Her devletin kendi toprakları üzerinde hâkimiyet
yetkisi bulunmaktadır, bu hakimiyet yetkisinin sonucu olarak da devletlerin
mahkeme kararları kural olarak sadece kendi toprakları üzerinde sonuç
doğurmaktadır. Bir ülkenin egemenlik sınırları içerisinde yargı organı
tarafından verilen bir kararın verildiği ülke dışında kabul edilmesi, hüküm ve
sonuç doğurması ise kararın tanınması veya tenfizi ile mümkün olmaktadır. Dolayısıyla
yabancı bir mahkeme kararının Türkiye’de hüküm doğurabilmesi için Türk
mahkemeleri tarafından o kararın tanınmasına ya da tenfizine karar verilmesi
gerekmektedir, doğrudan hüküm doğurması söz konusu değildir.
Tanıma ve tenfiz, bir yabancı mahkeme
kararının başka bir ülkedeki mahkeme veya otoriteler tarafından geçerli
sayılması anlamına gelir. Tanıma, yabancı bir ülkedeki mahkeme kararının başka
bir ülkede hukuki bir değer taşıması için, o ülkedeki mahkemeler tarafından
geçerli kabul edilmesidir. Bu kapsamda tanıma ile birlikte yabancı bir ülke
mahkemesinden verilen kararlar tanıyan ülkede kesin delil veya kesin hüküm
yerine etkisine haiz olacaktır. Bu nedenle bir yabancı mahkeme kararının
Türkiye'de tanınabilmesi için Türk mahkemeleri tarafından resmi olarak kabul
edilmesi gerekmektedir.
Tenfiz, yabancı bir ülkedeki mahkeme
kararının, başka bir ülkedeki mahkeme veya icra daireleri tarafından
uygulanabilir hale getirilmesidir. Yani bir mahkeme kararı verildikten sonra,
bu kararın uygulanabilmesi için icra edilmesi gerekmekte olup tenfiz ile yabancı
ülke kararına kesin hüküm niteliğinin yanında icra kabiliyeti tanınarak kararın
ülkede icra edilebilirliğinin sağlanmaktadır. Ancak yabancı bir mahkeme
kararının bir ülkede geçerli olabilmesi için, öncelikle o ülkede tanınması
gerekmektedir. Bu kapsamda her tenfiz kararı tanımayı da bünyesinde
barındırmaktadır. Tenfiz davası açılarak, mahkeme kararının Türkiye'deki
mahkeme veya icra daireleri tarafından uygulanması talep edilebilir. Tenfiz
kararı verildikten sonra, yabancı mahkeme kararı, Türkiye'deki bir mahkeme
kararı gibi işlem görür ve uygulanabilir hale gelir.
Bir kararın tanınması ve tenfizi için
belirli bazı maddi koşulları sağlaması gerekmektedir. Bu koşullar açısından
tanıma ve tenfizin tek farkı ise tenfizde mütekabiliyet şartı aranıyorken
tanımada aranmamasıdır.
Ön
Koşullar:
1- Yabancı bir devlet mahkemesi
tarafından verilmiş bir ilam olmalıdır;
Tanınması veya tenfizi talep edilen
kararın mahkeme kararı olup olmadığı hem ilgili kararın verildiği ülkenin
hukukuna göre hem de Türk hukukuna göre değerlendirilmektedir. Bu kapsamda
şeriat mahkemeleri tarafından verilen kararlar da tanıma veya tenfiz talep
edilen ülkenin hukuk sisteminde şeriat mahkemesi söz konusu olmasa dahi yabancı
devletin hukuk sistemine göre mahkeme olarak değerlendirildiği için tanımaya
veyahut tenfize konu edilebileceklerdir.
Bu şartın istisnası olarak yabancı
devletlerin idari makamlarınca verilen evlat edinmeye ve nafakaya ilişkin
kararlar olup bunun sonucunda söz konusu kararların, mahkeme tarafından
verilmemiş olsalar dahi, tanımaya ve tenfize konu edilmeleri mümkündür. Yine
Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 27/A maddesi gereğince yabancı idari makamlarca
verilen boşanma, evliliğin butlanı, iptali veya mevcut olup olmadığına ilişkin
tespit kararları usulen kesinleşmesi ve kamu düzenine aykırı olmaması şartıyla
tanıma-tenfiz davası açılmasına gerek olmaksızın doğrudan nüfus kütüğüne tescil
edilebilmektedir.
