Yabancı bir mahkeme
kararının icrai etkilerinin bir başka ülkede icra edilebilmesi prosedürünü
ifade eden “tenfiz”; hukukumuzda, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul
Hukuku Hakkında Kanun’un 50. Maddesinde
düzenlenmiştir.
Maddeye göre; Yabancı mahkemelerden
hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre
kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye’de icra olunabilmesi yetkili Türk
mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır.
Aynı Kanun’un 54. Maddesinde ise 54’te ise Türk
hukukunda tenfiz kararı verilebilmesi için gerekli olan şartlar düzenlenmiştir.
Buna göre, yabancı bir mahkeme kararının Türkiye de tenfiz edilebilmesi için;
a) Türkiye Cumhuriyeti ile ilâmın verildiği devlet arasında
karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma yahut o devlette Türk mahkemelerinden
verilmiş ilâmların tenfizini mümkün kılan bir kanun hükmünün veya fiilî
uygulamanın bulunması.
b) İlâmın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir
konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilâmın, dava
konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı hâlde kendisine yetki
tanıyan bir “devlet mahkemesince” verilmiş olmaması.
c) Hükmün kamu düzenine açıkça
aykırı bulunmaması.
ç) O yer
kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren
mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil
edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında veya yokluğunda hüküm
verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine
karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması.
Yukarıda b bendinde yer
alan ve altını özellikle çizmiş olduğumuz ilamın “devlet mahkemesince”
verilmiş olması şartı, diğer bir deyişle ilamın yabancı bir devletin “yargı
organı” tarafından verilmiş bir kararın varlığını ifade etmektedir. MÖHUK
md. 50 ve 54 de “mahkeme” ifadesi kullanılmış olmakla birlikte,
uygulamada bu ifadenin amaca uygun olarak geniş yorumlandığını görmek
mümkündür.
Zira, mahkeme dışında, hakem kararlarının tenfizinde bir şüphe bulunmadığı gibi, ayrıca Türk Konsolosluklarınca onaylanmış noter senetlerin ilam gibi icrası da mümkündür.
Bu anlamda “yargı
organı” ifadesini değerlendirirken, bu organın “mahkeme” den ibaret
olduğunu belirtmenin dar bir yorum ve şekilci bir bakış açısından ibaret
olacağını kabul etmek gerekecektir.
Bununla birlikte, işbu
makalemizde tartışılacak husus ise, hakem kararlarının tenfizinden ve/veya
onaylanmış noter senetlerinin icrasından da ötede, Türkiye’de başlatılan bir
icra takibi kapsamında “kesinleşmiş bir ödeme emrinin” yabancı bir yargı
organı nezdinde tenfizinin mümkün olup olmayacağı sorusudur.
Zira, her geçen gün daha
da küreselleşen ticari ilişkiler ve kişilerin farklı yargı yerlerinde yerleşik
ve/veya mal varlığı sahibi olmasının yaygınlaşması karşısında, sınır ötesinde
olan alacaklıdan alacağını tahsil etme ihtiyacı artmakta ve bu ihtiyacın
artmasıyla birlikte, tenfizde aranan “yargı organı” ifadesi çok daha geniş bir yoruma
dayanan ihtiyaç duymaktadır.
Avrupa Birliği, Birlik üyesi
devletlerde yargı organı tarafından verilmeyen, ancak hukuki kesinlik arz eden
belgelerin tenfizi konusunda oldukça önemli düzenlemeler yapmış, keza dünyada
da bu hususta imzalanan pek çok çok taraflı uluslararası sözleşme ile bu
düzenlemelerin kapsamı daha da genişletilmiştir.
Bu bağlamda, tenfize konu
edilen kararı veren makam, organik olarak mahkeme niteliğinde olmasa dahi
fonksiyonel olarak yargılama faaliyetinde bulunmakta ise o kararın tenfizinin mümkün olduğunu söylemek mümkündür. [1]
Keza, uluslararası
hukukun kurumsallaşma amacı ile adil yargılanma ve hak arama hürriyetlerini
geliştirme üzerine kurulan doğasına uygun olan da budur.
