Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

İPTAL DAVASINA KONU OLAN İMAR PLANININ DAVA SÜRECİNDE DEĞİŞTİRİLMESİNİN İPTAL DAVASINA ETKİSİ

İPTAL DAVASINA KONU OLAN İMAR PLANININ DAVA SÜRECİNDE DEĞİŞTİRİLMESİNİN İPTAL DAVASINA ETKİSİ

Giriş

Taleple bağlılık ilkesi, hem adli yargıda hem de idari yargıda yer alan yargılamaya hâkim olan ilkelerden bir tanesidir ve hâkimin, tarafların talepleriyle bağlı olduğunu, talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar veremeyeceğini; ancak duruma göre talep sonucundan daha azına karar verebileceğini ifade eder. Bu ilke, kanunlarda aksi belirtilmedikçe, hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul edilir ve uygulanır. Taleple bağlılık ilkesi, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 26. maddesinde açıkça şu şekilde tanımlanmıştır:“(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.(2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır.” İlgili maddenin 2. fıkrasında taleple bağlılık ilkesinin istisnalarının sadece kanunlarda öngörülmesi gerektiğini belirtir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun aksine, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda taleple bağlılık ilkesine dair net bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak, bu ilke hukukun genel ilkelerinden biri olduğu için idari yargıda da uygulanmaktadır. İlkenin idari yargıdaki uygulamasında, mahkemeler kural olarak iptal davalarında sadece iptali istenen işlem hakkında ve tam yargı davalarında ise talep edilen tazminat miktarına kadar karar verebilirler. Bu kuralın tersinden çıkarımla, idari yargı yerlerinin talep edilmeyen bir işlem hakkında karar veremeyeceği anlaşılmaktadır. Ancak uygulamada, idare mahkemeleri, imar planları özelinde bu kurala bir istisna getirmektedir. Buna göre; bir imar planına karşı açılan davada, dava devam ederken dava konusu imar planı değişirse ve yeni imar planı, eski imar planının hukuka aykırılıklarını taşımaya devam ediyorsa, mahkeme yeni imar planı da incelemeye dahil eder ve bilirkişi incelemesi yapar. Her ne kadar hüküm fıkrasında ikinci planın iptali açıkça belirtilmese de, yapılan yargılama ve kararın gerekçesinden, ikinci işlemin de hukuka aykırı olduğu yargısal olarak belirlenir. İmar planlarının sıkça dava konusu olduğu ve davaların uzun sürdüğü dikkate alındığında, dava devam ederken imar planlarının değişmesi muhtemeldir. Bu nedenle, idari yargı yerlerinin geliştirdiği bu içtihadın uygulama alanını belirlemek gereklidir.[1]