2- Yabancı mahkeme kararı özel hukuk
davalarına ilişkin olmalıdır;
Her ne kadar ceza hukuku ve kamu hukuku
alanındaki kararların tanıma ve tenfizinin mümkün olmadığı söylense de ilgili
kararlar içerisinde yer alan kişisel haklarla ilgili hükümler tanımaya veya
tenfize konu edilebilecektir.
3- Karar, verildiği ülke hukukuna göre
kesinleşmiş olmalıdır ve apostille şerhiyle belgelenmelidir.
İlgili şart hem maddi hem şekli anlamda
geçerlilik şartı olup Yargıtay kararlarınca da bu şerh bulunmaksızın yabancı
mahkeme kararlarının tanımaya ve tenfize konu edilemeyeceği kabul edilmektedir.
Nitekim yabancı belgedeki imzanın doğruluğunun, belgeyi imzalayan kişinin
sıfatının ve gerektiğinde bu belge üzerindeki mühür ve damganın aslı ile aynı
olduğunun teyidi için, bizzat belge üzerine veya buna eklenecek bir kağıdın
üzerine “tasdik şerhi” (Apostil) konulması mecburidir. “Apostil’in” bulunmaması, sunulan
belgenin güvenilirliğini ortadan kaldırır. Bu bakımdan, tanınması istenilen
yabancı mahkeme kararında Apostil’in bulunması zorunludur. [1]
Tanıma veya tenfizi talep edilen
yabancı mahkeme kararlarının sayılan bu ön koşulları taşıdığının tespiti
halinde esas koşullar açısından incelemeye geçilmektedir.
Esas
Koşullar:
1-
İki devlet arasında karşılıklılık (mütekabiliyet) bulunmalıdır;
Karşılıklılık ilkesi, bir ülkenin,
yabancı bir ülkenin mahkeme kararlarını tenfiz etmesi için, kararı veren
yabancı ülkenin de aynı şekilde kararı tenfiz eden ülkenin mahkeme kararlarını
tenfiz etmesi gerektiği ilkesidir. İlgili ilke devletlerin karşılıklı olarak
birbirlerinin mahkeme kararlarının kendi ülkelerinde tenfizine imkan
vereceklerini kabul etmesi anlamına gelmektedir. Bu şart yalnızca tenfizde bulunmakta olup
tanımada söz konusu değildir. Karşılıklılık; sözleşmesel, kanuni ya da fiili
olabilmektedir. Sözleşmesel karşılıklılık ilamı tanıyan devlet ile veren devlet
arasında karşılıklılık esasına dayanan iki veya çok taraflı anlaşma bulunmasını
ifade etmektedir. Kanuni karşılıklılık ilamı veren devletin kanunlarında ilamı
tenfiz eden devlet tarafından verilecek kararların tenfiz edileceğine ilişkin
hüküm bulunmasıdır. Fiili karşılıklılık ise ilamı veren devlette fiili uygulama
olarak ilamı tenfiz eden devletin kararlarının tenfiz ediliyor olmasını ifade
etmektedir. Bu kapsamda ülkemizde
yalnızca karşılıklılık ilkesini sağlayan devletlerin kararları tenfiz
edilebilmektedir. Yabancı mahkeme kararının verildiği
devletin federal yapıda olması hâlinde ise karşılıklılığın federal devlet ile
değil, kararı veren mahkemenin bulunduğu federe devlet ile Türkiye arasında
aranması gerekir.
2- Kararın Türk mahkemelerinin münhasır
yetkisine girmeyen konularda verilmesi gerekmektedir;
Kanunlarımızda Türk mahkemelerin
münhasır yetkisine girdiği düzenlenen konularda verilmiş bir yabancı mahkeme
kararının Türkiye’de tanınması veya tenfizi mümkün değildir. Örneğin Türkiye
sınırları içinde bulunan taşınmaz mallarla ilgili davalar Türk mahkemelerinin
münhasır yetkisine girmektedir, bu kapsamda yabancı devlet mahkemelerinin
Türkiye’deki taşınmaza ilişkin kararlarının, bu konu hakkında hüküm kurma
yetkisinin münhasıran Türk mahkemelerine bırakılmış olması nedeniyle Türkiye’de
hüküm ve sonuç doğurabilmeleri söz konusu olmayacaktır.