İşte tam da bu gereklilik
ve önem çerçevesinde, bu makalemizde sizlere, bu alanda uluslararası hukukun
getirdiği düzenlemelerden ve son yıllarda bilfiil takip ettiğimiz hukuki
çalışmalar kapsamında dile getirmekten çekince duymayacağımız “kesinleşmiş
bir ödeme emrinin de tıpkı ilamlar gibi tenfizinin mümkün olabileceği”
den bahsedeceğiz.
- Türk Hukukunda Ödeme
Emrinin “Adli Karar Olma Niteliği”
Takip Hukuku (İcra İflas
Hukuku) özel hukuk ilişkilerinden doğan ve yükümlüsü tarafından rızayla yerine
getirilmeyen borçların devlet gücüyle zorlanarak yerine getirilmesini konu alan
hukuk dalıdır.
Borcunu rızası ile yerine
getirmeyen borçlu, alacaklının talebi üzerine devletin yargı gücü ile borcunu
yerine getirmeye zorlanır. Bunun sonucunda Devletin yetkili organları borçlunun
mallarına el koyar, bu malları paraya çevirir ve satış bedelini alacaklıya
öder.
Borçlunun borçlu olduğu
edimi kendi rızasıyla ifa etmemesi halinde, alacaklının hakkının Devlet kuvveti
ile borçludan zorla alınıp, alacaklıya teslimi usulüne cebri icra denir. Cebri
icranın usulü, kısaca, Devletin belirlediği icra organları vasıtasıyla
borçlunun malvarlığına müdahale edilerek, alacak bir şey ise ve borçlunun mal
varlığında mevcut ise bunun alınıp (aynen ifa), eğer aynen ifa mümkün değil ise
bunun bedelinin veya alacak bir miktar para ise yeter miktarın borçludan alınıp
alacaklıya verilmesidir.
Diğer bir ifade ile cebri
icra, rızaen yerine getirilmeyen mükellefiyetin Devlet zoruyla yerine
getirilmesidir. Alacaklının hakkına nasıl kavuşacağını düzenleyen bu hukuk
dalına ise, icra ve iflas hukuku veya cebri icra hukuku denir.
İcra Müdürlükleri icra
işlerinde birinci derecede görevli icra organıdır. Doğrudan doğruya hangi takip
yolu seçilirse seçilsin başvurulacak ilk yer icra dairesidir. İcra dairesine
başvurulmadan icra takibi başlatılamaz. İcra Dairesi alacaklının alacağını
tahsil veya bir mahkeme hükmünün icrası bakımından gereken bütün işlemleri
yapmaya yetkilidir. Bu bakımdan icra dairesi, alacaklının takip talebi üzerine,
ödeme emri veya icra emri gönderir; bu emirlerin gereği yerine getirilmez ve
icra takibi “kesinleşirse” alacaklının talebi üzerine borçlunun
mallarını haczeder, satar ve elde edilen para ile alacaklının alacağını öder;
konusu paradan başka bir şey olan ilamları ise zorla icra eder
Yani cebri icra, özel
hukuka ilişkin sabit olmuş veya resmi bir ihtarat sonucunda şeklen sabit
sayılabilecek Kanuni yükümlülüklerini yerine getirmesi için borçlunun aktif
malvarlığı unsurlarına ve gerektiğinde şahsına karşı Kanuni bir usule uyularak
zor kullanılmasıdır. [2]
Türk hukukunda icra-iflas
dairesi yetkilileri cebri icra yetkilerini kullanan devlet memurlarıdır.