A. İptal Davasına Konu İdari İşlemin Geri Alınması,  Kaldırılması, Değiştirilmesi ve Düzeltilmesi

İdari işlemler idare tarafından genellikle iki şekilde yürürlükten kaldırılmaktadır. Bunlardan ilki “idari işlemin geri alınması”, diğeri ise “idari işlemin kaldırılması”dır. İdari işlemin geri alınması, işlemin yürürlüğünü sona erdiren hallerden birisidir. Bu yürürlüğün sona ermesi, geçmişe etkili şekilde gerçekleşmektedir. Diğer bir ifadeyle geri alma, idarenin almış olduğu bir kararı, o kararın sonuçları ile birlikte geriye yürüyen şekilde ortadan kaldırması olarak açıklanabilir. İdari işlemin kaldırılması, işlemin yürürlüğünün “idare tarafından” sona erdirilmesine dair bir başka durumdur. Ancak kaldırmada işlemin yürürlüğüne son verme, geri almadan farklı olarak geçmişe yürümemekte; yürürlüğe son verme, kaldırma tarihinden itibaren ileriye dönük gerçekleşmektedir. Bu nedenle bir idarî işlem kaldırıldığında, tesis edildiği tarihten kaldırıldığı tarihe kadar geçen süre içerisindeki etkileri ve sonuçları muhafaza edilmeye devam olunmaktadır.[2] İdarî işlemin değiştirilmesi ise işlem yürürlüğe girdikten sonra, o işlemde geleceğe etkili şekilde değişiklik yapılmasını ifade etmektedir. Değiştirme mevcut işlemden herhangi bir yönde kısmen veya tamamen yürürlükten kaldırma yapmadan, işleme bazı eklemeler yapılarak gerçekleşebileceği gibi; mevcut işlem kısmen veya tamamen yürürlükten kaldırılarak, işlemin mahiyetinin devamlılığının farklı bir içerikte sağlanması şeklinde de gerçekleştirilebilmektedir. Dolayısıyla bir idari işlemin değiştirilmesi, esasen idari işlemin kaldırılmasının bir görünümü olup kaldırmanın hüküm ve sonuçlarına tabidir. Gerek birel gerekse düzenleyici işlemler açısından, idari işlemin kaldırılması veya değiştirilmesi geriye etkili olarak hukuki sonuç doğurmadığından, idari işlemlerin yapıldığı tarihten kaldırıldığı tarihe kadar doğurduğu hukuki sonuçlar ilgililerin menfaatini olumsuz etkilemeye devam edebilir. Bu nedenle idari işlemin geri alınmasından farklı olarak, idari işlemin kaldırılması ve değiştirilmesi halinde her daim dava konusu işlem hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı verilmemesi gerekmektedir. Dava konusu işlemin yürürlükte olduğu süre içinde davacı aleyhine doğurduğu sonuçlar etkisini devam ettiriyor ise, başka bir deyişle davacının menfaati güncel ise dava görülmeye devam edilmeli ve yargılama sonunda iptal veya ret karar verilmelidir. Ancak dava konusu düzenleyici işlem henüz bir birel işlemle somutlaşmadan davanın devamı sırasında değiştirilmiş ise, bu durumda düzenleyici işleme karşı açılan dava kural olarak konusuz kalacağından karar verilmesine yer olmadığı kararı verilmelidir. Hem dava konusu ilk işlemin davacının menfaatini etkilemeye devam ettiği durumda hem de düzenleyici işlemin henüz birel bir işlemle somutlaşmadan değiştiği ikinci durumda, dava konusu işlemleri değiştiren yeni işlemlerin hukuka aykırılığı iddiası kural olarak ayrı bir iptal davasının konusunu oluşturmaktadır. Dolayısıyla imar planlarının birer düzenleyici işlem olduğu hususu göz önünde bulundurularak dava konusu imar planının davaya konu edilme sebebinin, başka bir deyişle davacının menfaatini ilgilendiren kullanım kararının, daha sonra tesis edilen ve dava konusu imar planını yürürlükten kaldıran yeni bir imar planı ile değiştirilmesi ve yeni bir kullanım kararı alınması halinde dava sebebi de ortadan kalkacağından, yine benzer şekilde dava konusu imar planı hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı verilmelidir. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere kural bu yönde olmakla birlikte imar planları özelinde idari yargı yerleri bu kurala bir istisna getirmiş olup dava konusu imar planını değiştiren yeni tarihli imar planını da ilk plana karşı açılan iptal davası kapsamında dava konusu plan ile birlikte incelemekte ve yeni planın hukuka uygun olup olmadığını da değerlendirmektedir. Esasen bu uygulama taleple bağlılık ilkesine aykırılık teşkil etmekle birlikte, idarelerin yargı yolunu işlevsiz bırakma çabalarının önüne geçmek amacıyla idari yargı yerlerince kabul edilmiştir. Ancak dava konusu imar planını değiştiren her imar planının idari yargı yerleri tarafından dava konusu ilk planla birlikte iptal edilebileceğini söylemek de doğru değildir. Nitekim ikinci planın belli şartları taşıması gerekmekte ve bu şartları taşıması halinde ilk planla birlikte iptale konu olabileceği söylenebilecektir.[3]