3- Yabancı mahkeme tarafından verilen
kararların aşkın yetki oluşturmaması gerekmektedir;
Yabancı bir mahkeme kararı, olayın
gerçekleştiği ülkenin hukukuna göre yetkili olan bir mahkeme tarafından
verilmiş olmalıdır. Ayrıca, verilen karar, olaya ilişkin yargı yetkisini ve
hukuki dayanağı doğru şekilde belirtmelidir. Aşkın yetki, kararın dava
konusuyla veya taraflarla gerçek ilişkisi bulunmadığı halde kendisine yetki
tanıyan mahkeme tarafından verilmesidir, yani yabancı mahkemenin yetkisinin,
milletlerarası usul hukukunun genel kabul gören yetki kurallarının dışında,
kabul edilmesi mümkün olmayan bir şekilde oluşmuş olmasını ifade etmektedir. Tenfiz mahkemesi
yabancı mahkemenin yetkisinin Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girip
girmediğini resen incelerken, yabancı mahkemenin yetkisinin aşkın yetki hâli
olup olmadığının incelenmesi ise davalının bu konuda itiraz etmiş olmasına
bağlıdır.
4- Kararın Türk kamu düzenine açıkça
aykırı olmaması;
Kamu düzeni öğretide genel olarak; “bir
toplumun, belirli bir zaman dilimi içerisinde, siyasi, sosyal, ekonomik, ahlaki
ve hukuki açılardan temel yapısını belirleyen ve temel çıkarlarını koruyan
kurum ve kurallar bütünüdür.” [2] şeklinde tanımlanmaktadır. Yabancı mahkeme kararı, aleniyet, ahlak ve
hukukun temel ilkeleri gibi kamu düzenine ilişkin temel kurallara aykırı
olmamalıdır. Örneğin, bir mahkeme kararı, bir ülkede kabul edilemez bir eylemi
teşvik ederse, kamu düzenine aykırı kabul edilir ve tanınmaz. Buna paralel
olarak yabancı mahkeme kararlarının Türk hukuk sistemi bakımından kabul
edilemez bir sonuç yaratması kamu düzenine aykırılık teşkil etmekte ve o
kararın Türkiye’de tanıma ve tenfizine engel oluşturmaktadır.
Tanıma ve tenfiz talebine
konu yabancı mahkeme kararının Türk kamu düzenine aykırı olup olmadığının
tespiti, esas itibariyle hâkimin takdirine bırakılmıştır. Ancak hâkim, takdir
yetkisini kullanırken keyfi davranamaz, milletlerarası özel hukukun varlık
sebebini ve bu hukukun genel prensiplerini dikkate almak zorundadır. Bu
itibarla tenfiz hâkimi, sırf Türk hukukundakinden farklı maddi ve
usul kuralları uygulanarak verildiği için yabancı bir kararı kamu düzenine
aykırı sayıp tenfizini reddedemez. Yabancı bir kararın Türk kamu düzenine
açıkça aykırı sayılabilmesi için, kararda yer alan hüküm fıkrasının Anayasanın
veya hukuk sisteminin temel ilkelerine (vazgeçilmez prensiplerine), Türk
toplumunun genel örf-adet ve ahlak telakkilerine aykırı olması, Türk hukuku
açısından vazgeçilemeyecek hukuki değerleri zedelemesi gerekir.[3]
5- Kararın davalının savunma haklarına
riayet edilerek verilmiş olması gerekmektedir;
Davalının savunma hakkı adil yargılanma
ilkesinin ayrılmaz bir parçası olup davalının kendisine yöneltilen iddialara
karşı savunmasını yapabilmesini, deliller sunabilmesini ve hâkim karşısında
eşit bir şekilde muamele görebilmesini sağlamaktadır. Bu kapsamda davalının
usulüne uygun olarak çağırılması, yargılamanın her aşamasından haberdar olması
ve kendini savunmasına imkân verilmesi gerekmektedir. Davalının savunma hakkı,
uluslararası hukukun da temel prensiplerinden biridir ve tenfiz işlemlerinde
dikkate alınması gereken önemli bir husustur.