Üstlendiği cebri icra görevinin yerine getirilmesini teminen, icra iflas
dairesi, takibin inşası veya seyrine ilişkin işlem tesis etmek üzere, bir kamu
hukuku yetkisi kullanır. İcra İflas
Dairesi tarafından kullanılan bu yetki doğrudan Kanundan doğmakta olup ya kanun
hükmünün emrini yerine getirmeye bağlı yetki ya da yine kanunun tanıdığı
tekdiri yetki şeklinde iki türdedir. Bu açıdan icra iflas dairesi kararları
yargısal bir karara da gerek olmaksızın borçlunun kişisel haklarına etki
edebilmektedir. [3]
Bizzat hak alma yasağı ve
hukuki istikrarın temini, rızaen yerine getirilmeyen alacaklar bakımından icra
edilebilir bir belge istihsali ve bunda tanımlanan hakların cebri icrası için
devlete başvurma yükümlülüğünün yanı sıra alacaklıya cebri icra hakkı/takip
hakkı tanınmasını da gerektirmiştir. Bu hak kamusal nitelikli bir hak olan
hukuki koruma veya adaletin temini talebinden (Anayasa madde 36) çıkmakta olup
onu etkinleştirir. [4]
İcra Dairesi tarafların
talep-iddia ve beyanları temelinde takibi yürütmekte veya takip sürecini tek
başına inşa ve intaç etmektedir. [5] Cebri icra faaliyeti bu hususta
icra organının iradesini ortaya koyan işlemlerle yürütülür. Bu itibarla icra
dairesi yetkilisi cebri icrayı genellikle bir karar ittihazı ve gereğinde bunun
hukuki sonuçlarını maddi dünyaya aktararak yerine getirir. [6]
Özetle, Hukukumuzda icra
dairesi devlet adına, kural olarak özel hukuk cebri icra faaliyetini yürüten
asli kurumdur. İcra iflas memurları cebri icra işlemlerini yerine getirirken
bağımsız olup bir üstün emri ile hareket etmezler. Mahkemeler ile icra
daireleri arasında bir ast-üst ilişkisi söz konusu değildir İcra müdürlükleri
Türk Hukuk Sistemi içerisinde, tıpkı mahkemeler gibi Adalet Bakanlığına Bağlı “adli
kuruluş” lardır. Keza, icra müdürlüklerinde görevli olanlar “adli memur”
ve buralarda yapılan işlemler “adli işlemler”dir.
Bu anlamda “ödeme emri”,
kesinleşmesini müteakiben, alacaklıya başkaca bir ilama gerek
olmaksızın borçlunun malvarlığı üzerinde cebri icra yetkisi tanıyan bir
“adli karardır”.
Buna karşın pek çok ülkede,
borçlunun malvarlığını haczetme ve satma yetkisi (“icra yetkisi”) bir
mahkeme kararı olarak alınabilmekte ve alınan karar sonrasında icra memurlarına
icrayı gerçekleştirmesi için teslim edilmektedir.
Bu durum, verilen icra
yetkisinin bir “adli karar” olma niteliği ile ilgili değil de yalnızca
ülkelerin adli yapılanmaları ve örgütlenmeleri ile ilgilidir. Keza belirtildiği
üzere yabancı ülkelerde mahkemelerce verilebilen “icra yetkisinin”
Türkiye’deki karşılığı ödeme emridir.
Bu anlamda, Türkiye’de
kesinleşen bir ödeme emrinin yabancı bir ülkede tenfizini isterken, ödeme
emrinin organik yapısının ve hukuki mahiyetinin Türk Hukuku ve Türk Yargı
Örgütü çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
Keza
doktrinde de tenfizi talep edilen kararın bir mahkeme kararı olup olmadığının o
ülke hukukuna göre belirleneceği; kararı veren organın yetkisini devletten
alması gerektiği kabul edilmektedir. [7]
Bununla
birlikte, doktrinde milletlerarası anlaşmalar veya özel bir kanun hükmüyle
yabancı idari makamlarca verilen kararların tenfiz edilebileceği kabul
edilmektedir. [8]
Konuya ilişkin
uluslararası düzenlemelere baktığımızda karşımıza öncelikle Avrupa Birliği
Konseyi’nin Besides, EN 44/2001 sayılı ve 22 Aralık 2000 tarihli, “Ticari ve
Medeni Meseleler ile ilgili Kararların Tanınması ve Tenfizi Hakkında” Düzenleme
çıkmaktadır. İlgili Düzenlemede karar (“judgement”) tanımı aşağıdaki şekilde
yapılmıştır.