B. Taleple Bağlılık İlkesinin İstisnası Olarak Yeni İmar Planının İptal Davasına Dahil Edilmesi

I. İdari Yargıda Taleple Bağlılık İlkesi

Taleple bağlılık ilkesi, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 26. maddesinde şu şekilde tanımlanmıştır: “(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.(2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır.” Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun aksine, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda taleple bağlılık ilkesine dair net bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak, bu ilke hukukun genel ilkelerinden biri olduğu için idari yargıda da uygulanmaktadır. Nitekim Danıştay 6. Dairesi de birçok kararında bunu vurgulamış ve “Taleple bağlılık ilkesi, yargılama hukukunun genel prensiplerinden biri olduğundan idari yargılama hukukunda da uygulanması gerekir. Bu ilke kapsamında mahkemeler, davacının istemi ile bağlı olup; istemi genişletecek biçimde karar veremezler.” demiştir.[4] Taleple bağlılık ilkesine göre mahkemeler, kural olarak, yalnızca kendilerinden dava dilekçesinde iptali talep edilen işlem hakkında iptal kararı verebilecek; dilekçede talep edilmeyen bir işlem hakkında iptal kararı vermeleri ise taleple bağlılık ilkesine açıkça aykırılık taşıyacak ve kanun yolu aşamasında kararın bozulması veya kaldırılmasına sebebiyet verecektir. Dava dilekçesi ve cevaba cevap dilekçesi, mahkemelerin karar yetkisi açısından sınır çizmekle birlikte aynı zamanda davacı açısından da talebini değiştirme veya genişletme konusunda sınır çizmektedir. Bu durum iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı olarak ifade edilmekte ve 2577 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 4. fıkrasında “Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler.” hükmü ile açıkça düzenlenmiştir. Taleple bağlılık ilkesinin doğal sonucu, mahkemelerin talep edilmeyen bir konu hakkında karar verememesidir. Dolayısıyla idari yargıda gerek tam yargı davasında gerekse iptal davasında mahkemeler, kural olarak, yalnızca dava dilekçelerindeki talepler hakkında karar verebilirler. Taleple bağlılık ilkesi idari yargıda yalnızca dava konusu işlem hakkında iptal veya ret yönünde bir karar verme veya dava konusu tazminat talebi hakkında kısmen veya tamamen kabul veya ret yönünde bir karar verme anlamına gelmekle beraber; gerek iptal gerekse tam yargı davasında dava konusu işlemler dışında kalan ve dava konusu işleme dayanak teşkil eden işlemlerin de hukuka uygun olup olmadığı konusunda bir değerlendirme yapılmasına engel teşkil etmemektedir. Başka bir deyişle, bir birel işleme karşı açılan iptal davasında, birel işlemin dayanağı olan düzenleyici işlem yahut bu işlemi önceleyen bir birel işlem dava konusu edilmemiş olsa da mahkeme birel işlemin hukuka uygunluğunu denetlerken, dayanak düzenleyici işlemin veya önceleyen birel işlemin de hukuka uygun olup olmadığını inceleyebilir. Yahut bir tam yargı davasında tazminat talebi hakkında karar verirken iptal talebi olmasa da zararı doğuran idari işlemin hukuka uygunluğu mahkemece değerlendirilmek zorundadır. Ancak her iki durumda da mahkemeler, dava konusu dışında kalan işlemlerin hukuka uygun veya hukuka aykırı olduğunu tespit etmekle yetinir; bu işlemler hakkında bir iptal kararı veremezler. Taleple bağlılık ilkesi, mahkemelerin bu yönde bir karar vermesine engel teşkil eder. Taleple bağlılık ilkesi 2577 sayılı Kanun’da açıkça düzenlenmemekle birlikte, yukarıda atıf yapılan Danıştay kararında da vurgulandığı üzere, hukukun genel ilkelerinden biri olarak idari yargıda da kural olarak uygulanmaktadır. Ancak açık bir düzenleme bulunmadığından ilkenin idari yargıda ne şekilde uygulanacağı ve istisnalarının olup olmadığı yoruma açıktır. Nitekim Danıştay bir kararında “bir paftayı turistik tesis kullanımına açan imar planı değişikliğinin mevzuata aykırı olduğu(nun) anlaşıldığı gerekçesiyle mahkemece planın turistik motel ile ilgili bölümü ve inşaat ruhsatı iptal edilmişse de imar planı değişikliğinin bir bütün olarak mevzuata aykırılığı söz konusu olduğundan imar planı değişikliğinin tümünün iptali gerektiği”ne hükmetmiştir.[5] Ancak Danıştay’ın bunun aksi yönde, yani planın parsel yönünden iptali istenildiği hâlde, “İdare Mahkemesince, (…) alanın tümüne yönelik genel değerlendirmelere dayalı olarak davacının dava dilekçesindeki istemini aşar şekilde planın tümü hakkında iptal hükmü kurulamayacağı” yönünde içtihadı da bulunmaktadır.[6] Dolayısıyla idari yargı davalarında taleple bağlılık ilkesinin geçerli olup olmadığı hem taraflar hem de idare mahkemeleri tarafından belirsizlik yaratmaktadır. Doktrinde bu durumun temel haklarla ilgili çeşitli usuli sorunlara yol açacağı ve ilgili hukukun öngörülebilirliği yönünden de ciddi bir sorun teşkil ettiği savunulmaktadır. Ayrıca değinmekte değinilmesi gerekir ki Anayasa Mahkemesi önündeki “iptal davaları” için “taleple bağlılık” ilkesi geçerli olmakla birlikte 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi bundan sapılabileceğini öngörmüştür: “Başvuru, kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün sadece belirli madde veya hükümleri aleyhine yapılmış olup da, bu madde veya hükümlerin iptali kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün diğer bazı hükümlerinin veya tamamının uygulanamaması sonucunu doğuruyorsa, keyfiyeti gerekçesinde belirtmek şartıyla Mahkeme, uygulama kabiliyeti kalmayan kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün bahis konusu öteki hükümlerinin veya tümünün iptaline karar verebilir.” Doktrinde benzer bir hükmün İYUK’ta bulunmaması söz konusu normu “eksik düzenleme” kıldığını ve bu eksik düzenleme nedeniyle kimi kararlarda içtihatla genişletildiğini kimi kararlarda ise dar yorumlandığı söylenmektedir. Ayrıca doktrinde hukuk devletine aykırılık yaratan bu belirsizlik, eksiklik ve öngörülemezliğin somut norm denetimine konu edilmesi ve sorunun Anayasa Mahkemesine taşınması gerektiği de savunulmaktadır.

