine göre
dayanıklı olmadığının tespit edilmesi, işyeri hakkında yıkım kararı verilmesi
gibi durumlarda ise hem işçi (m.24/III) hem de işveren (m.25/III) açısından
haklı nedenle fesih sebebi olarak ‘’Zorlayıcı Sebep’’ kavramı gündeme gelebilmektedir.
İşçinin
çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek
zorlayıcı sebepler ortaya çıkarsa işçinin haklı nedenle derhal fesih hakkı
imkânı bulunmaktadır.
İlgili
hükümde düzenlenen zorlayıcı neden işçinin çevresinde değil işyerinde ve
işyerine ilişkin ortaya çıkmakta ve bu neden işyerinde çalışmayı bir haftadan
fazla süreyle olanaksız hale getirmektedir.
İşyerindeki
zorlayıcı nedenle işin bir haftadan fazla süreyle durması halinde bir hafta
dolduktan sonra işçi haklı nedenle fesih hakkını elde eder. İş Kanunu’nun 40.
maddesi uyarınca beklenmesi gereken bu bir haftalık süre içinde işveren işçiye
her gün için yarım ücret ödemek zorundadır. Bir haftalık süreden sonra işçi
tarafından fesih hakkı kullanılmazsa sözleşme askıda kalmaya devam eder. Ancak
zorlayıcı neden varlığını devam ettirdiği sürece işçi haklı nedenle fesih
hakkını korur.
İK
24/3’ün uygulanabilmesi için işyerinde öngörülmeyen, kaçınılması mümkün
bulunmayan, kusurdan uzak ve dıştan gelen bir nedenle işin görülmesinin
olanaksız hale gelmesi, diğer deyişle işverenin ifayı kabul imkânsızlığı içine
düşmesi gerekir. Örneğin yangın, deprem, su baskını, toprak kayması gibi doğal
afetler veya hükümetçe işyerine el konulması, belediyece yol çalışmaları
nedeniyle işyerinde çalışmaların durması, ithalat ve ham madde yasakları gibi
hukuki nedenler iş akdinin askıya alınmasına yol açar ve işçi İK 24/3 uyarınca
sözleşmeyi haklı nedenle feshedebilir.
Ülkemizde
ne yazık ki sıkça meydana gelen depremler nedeniyle işyeri çalışılmaz hale
gelmişse İş Kanunu madde 24/3’ün koşulları oluşur ve işçi bir haftanın
geçmesinden sonra iş akdini haklı nedenle feshedebilir ve bir yıldan fazla
çalışmışsa kıdem tazminatına hak kazanır, ancak ihbar tazminatı talep edemez.
İşçi iş akdini feshetmezse sözleşme askıda kalmaya devam eder ancak işçi bir
haftadan sonra yarım ücret alamaz.
Aynı
imkân işverene de tanınmıştır. İş Kanunu’nun 25. maddesinin 3. bendine göre
işçiyi bir haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan bir zorlayıcı nedenin
(mücbir sebebin) ortaya çıkması halinde, işveren bir haftalık süre geçtikten
sonra iş akdini haklı nedenle feshedebilir.
Görülebileceği
üzere İş Kanunu gerek işçiye gerekse işverene “zorlayıcı sebepler” nedeniyle
haklı fesih hakkı tanımaktadır. Deprem de bu kapsamda her iki taraf bakımından
da yasada öngörülen sürelerin aşılması durumunda sözleşmeyi sona erdirme
nedenidir.
2.
DEPREM İŞ KAZASI SAYILIR MI?
5510
sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 13. maddesinde iş
kazası: işçinin işyerinde bulunduğu sırada veya görevli olarak işyeri
dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen
zamanlarda ya da işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş
gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya
da ruhen özre uğratan olay olarak tanımlanmıştır. 6331 sayılı İş Sağlığı ve
Güvenliği Kanunu’nun 3/g maddesinde ise iş kazası “İşyerinde veya işin yürütümü
nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya
da bedenen engelli hâle getiren olay” olarak tanımlanmıştır. [5]
Sosyal
güvenlik mevzuatı bakımından bir olayın iş kazası sayılabilmesi için; kazayı
geçiren kişinin sigortalı olması, kaza olayının kanunda belirtilen hallerden
birinde meydana gelmesi, kaza ile sonuç arasında uygun bir illiyet bağının
bulunması ve kaza sonucu kişinin bedence veya ruhça özre uğraması koşullarının
bir arada bulunması gerekmektedir.