Article 32
For the
purposes of this Regulation, .judgment. means any judgment given by a court or
tribunal of a Member State, whatever the judgment may be called, including a
decree, order, decision or writ of execution, as well as the determination of
costs or expenses by an officer of the court.
Tanımın tercümesini yaptığımızda, tenfiz
edilebilecek belgelerin yalnızca “mahkeme kararları” ile sınırlı olmadığını,
görmek mümkündür. Keza “ödeme emrini” tanımda geçen “order” kavramı ile
eşleştirmek mümkün olduğu gibi, icra dosyası kapsamında alınan kesinleşmeye
ilişkin derkenarların da birer “adli belge” niteliğinde olup, muhteviyatı
itibarı ile kesin bir borç içeren belgeyi kapsadığı bu kapsamda tenfiz
edilebilme kabiliyetinin bulunduğunu söylemek mümkündür.
Belirtmek
gerekir ki Türkiye’nin taraf olduğu ve tenfize ilişkin düzenlemeler içeren pek
çok Karşılık Adli Yardımlaşma Anlaşmasında benzer şekilde, tenfizi kabil olan
kararlar “mahkeme kararı” ile sınırlı tutulmamış ve “adli nitelikteki
kararların” tenfizinin mümkün olduğu düzenlenmiştir. Bu anlamda, herhangi bir
uyuşmazlıkta, yabancı bir ülkede tenfiz süreci başlatılırken öncelikle o ülke
ile Türkiye arasında akdedilen uluslararası anlaşmaları iyi okumak ve tanıdığı
imkanları doğru değerlendirmek önemlidir.
Bununla
birlikte, bu durum yalnızca Türkiye’nin taraf olduğu anlaşmalarda da
düzenlenmemiş olup, Uluslararası hukukta karşımıza çıkan pek çok materyalde de
benzer düzenlemeler olduğu görülebilecektir.
Örneğin,
Lugano Konvansiyonu çerçevesinde, yukarıda Avrupa Birliği mevzuatında bulunan
düzenleme benzer şekilde yer almakta olup bu düzenleme çerçevesinde
Konvansiyonu imzalayan ülkeler arasında, icra takip prosedürlerinin ve bu
kapsamdaki ödeme emirlerinin kolaylıkla tenfizi yapılabilmektedir.
Örneğin Polonya- İsviçre ülkeleri arasında gerçekleşen bir tenfiz sürecinde mahkeme 07 Kasım 2011 tarihli kararında, Polonya menşeli ödeme emirlerinin (“writ of summons”) Lugano Konvansiyou çerçevesinde tenfiz edilebileceğine karar vermiştir. [9]
-
Tenfizde “Kesinleşme Koşulu” Bağlamında; Borçluya
İtiraz Hakkı Tanınması ve Ödeme Emrinin Kesinleşmesinin Sonuçları
Yabancı mahkeme kararının tenfiz edilmesi
için gerekli olan koşullardan biri de tenfize konu kararın verildiği ülke
hukukuna göre “kesinleşmiş” olması gerekliliğidir.
Yabancı mahkeme
tarafından verilen kararın kesinleşip kesinleşmediği ise yabancı ülkenin
hukukuna göre belirlenecektir.
Takip Hukukunda, kanuna
uygun bir takip talebi sunan alacaklının bu talebi üzerine İcra Müdürlüğü ödeme
emri düzenleyerek borçluya gönderir.
İcra Müdürü,
talebin kanuna uygun şartları taşıyıp taşımadığını inceleyerek ödeme emrini
düzenleme konusunda bir karar verir. Ödeme emri ile borçluya
borcu ödemesi veya itirazı varsa bunu bildirmesi ve bunları yapmazsa hakkında
cebri icraya devam olunacağı ve mallarının haczedileceği bildirilir. Borçluya
takip türüne gören değişen bir süre verilerek itirazını sunabileceği hususu
açıkça tebligat üzerinde belirtilir.