Tanıma veya tenfizi istenen yabancı
mahkeme kararının mutlaka davalının savunma hakkına riayet ederek verilmiş
olması gerekmektedir. Savunma hakkına riayet edilip edilmediği ise kararı veren
yabancı devlet hukukuna göre değerlendirilmektedir. MÖHUK’nın 54/ç maddesi gereğince, kendisine
karşı tenfiz istenen kişi, mahkemeye o yer kanunlarına
göre usulüne uygun olarak çağrılmamış yani davet edilmemiş veya uygun
çağrı yapılmadığı ya da yapıldığı hâlde temsil edilmemiş veyahut da o yer
kanunlarına aykırı olarak kararın gıyabında veya yokluğunda verilmiş, olması
hâllerinde ilgilinin tenfize karşı Türk mahkemesinde itiraz etmesi üzerine
yabancı mahkeme kararının tenfizi mümkün olmayacaktır. Görüldüğü üzere
MÖHUK’nın 54/ç maddesi bütün savunma haklarını içine alacak bir genişliğe sahip
olmadığı için savunma hakkı ihlal eden diğer durumlar MÖHUK’nın 54/c
maddesindeki kamu düzenine aykırılık nedeni ile tenfiz engeli
olabilecektir [4]. Nitekim Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre de bu
ihlalin Türk kamu düzenine aykırılık teşkil edecek nitelikte olması durumunda
itiraz edilip edilmediğine bakılmaksızın tanıma veya tenfiz isteminin re’sen
reddedilmesi gerekmektedir.
Bu ön şartların ve esas şartların
sağlanması halinde tanıma ve tenfiz engeli söz konusu değilse yabancı mahkeme
kararı, ilgili ülkede tanınabilir ve tenfiz edilebilir. MÖHUK m. 55/2’de tanıma
ve tenfize ilişkin diğer engeller düzenlenmiştir. İlgili maddeye göre davalı
tenfiz şartlarının bulunmadığını veya yabancı mahkeme ilâmının kısmen veya
tamamen yerine getirilmiş yahut yerine getirilmesine engel bir sebep ortaya
çıkmış olduğunu öne sürerek itiraz edebilir ancak bu engeller yalnızca davalı
tarafından ileri sürüldüğünde mahkeme tarafından dikkate alınabilecektir.
Tanıma ve Tenfiz Davaları
Türkiye'de bir yabancı mahkeme
kararının tanınması ve tenfizi, öncelikle ilgili tarafların talebiyle başlar. Kararın
tanınmasında veya tenfiz edilmesinde hukuki yararı bulunan herkes bu istemde
bulunabilir. Tenfiz mutlaka ayrı bir dava açılarak talep edilmelidir, tanıma
ise ayrı bir dava olarak açılabileceği gibi açılmış herhangi bir davada
taleplerden birisi olarak da ileri sürülebilecektir.
Tanıma veya tenfiz taleplerinde görevli
mahkeme uyuşmazlığın türü fark etmeksizin asliye hukuk mahkemeleridir. Bunun
tek istisnası aile hukukundan doğan yabancı mahkeme kararlarının tanınmasına ve
tenfizine ilişkin davalarda görevli mahkemenin aile mahkemeleri olmasıdır. Yetkili mahkeme açısından ise basamaklı bir
kural öngörülmüş olup buna göre; aleyhine tanıma veya tenfiz istenen kişinin
Türkiye’deki yerleşim yeri mahkemesi, yerleşim yeri bulunmuyorsa Türkiye’de
sakin olduğu yer mahkemesi bu da yoksa Ankara, İzmir ve İstanbul mahkemeleri
tanıma ve tenfiz davalarında yetkili kılınmıştır.
Başvuru, Türk mahkemeleri tarafından
incelenir ve kararın tanınması ve tenfizi için gerekli şartların yerine
getirilip getirilmediği değerlendirilir. Bu süreçte, Türk mahkemesi, yabancı
mahkemenin yetkisini, kamu düzenine uygunluğunu ve tebligat usulüne uygunluğunu
kontrol eder. Bu noktada önemle belirtmek gerekir ki revizyon yasağı gereğince
tanıma veya tenfiz davasına bakan mahkeme, kararı sadece tanıma veya tenfiz
şartları açısından inceleyebilir; yabancı mahkeme kararının esasına giremez,
karar üzerinde değişiklik yapamaz sadece istemi kabul veya reddedebilir.