II. Dava Devam Ederken Dava Konusu İmar Planını Değiştiren Yeni Planının Yargılamaya Dahil Edilmesi

İdari yargı mercileri, yukarıda da değindiğimiz üzere taleple bağlılık ilkesine ilişkin kurala içtihat yoluyla bir istisna getirmişlerdir. Buna göre, dava konusu işlem bir imar planı ise ve dava konusu imar planının yargılama devam ederken başka bir planla değiştirilmesi halinde, yeni imar planı, dava konusu edilen bir önceki plandaki hukuka aykırılıkları aynen taşıyor ise, başka bir deyişle, ikinci işlem yalnızca ilk davanın konusuz kalmasını sağlamak amacıyla tesis edilmiş ise idari yargı mercileri dava devam ederken tesis edilen yeni planı da mevcut iptal davasına dahil ederek yargılama konusu yapmakta ve iptal kararı verebilmektedir. Nitekim Danıştay kararına konu bir olayda Danıştay “1979 tarihli imar planında davacının taşınmazının okul alanı olarak belirlenmesi nedeniyle açılmış olan iptal davasında, 1982 tarihinde yeni bir plan yapılmasına rağmen davacının taşınmazının yeni planda da okul alanı olarak belirlendiği tespiti yapılarak 1979 tarihli plana karşı açılan davada 1982 tarihli planın da değerlendirilmesine” karar vermiştir.[7] Başka bir kararda ise Danıştay, “…Uyuşmazlığa konu olayda, davacı taşınmazı yönünden dava konusu plan değişikliği sonucu kullanım kararının değiştirilmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek dava açılmasından sonra davacı taşınmazını kapsayan alanda yeni planların onaylandığı ancak taşınmaza yeni kullanım kararı getirilmediği, dava konusu plandaki kullanım kararlarının sürdürüldüğü, başka bir anlatımla, sonradan onaylanan plan değişikliğinin taşınmaz yönünden herhangi bir değişiklik öngörmediği, dava konusu plandaki kullanım kararlarının aynı şekilde devam ettiği, bu yönüyle yürürlüğünün sona ermediği gibi dava açma nedenlerinin ortadan kalkmadığı görüldüğünden davanın konusuz kaldığından söz edilemez. Aksine bir yaklaşım, yargılamada uyuşmazlığın özüne yönelik inceleme yapılmasından uzaklaşılması, uyuşmazlığın şekli olarak ele alınması sonucunu doğuracak, adil ve aleni olarak yargılanma hakkını öngören Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesindeki adil yargılanma ilkesiyle çelişen bir yargılamaya yol açacaktır. Bu durumda, dava konusu planla getirilen kullanım kararlarının davacı taşınmazı yönünden devam etmesi karşısında, uyuşmazlığın esasına yönelik olarak inceleme yapılarak karar verilmesi gerekirken, aynı kullanım kararlarını sürdüren planların dava konusu planı yürürlükten kaldırdığı, davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle dava hakkında karar verilmesine yer olmadığı yolunda verilen temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir..” diyerek dava devam ederken değiştirilen planlar hakkında işin esasına girilerek karar verilmesi gerektiğine hükmetmiştir[8]. Bu kararında Danıştay, her bir imar planını bir bütün olarak bağımsız birer işlem olarak değerlendirmemekte, parsel bazında değerlendirme yaparak ve bir parselin kullanım kararında hiçbir değişiklik getirmeyen yeni tarihli imar planını yeni bir işlem kabul etmeyerek önceki imar planının yürürlüğünün halen devam ettiğini kabul etmektedir. Danıştay, dava devam ederken dava konusu imar planının değişmesi halinde, yeni plan hakkında bilirkişi incelemesi yaptırılarak dava açma gerekçesinin yeni planda da aynı şekilde bulunup bulunmadığının araştırılması gerektiğine karar vermekte ve bu yönde bir inceleme yapılmamasını bozma sebebi olarak görmektedir. Danıştay 6. Dairesinin, AİHS’in 6. maddesine ve adil yargılanma hakkına da gönderme yapması önem arz etmektedir. Mahkeme, dava konusu planın değiştiği gerekçesiyle, otomatik olarak davanın konusuz kaldığı kararının verilmesinin yargılamanın özüne yönelik inceleme yapmaktan uzaklaşılarak uyuşmazlığın şekli olarak ele alınması sonucunu doğuracağını, bu durumun da adil yargılanma hakkının ihlali olacağını ifade etmiştir. Kararda açıkça ifade edilmese de, mahkeme, idarelerin plan değiştirme yetkisini kötüye kullanarak davaları konusuz bırakma ve davacıların adli yargılanma hakkını ihlal etmesinin önüne geçmeyi amaçlamıştır. İdari yargı mercileri, yeni işlem tesis edilmesinin tek amacının mevcut davayı konusuz bırakma olduğunu tespit ederken, ilk işlem ile ikinci işlemin aynı içerikte olup olmadığına bakmaktadır. Dolayısıyla davaya konu ilk işlemdeki hukuka aykırılıklar ikinci işlemde de aynı şekilde yer alıyorsa veya ilk davanın konusu dışında kalan bazı şekli değişiklikler yapılması ile yetinilmiş ise, bu durumda taleple bağlılık ilkesine istisna getirilerek ikinci işlemin de dolaylı olarak iptali yönünde karar verilebilmektedir. Nitekim Danıştay bir kararında bu hususu açıkça vurgulayarak “(…) dava konusu 23.06.2005 onay tarihli 1/5000 ölçekli nazım imar planı yönünden davanın konusuz kaldığından söz edilebilmesi için sonradan yürürlüğe giren 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliği ile davacının ilk plana karşı dava açmaktaki olumsuzlukların düzeltilmesi suretiyle hukuki sonucu elde etmiş olması gerekmektedir” şeklinde karar vermiştir.[9]