İş
kazasının varlığı için, sigortalı olma dışında başka koşulları, örneğin belli
bir süre sigortalılık ya da belirli bir süre prim ödemiş olma koşulunun
gerçekleşmesi aranmayacaktır. Bununla birlikte, ülkemizde oldukça yaygın
görülen işçinin sigortasız olarak çalıştırılması, kayıt dışı istihdama ilişkin
mevzuattaki yaptırımların yetersizliği, denetimde eksiklik gibi hususlar iş
kazası sonucu doğan sorunların temelini oluşturmaktadır. Her ne kadar iş
kazasına uğrayan işçinin sigortalılık girişi bulunmasa bile işe başlamış olması
olayın iş kazası sayılması için yeterli ise de işçinin yargısal süreç boyunca
hakkını araması ve ispat koşulları güçleşmekte ve hatta hak kayıplarına kapı
aralamaktadır.
Nedensellik
bağının kesilmesi durumunda (mücbir sebep, zarar görenin kusuru ve üçüncü
kişinin ağır kusuru) işverenin sorumluluğu ortadan kalkmaktaysa da olay, iş
kazası olarak nitelendirilmeye devam etmektedir. Yargıtay, işyerinde yıldırım
düşmesi sonucu ölümü, işyerinde deprem nedeniyle yaralanma ve ölümü, işyerinde
üçüncü bir kişinin hasmının açtığı ateş sonucu ölümü, herhangi bir olay
nedeniyle jandarmanın açtığı ateşte işçinin ölüm olaylarını sosyal sigortalar
açısından olayların işyerinde meydana gelmesi sebebiyle iş kazası saymıştır.
Kazanın deprem vb. doğal afetler sonucu
meydana gelmesi durumunda her ne kadar kusur sorumluluğu bakımından illiyet
bağının kesildiği ve işverenin sorumluluğunun söz konusu olmayacağı düşünülse
dahi işveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden tüm yükümlülüklerini eksiksiz
yerine getirdiğini ve gerekli tüm tedbirleri aldığını ispat etmelidir.
İş
yerinde deprem enkazı altında kalmasıyla vuku bulan olayın iş kazası olduğuna
ilişkin Yargıtay kararı mevcuttur. Olaya ilişkin kararda, Yargıtay, kazanın iş
yerinde meydana gelmesini gözetmiştir. Şöyle ki;
Yargıtay
21. Hukuk Dairesi 10.05.2011 tarihli, E.2010/11670, K. 2011/4482 sayılı ilamı;
“Davacılar
murisinin, işyerinde çalışmakta iken meydana gelen depremde, yıkılan fabrika
binasının enkazı altında kalarak yaşamını yitirdiği, 506 sayılı kanunun 11.
maddesine göre, olayın iş kazası olarak nitelendirilmesinin doğru olduğu
kuşkusuzdur” [6]
Hükmüne
havidir.
Bu
açıklamalardan hareketle işçinin işyerinde bulunduğu her durumda ve ayrıca
işyeri sınırları dışında olması hâlinde de işin yürütümüyle ilgili olduğu
herhangi bir durumda deprem nedeniyle ölmesi veya vücut bütünlüğünde ruhen ya
da bedenen engelli bir hale gelmesi Kanun’da yer alan tanım uyarınca ve
Yargıtay içtihatları uyarınca iş kazası olarak kabul edilmesi gerekir.
I.
Depremden Kaynaklanan İş Kazası Halinde İşçiye/Yakınlarına Sağlanan Yardımlar;
Deprem
afeti, o esnada işyerinde/ işverenin verdiği bir başka yerde olan sigortalılar
için iş kazası sayılır. Bununla birlikte, sigortalının vefatı durumunda, geride
kalanlar (yakınları) da sağlanan yardımlardan yararlanır.
İş
kazası durumunda Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından sigortalılara ve
geride kalanlara sağlanan bazı yardımlar bulunuyor. Ancak bu yardımların
sağlanması için meydana gelen olayın öncelikle SGK tarafından iş kazası olarak
tanımlanması gerekiyor. Aksi takdirde, sigortalı veya geride kalanlar SGK’dan
sağlanan yardımları alamıyor.