Eğer Türk mahkemesi, yabancı mahkeme
kararının Türkiye'de tanınması ve tenfiz edilmesine karar verirse, karar resmi
olarak kaydedilir ve taraflara tebliğ edilir. Tanıma veya tenfizle beraber
yabancı mahkeme kararları geriye dönük olarak kesinleştikleri tarihten itibaren
hüküm ifade ederek kesin delil ve kesin hüküm niteliğine haiz olur. Bu kapsamda
tenfizine karar verilen ilamlar Türk mahkemelerinden verilmiş gibi icra olunur.
Üzerinde durulması gereken bir diğer
husus ise yabancı mahkeme kararlarının niteliğine göre tanımaya veya tenfize
konu edilmesinin belirlenmesidir. Bu itibarla eda hükümleri icrai niteliğe haiz
olduğu için tenfize konu olurken tespit kararları ile yenilik doğurucu kararlar
ise icrai niteliğe haiz olmadıklarından yalnızca tanımaya konu
olabileceklerdir. Bu kapsamda örneğin yabancı mahkemenin verdiği boşanma kararı
icrai nitelikte olmadığından tanımaya nafaka kararı ise eda hükmi içerdiğinden
tenfize konu edilebilecektir. Öte yandan çekişmesiz yargı kararları maddi
anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden, arabuluculuk kararları ise mahkeme
kararı olmadığından ne tanımaya ne tenfize konu olabilirler.
Tanıma ve Tenfizde Tebligat
Milletlerarası özel hukukta yabancı
mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi için usulüne uygun tebligat
gerçekleştirilmiş olması gerekmekte olup bu anlamda tebligat tenfiz şartlarıyla
doğrudan ilgilidir. Türk hukukunda tebligatı düzenleyen Kanun, 7201
sayılı Tebligat Kanunu’dur. Bunun yanı sıra Türkiye yabancı mahkeme
kararlarının tanınması ve tenfizi konusunda bazı uluslararası sözleşmeler
imzalamıştır. Bu sözleşmeler, Türkiye'nin yabancı mahkeme kararlarının
tanınması ve tenfizi için tebligat usulüne ilişkin bazı kurallar belirlemiştir.
Yabancı ülkeye yapılacak olan tebligata ilişkin uluslararası sözleşmeler
veya devletler arasında imzalanan sözleşmeler iç hukuka oranla öncelik taşıdığı
için uluslararası tebligatın, taraf olunan uluslararası sözleşmeler veya
ikili anlaşmalar gereğince yapılması gerekmektedir.
Türkiye’nin tebligata ilişkin olarak
imzaladığı uluslararası antlaşmalar şu şekildedir;
1- New York Sözleşmesi:
Bu sözleşme 165 devlet tarafından
imzalanmıştır ve bu nedenle dünya genelinde çok yaygın bir kabul görmektedir.
Sözleşme, yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi için belirli yollar
belirlemektedir bu yollar arasında, doğrudan tebligat, posta yoluyla tebligat
ve yerel makamlar aracılığıyla tebligat gibi yöntemler yer almaktadır.
2- Avrupa Konseyi Medeni Hukuk
Sözleşmesi:
Bu sözleşme, Avrupa Konseyi üye
devletleri arasında geçerlidir ve 25 Avrupa ülkesi tarafından imzalanmıştır. Bu
sözleşme, yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi için belirli
kurallar belirler. Sözleşme, ayrıca yabancı hakem kararlarının tanınması ve
tenfizi konusunda da bazı hükümler içermektedir.
3- İstanbul Sözleşmesi:
Bu sözleşme, sadece Türkiye,
Kırgızistan, Azerbaycan, Bosna-Hersek ve Karadağ arasında geçerlidir. Bu
sözleşme, yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi için tebligat
usulüne ilişkin belirli kurallar belirler. Sözleşme, doğrudan tebligat, posta
yoluyla tebligat, resmi makamlar aracılığıyla tebligat gibi yöntemleri kabul
eder.