Borçlu ilgili tebligatı
almasının ardından herhangi bir itiraz sunarsa takip durur, alacaklının
itirazın kaldırılması ya da iptali için dava açması gerekir. Borçlunun itiraz
sunmaması durumunda ise takip kesinleşir ve haciz işlemlerine devam edilebilir.
Görüldüğü üzere, Türk
hukukunda ödeme emrinin kesinleşmesinden önce borçluya, itiraz hakkı
tanınmaktadır. Bu, tenfiz için önemli bir koşuldur.
Keza, konuya ilişkin uluslararası
uygulamalara baktığımızda da kesinleşmiş karardan söz edebilmek için karşı
tarafa kendini savunma imkanının verilmiş, ancak buna karşın kararın karşı
taraf aleyhine kesinleşmiş olması şartı aranmaktadır.
Bu hususta özellikle Avrupa Birliği
ülkelerindeki uygulamada esas alınan unsur, kararın Brüksel Konvansiyonu 27/2 maddesinde
yer alan şartlara uyup uymadığıdır. Madde metninden de anlaşılabileceği üzere,
bir karar karşı tarafa kendini savunması için makul bir süre verilip itiraz
hakkı tanınmadıkça ve bu yol tüketilmedikçe, tenfiz edilemeyecektir.
‘A
judgment shall not be recognized:
Where it was given in default of appearance, if the defendant was not duly served with the document which instituted the proceedings or with an equivalent document in sufficient time to enable him to arrange for his defence’
Keza Topluluk Mahkemesinin “Hengst Import BV v Anna Maria Campese” kararında (10) Topluluk Mahkemesi, İtalyan Hukuk Muhakemeleri Kanunun 633-653. maddelerinde yer alan ödeme emrinin kesin hüküm niteliğinde bir karar olduğuna hükmetmiştir. Topluluk Mahkemesine sorulan soruya konu olan uyuşmazlık; ayakkabı satışından doğan faturaların ödenmemesinden doğan alacak hakkına ilişkindir.
İtalya’da ikamet eden Bayan Campese, Hollanda’da ofisi olan Hengst Import BV şirketine karşı ödenmemiş ayakkabı faturalarının tahsili için ödeme emri göndermiş ve davalı da 20 günlük itiraz süresi içinde ayakkabıların borcunu ödememiş veya iade etmemiş olduğundan takip kesinleşmiştir. Bunun üzerine davacı taraf, söz konusu ödeme emri kararına istinaden 1968 tarihli Brüksel Sözleşmesi hükümleri uyarınca tenfizini talep etmiştir.
Topluluk Mahkemesi, İtalyan Hukuk Muhakemeleri Kanununda yer alan ödeme emrinin hukuki niteliğini tahlil ederken; itiraz süresi dolmaksızın icrailik kararının verilemeyecek olmasından ve de davalıya usulüne uygun tebligat yapılmadıkça yargı faaliyetine geçilemeyecek olması gerekçesiyle, “ödeme emri kararının” Brüksel Konvansiyonun 27/2. maddesi bağlamında tenfize edilebilecek karar niteliğinde olduğuna hükmetmiştir.
Topluluk Mahkemesi nihai hükmünde, İtalyan Hukuk Muhakemeleri Kanunun IV. Kitabının 633-656. maddeleri arasında düzenlenen ödeme emri kararının, Brüksel Sözleşmesinin 27/2. maddesi kapsamında tenfize konu bir karar niteliğinde olduğuna hükmetmiştir. [11]
Sonuç;
Yukarıda özetlediğimiz gibi, her ne
kadar tenfiz denildiğinde akla ilk olarak mahkeme kararları ve hakem kararları
gelse de günümüzde farklı ülkelerde farklı hukuki mevzuatlar, ikili ve/veya çok
taraflı anlaşmalar ve/veya uluslararası düzenlemeler çerçevesinde “tenfiz
edilebilir karar” kavramının tanımı dar yorumlamaların dışına çıkmıştır.