III. İstisnanın Uygulanamayacağı Durumlar

Doktrinde dava konusu imar planını değiştiren ikinci planın içeriği ile ilk planın içeriği farklı ise, başka bir deyişle, ilk planda davacının menfaatini etkileyen hususlar ikinci planda giderilmiş ise, bu durumda davayı konusuz bırakma amacının somut olayda bulunmadığının kabul edilmesi gerektiği ve ikinci plan değerlendirmeye alınmadan yalnızca ilk plan hakkında “karar verilmesine yer olmadığı kararı” verilmesi gerektiği savunulmaktadır. İlgili görüşe göre ikinci plan ancak ayrı bir davaya konu olması halinde mahkemelerce değerlendirilmesi gerekmektedir. İlgili görüşe uygun olarak Danıştay 6. Dairesi de bir kararında, dava devam ederken imar planında değişiklik yapılarak eski plandan farklı bir kullanım amacı öngörülen plan değişikliğinin de inceleme konusu yapılmasını hukuka aykırı bulmuş ve ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.[10] Dolayısıyla dava konusu imar planını değiştiren yeni planda derdest davaya konu edilen hukuka aykırılıklar dışında başka hukuka aykırılıkların bulunması veya davacının ilk davadaki menfaati dışında farklı bir menfaatini ihlal eden bir hukuka aykırılığa yer verilmesi halinde de ikinci işlemin ilk işlemin devamı olmadığı kabul edilmelidir. Ayrıca değinmek gerekir ki, dava devam ederken yürürlüğe giren plan ile dava konusu plan, davacının menfaati açısından aynı içerikte olsa da, ikinci planın yapılmasından önce mevzuatta bir değişiklik yapılmışsa ve ilk plandaki hukuka aykırılıkların aynı şekilde korunması bu kez mevzuata uygun ise, bu durumda da ikinci planın hukuka aykırılığına karar verilemeyecektir. Nitekim idari işlemlerin hukuka uygunluğu tesis edildikleri tarihte yürürlükte olan hukuka göre değerlendirilmektedir. Dolayısıyla her iki plan aynı içerikte de olsa, ikinci imar planı öncesinde değişen mevzuatın da yargılamada dikkate alınması gerekir.

Sonuç

Hem birel hem de düzenleyici işlemler açısından, idari işlemin kaldırılması veya değiştirilmesi geriye dönük hukuki sonuçlar doğurmadığı için, bu işlemlerin yapıldığı tarihten kaldırıldığı tarihe kadar olan sürede meydana getirdiği hukuki sonuçlar, ilgililerin menfaatlerini olumsuz etkilemeye devam edebilir. Ancak, dava konusu olan düzenleyici işlem henüz birel bir işlemle somutlaşmadan dava sürecinde değiştirilmişse, bu durumda düzenleyici işleme karşı açılan dava konusuz hale geleceğinden, karar verilmesine yer olmadığı kararı hükmedilmelidir. İmar planlarının da düzenleyici işlem olduğu hususu göz önünde bulundurularak dava konusu imar planının davacının menfaatini ilgilendiren kullanım kararının, daha sonra tesis edilen ve dava konusu imar planını yürürlükten kaldıran yeni bir imar planı ile değiştirilmesi ve yeni bir kullanım kararı alınması halinde dava sebebi de ortadan kalkacağından dava konusu imar planı hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı verilmelidir. Genel kural bu olmakla birlikte idari yargı yerleri, imar planları özelinde bu kurala bir istisna getirmiştir. Dava konusu imar