Deprem
nedeniyle de olsa iş kazası kapsamına girdiğinden tüm tedavi masrafları SGK
tarafından karşılanacaktır.
İşyerinde
bulunduğu anda veya işin yürütümü esnasında depreme maruz kalan ve %10 ve üzeri
meslekte kazama gücü kaybına uğrayan çalışanın SGK’dan sürekli iş görmezlik
ödeneği alma hakkı bulunmaktadır.
İşçi
vefat etti ise, vefat eden işçinin SSK (4/1-A) sigortalısı olması hâlinde, her
türlü borçlanma süreleri hariç en az beş (5) yıldan beri sigortalı bulunması ve
toplam dokuz yüz (900) gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi
bildirilmiş olması şartlarının yerine gelmiş olması koşulu ile; işçinin eşine,
25 yaşından küçük çalışmayan çocuklarına, ana ve babalarına ölüm aylığı
bağlanabilmektedir.
Depremde
işyerinde vefat ve yaralanma hâlinde işverenin kusurunun da olması hâlinde,
yaralanan işçinin ve vefat işçi yakınlarının maddi ve manevi tazminat talep
etme hakları bulunmaktadır. Bu hâllerde işverenden talep edilecek tazminatlar
için zamanaşımı asgari on (10) yıldır. İş kazası sebebiyle oluşan zararı
doğuran fiil aynı zamanda haksız fiil olarak sayıldığından, ceza zamanaşımı
süresi kıyas yoluyla uygulanır. İş kazasında yaralanma ve ölümlerde,
arabuluculuk sürecine başvurmak zorunlu olmayıp dava şartı değildir. Ancak gerek
ihtiyari gerekse zorunlu arabuluculuk başvuruları sonucunda düzenlenen
arabuluculuk anlaşma metinlerinin bir mahkeme kararı gibi hüküm ifade edeceği;
arabuluculukta anlaşma sonrasında, artık aynı konularda başkaca bir talebin
ileri sürülemeyeceği ve dava açılamayacağı önemle göz önünde bulundurulmalıdır.
SONUÇ
Çalışanın
iş gördüğü esnada meydana gelen deprem sebebiyle yaralanması veya vefat etmesi
halinde meydana gelen kaza iş kazası olarak kabul edilmektedir. İşveren, işyeri
ve eklentilerinin deprem başta olmak üzere doğal afetlere karşı teknolojik
imkanlar doğrultusunda dayanıklılığını sağlamak ve gerekli önlemleri alarak
çalışanını bilgilendirmekle yükümlüdür. İşverenin iş sağlığı ve güvenliği
mevzuatı yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde çalışanlar, şartları
oluştuğu takdirde çalışmaktan kaçınma ve iş akdini haklı sebebe istinaden
feshetme hakkına sahiptir. İşverenin bahsedilen geniş kapsamlı
yükümlülüklerinin haricinde, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı gereği
yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde idari, hukuki ve cezai sorumluluğu
da söz konusu olabilecektir.
İşyeri
bina ve eklentilerinin depreme dayanıklı olup olmadığını tespit etmek,
dayanıklı olması adına gerekli önlemleri almak, işyeri binasının yakın bir
zamanda bir deprem geçirmesi halinde yapı için bir hasar raporu aldırmak,
işverenin iş sağlığı ve güvenliği yükümlülükleri kapsamındadır.
Bu
nedenle işverenlerin 6331 sayılı Kanun ve ilgili mevzuata uyum sağlamak adına
azami özen göstermesini, bu kapsamda üçüncü kişi ve kurumlardan hizmet alınıyor
ise ilgili hizmetin düzenli aralıklarla denetlenmesini ve çalışanlarına gerekli
her türlü eğitimi sağlaması gerekmektedir.
Stj.
Av. Hivda Keskin
Kaynakça:
1.
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi'nin 2011/17338 E., 2012/1129 K. sayılı ilamı
2.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20.03.2013 tarihli, 2012/1121 E. 2013/386 K.
Sayılı ilamı
3.
İşyeri Bina ve Eklentilerinde Alınacak Sağlık ve Güvenlik Önlemlerine İlişkin
Yönetmelik
4.
6331 İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu
5.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun
6.
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 10.05.2011 tarihli, E.2010/11670, K. 2011/4482
sayılı ilamı