4- La Haye Sözleşmesi:
Uluslararası tebligata ilişkin
olarak Türkiye, 1954 tarihli “Hukuk Usulüne Dair La Haye Sözleşmesi” ile 1965
tarihli “Hukuki ve Ticari Konularda Adli ve Gayri Adli Belgelerin Yabancı
Memleketlerde Tebliğine İlişkin La Haye Sözleşmesi”ne taraf olmuştur. 1954
tarihli Lahey Sözleşmesi tebligatın diplomatik temsilcilikler vasıtasıyla
yapılmasını öngörmekteyken 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi tebligatın, merkezi
makamlar vasıtasıyla yapılmasını hüküm altına almıştır. 1965 tarihli Lahey
Sözleşmesi aynı zamanda bu yönteme ek olarak tebligat sürecinin daha
hızlı işlemesi için merkezi makamların ihdas edilmesini ve tebligatın
doğrudan merkezi makamlar arasında yapılmasını düzenlemiştir [5]. Türkiye
açısından tebligata ilişkin merkezi makamlar oluşturma görevi Adalet Bakanlığı
Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü tarafından
gerçekleştirilmektedir.
1965 tarihli Lahey Sözleşmesi ile
merkezi makamlar vasıtasıyla tebligatın yanında başkaca tebligat usulleri
de kabul edilmiştir. Bunlardan ilki tebligatın diplomatik temsilci aracılığıyla gerçekleştirilmesidir.
Buna göre tebligat, ilgili tebligat evrakının tebligatın yapılacağı
ülkedeki dış temsilcilik vasıtasıyla o ülkenin yetkili makamına gönderilmesi
suretiyle de yapılabilmektedir.
Sözleşme kapsamında kabul edilen
tebligat yöntemlerinden bir diğeri ise posta yoluyla tebligattır. Bu yöntem 1965
tarihli Lahey Sözleşmesi’nin 10. Maddesinde düzenlenmiş olup ilgili yönteme,
sadece ilgili maddeye çekince koymayan devletler açısından başvurmak mümkündür.
Anılan madde ile düzenlenen tebligat usulüne Türkiye tarafından
çekince konulmuş ve doğrudan posta yoluyla tebligat usulü tamamen
reddedilmiştir. Bu nedenle, Türkiye’de bulunan bir muhataba sözleşme kapsamında
doğrudan posta yoluyla yurtdışından tebligat yapılması mümkün
değildir; bu yolla yapılan tebligat ise usulüne uygun yapılmamış sayılmakta
olup tanıma ve tenfiz şartlarının sağlanmaması sonucunu doğuracaktır.
Nitekim yukarıda da detaylıca
açıklandığı üzere tenfizinin ön şartları arasında yabancı mahkemelerde verilen
kararın o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş olması aranmaktadır. Tenfize konu
kararın kesinleşmesi ise usulüne uygun şekilde tebligatın yapılması ile mümkün
olmaktadır. 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin 10. maddesine konulan çekince
nedeniyle Türkiye’de bulunan muhataba doğrudan posta yoluyla tebligat yapılması
usulsüz olduğundan anılan Sözleşme’ye taraf olan bir devlet tarafından
Türkiye’de bulunan muhataba doğrudan posta yoluyla kararın tebliğ edilmesi o
devlet kanunlarına göre kararın kesinleşmesini engellemektedir ve tenfizin ön
şartlarına aykırılık oluşturmaktadır [6]. Bununla birlikte doğrudan posta
yoluyla tebligat usulsüz tebligat olduğundan aynı zamanda davalının savunma
hakkının kısıtlanması niteliğinde olup tanıma ve tenfizin esas şartlarına da
aykırılık teşkil etmektedir.