planını değiştiren yeni tarihli imar planları, ilk plana karşı açılan iptal davası kapsamında incelenmekte ve yeni planın hukuka uygun olup olmadığı da değerlendirilmektedir. Bu uygulama, taleple bağlılık ilkesine aykırı olsa da, idarelerin yargı yolunu işlevsiz bırakma çabalarını engellemek amacıyla idari yargı yerlerince kabul edilmiştir. Dolayısıyla, dava konusu imar planı yargılama devam ederken başka bir imar planı ile değiştirilirse, yeni plan, önceki plandaki hukuka aykırılıkları taşıyorsa ve ikinci plan yalnızca ilk davanın konusuz kalmasını sağlamak amacıyla tesis edilmişse, idari yargı mercileri bu yeni planı mevcut iptal davasına dahil ederek incelemekte ve gerekirse iptal kararı verebilmektedir. Danıştay, her bir imar planını bir bütün olarak bağımsız birer işlem olarak değerlendirmemekte, parsel bazında değerlendirme yaparak ve bir parselin kullanım kararında hiçbir değişiklik getirmeyen yeni tarihli imar planını yeni bir işlem kabul etmeyerek önceki imar planının yürürlüğünün halen devam ettiğini kabul etmektedir. İdari yargı mercileri, yeni işlem tesis edilmesinin tek amacının mevcut davayı konusuz bırakma olduğunu tespit ederken, ilk işlem ile ikinci işlemin aynı içerikte olup olmadığına bakmaktadır. Dolayısıyla davaya konu ilk işlemdeki hukuka aykırılıklar ikinci işlemde de aynı şekilde yer alıyorsa veya ilk davanın konusu dışında kalan bazı şekli değişiklikler yapılması ile yetinilmiş ise, bu durumda taleple bağlılık ilkesine istisna getirilerek ikinci işlemin de dolaylı olarak iptali yönünde karar verilebilmektedir. Ancak ikinci işlem ile ilk işlemin içeriği farklı ise, başka bir deyişle, ilk işlemde davacının menfaatini etkileyen hususlar ikinci işlemde giderilmiş ise, bu durumda davayı konusuz bırakma amacının somut olayda bulunmadığı kabul edilmeli ve ikinci işlem değerlendirmeye alınmadan yalnızca ilk işlem hakkında “karar verilmesine yer olmadığı kararı” verilmelidir. Ayrıca, dava konusu işlemi değiştiren yeni işlemde başka hukuka aykırılıkların bulunması veya davacının ilk davadaki menfaati dışında farklı bir menfaatini ihlal eden hukuka aykırılıklar yer alıyorsa, ikinci işlemin ilk işlemin devamı olmadığı kabul edilmelidir. Bu durumda, yeni işlem ayrı bir dava konusu yapılmalıdır. Mahkemeler, dava konusu işlemi değiştiren işlemin ilk işlemin devamı niteliğinde olup olmadığını belirlemek amacıyla bilirkişiye başvurmaktadır. Bilirkişiler, sonraki işlemin ilk işlemden farklı olmadığı sonucuna vardıklarında, dava konusu işlemin yürürlükten kalkmadığı ve davanın konusuz kalmadığı belirtilmektedir. Mahkeme kararlarına bakıldığında, dava konusu işlemi değiştiren yeni işlemin hüküm fıkrasında belirtilmediği ancak karar metninde tartışıldığı görülmektedir. Doktrinde, bu uygulamanın verilen iptal kararlarının uygulanabilirliğini zayıflattığı ifade edilmekte ve mahkemelerin, yeni tarihli imar planını da hüküm fıkrasında zikrederek iptal kararı vermelerinin, iptal kararlarının uygulanabilirliği açısından önemli olduğu savunulmaktadır.