Öyle ki, son üç yıl içerisinde
bilfiil deneyimlediğimiz de her ne kadar Türkiye yukarda bahsettiğimiz AB
mevzuatı ile bağlı olmasa da yerleşik uygulamalara, karşılıklı ve/veya çok taraflı
adli yardımlaşma anlaşmalarına ve uluslararası regülasyonlara dayanarak pek çok
farklı yargı yetkisinde, Türkiye’de kesinleşen ödeme emirlerinin tenfizini
sağlamanın mümkün hale geldiğidir.
Günümüzde; Belçika, Hırvatistan,
Arnavutluk, Lüksemburg, İsviçre, Bulgaristan, Hollanda, İngiltere, Kanada gibi
birbirinden oldukça farklı hukuk sistemlerine sahip pek çok ülke ödeme
emirlerinin tenfiz kabiliyetini farklı hukuki dayanaklar tahtında kabul eder
durumdadır.
Bu kabul, alacağını yurtiçinde
tahsil etmekte zorlanan alacaklıya sınır ötesinde, oldukça kısa sürelerde
olumlu neticeler almasını sağlamakta, böylelikle bir zamanlar ulaşılamaz olarak
adlandırılan yurtdışına çıkarılan malvarlıkları üzerinden önemli tahsilatlar
sağlanabilmektedir.
Burada başarılı sonuçlar elde
edebilmek için öncelikli yol, Türkiye ile tenfiz sürecinin başlatılacağı ülke
arasındaki ikili ve/veya çok taraflı anlaşmaları ve/veya yabancı ülkenin
uyguladığı regülasyonları dikkatlice okuma ve değerlendirmekten geçmektedir.
Av. Semra Gürçal
Kaynakça:
1. Köle,
s. 46.
2.
V.R. Seviğ, Doktrin ve İçtihatlar Açısından Türk İcra ve İflas Kanunu, C, 1-2
Ankara-1966 C1, s82
3.
B. UMAR, İcra ve İflas Hukukunun Tarihi Gelişmesi ve Genel Teorisi İzmir, 1973
s.209
4.
H. Pekcanıtez, O. Atalay. M. Dubgurtekin Özkan. M. Özekeş, İcra İflas Hukuku
10. Baskı Ankara 20120, s.64.
5.
Karslı, İcra tetkik Mercii s. 10
6.
Ç.T. Çelikoğlu, İcra Dairesi Kararı, 2017, s. 9
7. Doğan, s. 108; Güven, s.
30; Şanlı / Esen / Ataman-Figanmeşe, s. 538.
8. Köle,
s. 46; Şanlı / Esen / Ataman-Figanmeşe, s. 540. (http://www.baskahukuk.com/yabanci-mahkeme-kararlarinin-turkiyede-tenfizi-icin-aranan-sartlar/#_ftn8
)
9.
Decision of the Swiss Tribunal of 7 November 2011 BGer 4A 372/2011.
10. Judgment of the Court
(Third Chamber) of 13 July 1995. Hengst Import BV v Anna Maria
Campese. Reference for a preliminary ruling: Arrondissementsrechtbank Zwolle -
Netherlands. Brussels Convention - Article 27 (2) - Concept of document
instituting the proceedings or equivalent document. Case C-474/93.
11. Doç. Dr. Faruk Kerem Giray, İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Milletlerarası Özel Hukuk Anabilim Dalı, Tenfize Ilişkin Üç Soru: Tenfize Konu Yabancı Ilâmın Hukuk Devletinden Sadır Olması Gerekir Mi? Arabuluculuk Neticesinde Yapılan Sulh Anlaşması Tenfiz Edilebilir Mi? Yabancı Mahkemeden Sadır Ödeme Emri Kararı Tenfiz Edilebilir Mi? https://dergipark.org.tr/tr/pub/ppil/issue/47850/646342 )