Nitekim Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin
2015/2518 E. 2015/10929 K. sayılı ilamında bu husus;
“... ile ... arasında 28.04.1972
tarihinde yürürlüğe giren 1965 tarihli Adli Yardımlaşmaya İlişkin Lahey
Sözleşmesi hükümleri gereğince tebligatların diplomatik yolla yapılacağı
kararlaştırılmış olup, davacı tarafça dosyaya tercümesi sunulan ... (Asliye
Mahkemesi) Mahkemesi kararı ile tebliğe ilişkin belgelerden tenfizi istenilen
kararın önce posta yolu ile davalılara tebliğ edildiği, daha sonra ise Lahey
Sözleşmesi uyarınca tebliğ olunduğu, ancak diplomatik yoldan yapılan tebliğ
üzerine davalı şirket vekilinin yaptığı itirazın posta yoluyla yapılan tebliğin
geçerli bulunduğu, sonradan diplomatik yoldan yapılan tebliğin davalıya yeni
bir hak bahşetmeyeceği gerekçesiyle reddedildiği, bu karar üzerine de davalı
şirket vekilinin temyiz talebinin reddine dair karar... nezdinde ... dosya
numarası ile temyiz etmesine rağmen temyiz başvurusunun aynı nedenle
reddedildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, yabancı mahkemenin kararının
tebliğinin posta yoluyla yapıldığı, diplomatik yoldan yapılan tebliğe yabancı
mahkemece bir değer verilmediği, usulünce tebliğ edilmeyen kararın davalı
şirket yönünden kesinleşmediği gözetilerek mahkemece, tenfiz isteminin reddine
karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmediğinden
Dairemizin 04.12.2014 gün ve 2014/97-18973 sayılı onama ilamının kaldırılarak,
mahkeme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” [7]
şeklinde ortaya konmuştur.
Yine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin
2020/1533 E. 2020/5095 K. sayılı ilamına göre;
“İlk Derece Mahkemesince, iddia,
savunma ve tüm dosya kapsamına göre; davaya konu yabancı mahkeme kararının 1965
tarihli Hukuki Ve Ticari Konularda Adli Ve Gayri Adli Belgelerin Yabancı
Memleketlilere Tebliğine Dair Sözleşmenin 10. maddesine Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin koymuş olduğu çekince doğrultusunda tenfizi istenen kararın davalı
tarafa posta yoluyla tebliğ edildiği ve şeklen kararın kesinleştiği, posta yolu
ile tebliğ yoluna gidilmesi ile usulüne uygun olarak yapılmayan karar tebliği
nedeniyle davalının savunma ve temyiz hakkının kısıtlandığı ve engellendiği,
yurtdışında faaliyet gösteren şirkete, yurtiçindeymiş gibi posta yoluyla
tebligat yapılmasının kamu düzeninden olan Türk Usul ve Tebliğ Yasalarına
aykırılık oluşturduğu, bu durumda MÖHUK’un 50. maddesi gereğince ortada
kesinleşmiş bir karar olduğundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine
karar verilmiştir.
Karara karşı davacı vekili tarafından
istinaf yoluna başvurulmuştur.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesince, tüm
dosya kapsamına göre; her ne kadar davacı vekilince daha sonra diplomatik yolla
kararın tebliğinin sağlandığı belirtilmiş ise de davalı yanca diplomatik yolla
yapılan tebliğden itibaren süresi içerisinde temyize başvurulmasına rağmen
Alman Temyiz Mahkemesince temyizin süresinde yapılmadığından bahisle reddine
karar verildiği, böylece diplomatik yolla yapılan tebligatın şekil olarak kalıp
davalıya esasa ilişkin savunma hakkı kazandırmadığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Lahey
Anlaşmasının 10. maddesine çekince koyarak adli belgelerin tamamının diplomatik
yollarla yapılmasını istemekle, kendi vatandaşları ve kurumlarının savunma
haklarını güvence altına aldığı, Alman Mahkemelerinin bu çekinceye rağmen
ZPO hükümlerine göre adi posta ile tebligatı esas almalarının kendi iç
hukuklarında hüküm ifade etse de davalının savunma hakkı kısıtlandığından
çekince koyan devlet yönünden tenfize engel teşkil edeceği, esasen bu
durumun MÖHUK'nın 54/c. maddesi gereğince kamu düzenine de aykırılık teşkil
edeceği gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf isteminin esastan reddine karar
verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı
vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yapılan yargılama ve saptanan somut
uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk
Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına
ve 07.12.2019 tarih ve 7194 sayılı Kanun’un 41. maddesinde emredici düzenleme
uyarınca, yabancı mahkeme ilamının tenfizine karar verilmesinin 5718 sayılı
MÖHUK’un 54/c maddesindeki tenfiz şartına aykırı bulunmasına göre davacı
vekilince yapılan istinaf başvurusunun HMK'nın 353/1.b-1 maddesi uyarınca Bölge
Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu
kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek
gerekmiştir.”[8]
Konuya ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun
2017/130 E. 2019/1394 K. sayılı ilamı ise,
“Hem Türkiye’nin hem de Almanya’nın
1965 tarihli Lahey Sözleşmesine taraf olması ve her iki ülkenin de anılan Sözleşme’nin
10. maddesine çekince koyması karşısında tenfize konu yabancı mahkeme kararının
doğrudan posta yoluyla tebliğ edilmesi yapılan tebliğin geçersiz olduğu
sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle karar tebliği geçersiz olduğundan kararın
Alman kanunlarına göre kesinleştiğinden de bahsedilemeyecektir. Buna rağmen
davalının tenfize konu karara yönelik itiraz ve temyizinin; kararın posta
yoluyla tebliğ edilmesinden sonra kesinleştiğinden ve daha sonra merkezi
makam aracılığıyla yapılan tebligatın yeni bir itiraz süresi bahşetmeyeceğinden
bahisle reddedilmesi açıkça davalının savunma hakkının ihlali niteliğindedir.
Zira itiraz süresinin yabancı mahkeme kararının 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi
gereğince merkezi makam aracılığıyla tebliğ edildiği tarihten itibaren
başlatılmaması anılan Sözleşmeye aykırılık oluşturmaktadır.”[9]
Sonuç
Özetle tanıma ve tenfiz açısından
tebligatın usulüne uygun olarak gerçekleştirilmesi son derece önem teşkil
etmektedir. Bu kapsamda tarafımızca 1965 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin 10.
maddesine çekince koyulmasının sebebi vatandaşların ve kurumların savunma
haklarının güvence altına alınması olup konulan bu çekince nedeniyle ülkemizde tanıma
ve tenfize konu edilen kararlar için doğrudan posta yoluyla tebligat kabul
edilmemekte olup bu yolla yapılan tebligat geçersiz sayıldığından hem kararı
veren ülke hukukuna göre kararın kesinleşmesini engelleyerek tanıma ve tenfizin
ön şartlarına aykırılık teşkil etmekte hem de davalının savunma hakkının ihlal
edildiğinden ve Türk Kamu düzenine aykırı olduğundan bahisle tanıma ve tenfizin
esas şartlarını ihlal etmektedir.
Buna yönelik Yargıtay’ın yerleşik
içtihatlarına da görüleceği üzere Yargıtay tarafından doğrudan posta yoluyla
yapılan tebligat sonrasında sözleşmeye uygun usulüne göre bir tebligat
gerçekleştirilse dahi, ilgili karara ilişkin itiraz süreleri açısından posta
yoluyla tebligatın hiçbir etkisinin bulunmadığı ve tebliğe bağlanan bütün hukuki
sürelerin ve sonuçların sözleşmeye uygun olarak yapılan ikinci tebligattan
itibaren başladığı kabul edilmektedir.
Av. Beyza Nur Göksel
Kaynakça:
1. Yargıtay
2. Hukuk Dairesi 2016/2957 E. 2016/4699
K. sayılı ilamı
2.
Tanrıver, Süha: Yabancı Hakem Kararlarının Türkiye’de Tenfizinde Kamu
Düzeninin Rolü, Prof. Dr. Ali Bozer’e Armağan, Ankara 1988, s. 152
3. Şanlı,
Cemal: Milletlerarası Özel Hukuk, İstanbul 2013, s. 486
4.
Çelikel, Aysel/Erdem, B. Bahadır: Milletlerarası Özel Hukuk, İstanbul 2016, s.
706
5.
Çelikel, Aysel/Erdem, B. Bahadır: Milletlerarası Özel Hukuk, İstanbul 2016, s.
504
6.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/130 E. 2019/1394 K. sayılı ilamı
7.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2015/2518 E. 2015/10929 K. sayılı ilamı
8.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2020/1533 E. 2020/5095 K. sayılı ilamı
9.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/130 E. 2019/1394 K. sayılı ilamı