Stj. Av. Gökhan Korkutan

 

Kaynakça:

1. Altındağ, Halil, “İptal Davasına Konu İmar Planının Dava Devam Ederken Değiştirilmesinin İptal Davasına Etkisi”. İstanbul Hukuk Mecmuası 81/2 (Ekim 2023): 531-545.

2. Akyılmaz, Bahtiyar, Murat Sezginer ve Cemil Kaya, İdare Hukuku (Seçkin Yayıncılık, 2012) 418.

3. Özdemir, Selman, “İdarî İşlemin Geri Alınmasında, İçtihadı Birleştirme Kurulu Kararlarının İdarî Yargı Pratiğindeki Uygulanışına Dair Bir Değerlendirme”, SÜHFD., C. 29, S. 2, 2021, s. 1383-1435.

4. Danıştay 6. Daire, 20.02.2023 tarihli ve 2019/1995 E., 2023/1635 K. sayılı kararı

5. Danıştay 6. Daire, 26/02/1990 tarihli ve 1989/3319 E., 1990/170 K. sayılı kararı

6. Danıştay 6. Daire, 02/02/2009 tarihli ve 2007/1728 E., 2009/812 K. sayılı kararı

7. Danıştay 6. Daire, 16.02.1983 tarihli ve 1979/1757 E., 1983/648 K. sayılı kararı

8. Danıştay 6. Daire, 22.01.2013 tarihli ve 2011/6914 E., 2013/47 K. sayılı kararı

9. Danıştay 6. Daire, 26.03.2012 tarihli ve 2009/11739 E., 2012/1255 K. sayılı kararı

10. Danıştay 6. Daire, 14.05.1992 tarihli ve 1990/2207 E., 1992/2198 K. sayılı kararı 

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN