1.
GİRİŞ
Teminat mektupları Türk hukukunda ilk defa 1025 sayılı ve 12.03.1927 tarihli Kanun’un 1. maddesi uyarınca Bakanlar Kurulu’nca yürürlüğe giren 08.01.1928 tarih ve 6048 sayılı Kararname ile “teminatı katiye mektubu, teminatı muvakkate mektubu” şeklinde yer almıştır. Bugüne kadar teminat mektuplarının tümünde yer alan ve niteliğini belirleyen muhatabın ilk yazılı talebinde ‘protesto keşide etmesine; hüküm istihsaline ve borçlunun rızasını almaya gerek olmaksızın’ derhal ödeme taahhüdü ilk olarak bu metinlerde yer almıştır. [1]
Teminat
mektupları uygulamada çoğunlukla bankalar tarafından verilir. Bu ilişkide banka
(garanti veren) muhataba (garanti alan) karşı bir üçüncü kişinin (lehtar)
fiilini taahhüt etmektedir. Teminat mektubunun içeriğine göre, bankanın
taahhüdü bir kefalet ya da bir garanti sözleşmesi oluşturabilecektir.
Teminat
mektuplarından doğan uyuşmazlıkların büyük çoğunluğu, söz konusu ilişkinin
hukuki niteliğinin çözümlenememesinden kaynaklanmaktadır. Türk Hukuku başta
olmak üzere, Milletlerarası Özel Hukuk Kurallarının devreye girdiği alanlarda,
teminat mektuplarından kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin
nitelendirme sorunu ve farklı yaklaşımlar bu makalenin asıl konusunu oluşturmaktadır.
Bankalar
tarafından verilen teminat mektuplarında dahi, hukuki ilişkinin
nitelendirilmesinden kaynaklanan sorunların varlığı uygulamada sık
görülmektedir. Nitekim Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında (11.06.1969,
64/4, 69/6, RG. 03. Ekim. 1969, sa:13317) “İçeriğine göre bir banka dilerse
kefalet şeklinde dilerse garanti sözleşmesi niteliğinde teminat mektubu
verebilir denilmektedir”. Basit anlamda, teminat mektubu kefalet şeklinde
verilirse geçerlilik şartı olarak yazılı şekle tabi olacak, yazılı şekilde düzenlenmemiş
olan bir garanti sözleşmesi şeklinde verilirse, bu durumda yazılık geçerlilik
şartı olarak değil, bir ispat şartı olarak karşımıza çıkacaktır. Dolayısıyla,
mektupların içerisinde kullanılan terimler yani içerik, teminatın hukuki
niteliğinin belirlenmesinde önemlidir.
Teminat
mektupları ister kişisel nitelikteki teminatlar, isterse banka teminat
mektupları olarak verilsin, bir teminat mektubu ile garanti altına alınmış bir
alacak ya da borca dair uyuşmazlıkların çoğunda, teminatın bir garanti mi, bir
kefalet mi olduğu muhakkak tartışma konusu yapılacaktır. Bu bakımdan, teminat
mektuplarının hukuki niteliğine uygulanacak olan hukukun Türk hukuku veya başka
bir ülke hukuku olduğu veya olacağı alanlarda, uyuşmazlıktaki taraf sıfatının
konumuna göre (davacı veya davalı) bu ilişkinin garanti ya da kefalet olarak
yorumlanmasını sağlamak maksadıyla, uygulanacak hukuk ve o hukukta konuya
ilişkin yüksek mahkeme kararlarını bilmek gerekir.
2.
GARANTİ
VE KEFALET KAVRAMLARI
Ekonomik
hayatta her iki teminat türünün de uygulama alanın oldukça geniş olduğu tahmin
edilebilir. Her iki teminat türünün de benzer rolleri sebebiyle yapısal olarak
da büyük bir benzerlik ihtiva etmektedir. Bu nedenle hukuki nitelendirmeleri
her zaman yoruma açıktır. Oldukça teorik olan bu vasıflandırma ve yorum zorluğu
uygulamada da ciddi sorunlara sebep olmuştur. Her iki sözleşmenin ayırt
edilmesindeki zorluğun en büyük sebeplerinden biri de ekonomik fonksiyonlarının
neredeyse aynı oluşudur. Her ikisinde de amaç bir kimsenin malvarlığındaki
azalma riskini ortadan kaldırmaktır.
Teminat
sözleşmelerindeki temel amaç borçlunun, âkit diğer tarafın zarar rizikosunu
üstlenmesidir. [2] Teminat, ayni ve kişisel teminat olarak iki grupta
incelenebilir. Ayni teminatla borçlu malvarlığındaki belirli bir şeyi borcunun
garantisi olarak özgüler ve alacaklıya o şey üzerinde bir ayni hak (özellikle
rehin hakkı) tanır. Eğer teminat konusu bir taşınmaz ise taşınmaz rehininden,
taşınır ise taşınır rehininden bahsedilir. Ayni teminatlar açısından “numerus
clausus” ilkesi geçerlidir. Kişisel teminat ise teminat alacaklısına bir şey
üzerinde ayni bir hak vermez, sadece bir alacak hakkı, alacaklının şartlar
oluştuğu takdirde talep edeceği bir kişisel hak verir. Kişisel teminatta bir
veya birden fazla kişi, asıl borçlunun yükümlülüğüne ek olarak yükümlülük
altına girerler. Kişisel teminat asıl borçlunun borcunu güvence altına almak
amacıyla üçüncü şahsın yükümlülük altına girmesi olarak tanımlanmaktadır. [3]
Kefalet ve bağımsız garanti sözleşmesi, alacaklıya asıl borçlu borcunu ifa
etmediği, gereği gibi ifa etmediği veya zamanında ifa etmediği hallerde güvence
verene başvurma hakkı tanıyan kişisel teminatlardandır. [4]
Teminat
sözleşmelerinden olan garanti sözleşmesi, Kanun tarafından düzenlenmemiş
olmakla beraber günümüzde banka teminat mektupları şeklinde geniş bir uygulama
alanına sahiptir. Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) sadece belli bir garanti
sözleşmesi türü olan başkasının fiilini taahhüt, eksik bir şekilde TBK’nın 128.
maddesinde hükme bağlanmıştır. [4] Kefalet ve garanti sözleşmesi ayrımına bağlı
olarak ortaya çıkacak en önemli pratik sonuç farkı mevzuatta düzenlenip
düzenlenmediklerine göre değil, teminat verenin sorumluluğu bakımındandır.
Kefilin sorumlu tutulabilmesi, esas borç mevcut, geçerli ve dava edilebilir
olduğu ölçüde mümkündür. Bu bakımdan kefaletin feri’liği ilkesi kabul
edilmiştir. Feri’liğin olağan sonucu ise, kefilin esas borçluya ait her türlü
savunmaya – bu savunmaların itiraz veya def’i türünden savunmalar olması
bakımından bir fark gözetilmeksizin sahip olmasıdır. [5] Garanti sözleşmesi ise
bağımsız bir borç taahhüdünü oluşturur. Garanti veren bu sebeple, asıl
borçlunun sahip olduğu savunmalara sahip olamaz. Garanti veren, garanti alanla
kendi arasındaki kişisel ilişkilerden kaynaklanan savunma sebepleriyle
birlikte, garanti sözleşmesinin bünyesinden kaynaklanan savunmalara dayanmak
durumunda kalır. [5]
“818
sayılı (eski) Borçlar Kanunu çerçevesinde kefalet sözleşmesi bakımından söz
konusu olan şekil ve ehliyet sınırlamaları teminat amaçlı garantiler bakımından
söz konusu değildi. Teminat amaçlı garanti sözleşmesinin kefalete oranla daha
sert bir sorumluluk doğurduğu göz önünde tutulursa, şekil ve ehliyet bakımından
kefalete oranla daha hafif bir rejime bağlanması çelişkiliydi. 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu bu çelişkili durumu ortadan kaldırmış ve TBK m.603’te kefalete
ilişkin şekil ve ehliyet sınırlamalarının uygulama alanını genişletmiştir.
Kişisel nitelikli teminatlar bakımından teminat amaçlı garantiler sözleşmelerinin
de bu hükmün kapsamına dahil edildiği açıktır.”
[5] Kefalet sözleşmesinde kefili koruyan ayrıntılı düzenlemelerin bertaraf
edilmek istenmesi, güvence verenin sorumlu olacağı borcun gösterilmesi
gerekliliği olmayan, garanti sözleşmesi şeklinde kişisel teminat sözleşmeleri
yapılmasına yol açmıştır. [6]
“Kefalet
ile garanti sözleşmelerini birbirinden ayırmadaki en önemli ölçütlerden biri
olan “aslilik-fer’ilik” ölçütünü etkisizleştirme, kefalet ve garanti
kurumlarını birbirlerine yaklaştırma, kefaletin koruyucu niteliğini bertaraf
edeceği cihetle bankalar lehinedir”. [7] Evvelce Yargıtay kararları ile destek
bulan “kefalete ilişkin hükümlerin uygulama alanının genişletilmesi” eğilimi,
TBK’nın 603. maddesinin yürürlüğe girmesiyle yasal bir dayanak kazanmıştır.
Dolayısıyla anılan yargı kararları varken TBK’nın 603. maddesi önceden yaşanan
hukuksal sorunlar ve zayıfların korunması ihtiyacı, kanun koyucuyu tepkisel bir
yaklaşımla anılan maddeyi ihdas etmesini sağlamıştır. [8]
Öğretide
kimileri tarafından TBK’nın 603. maddesinin gereksiz olduğu savunulmuştur.
Örneğin Reisoğlu, “Hukuk Genel Kurulunun 2001 tarihli kararında ve bunu
takiben diğer Yargıtay özel daire kararlarında, garanti altında atılan
imzalarla, aslında bir kefaletin kastedildiği kabul edilmektedir. Bu kararlarda
asli yükümlülük oluşturan garanti sözleşmelerine de kefalet hükümlerinin
uygulanacağı ileri sürülmemektedir. Ancak bu durumda – kararlar ne kadar
eleştirilse eleştirilsin- yeni bir madde kabulüne gerek bulunmamaktaydı.”
[4] şeklinde görüş belirtmişse de Arif Kocaman ise ülkede bankaların
uygulamaları ve benzer uyuşmazlıkların çokluğu dikkate alındığında bu görüşe
katılmanın mümkün olmadığını belirtmiştir. Kocaman’a göre, TBK’nın 603. maddesi
tarafların garanti sözleşmesi yapmasını engellememektedir. Kocaman tek taraflı
hazırlanmış genel kayıtlar içeren ve âkit tarafa başka imkân bırakmayan şablon
sözleşmelerin, serbest iradeyle ortaya çıkartılmış bir garanti sözleşmesi
niteliğinde olduğundan bahsetmenin mümkün olmadığı görüşündedir. Hal böyle iken
hukuk düzeninin ihtiyatlı davranması ona göre kaçınılmazdır. [8]
Örneğin
sıkı şekil şartlarına haiz kefalet hükümleri bakımından, bir kefalet
sözleşmesinin geçersizliği ileri sürüldüğünde, uyuşmazlığın diğer tarafı mutlaka,
sözleşmenin bir garanti sözleşmesi hükmünde olduğu iddiasında bulunacaktır.
Özellikle kefilin süre ve miktar bakımından borcu üstlenmesi gerektiğine
ilişkin geçerlilik şartına uyulmadığı zamanlarda, karşı argüman sözleşmenin bir
garanti sözleşmesi olduğu ve bu sebeple herhangi bir geçerlilik şartına haiz
olmadığı yönünde olacaktır. İşte bu noktada, teminatın hukuki niteliğinin nasıl
tespit edileceği bir sorundur. Teminat sözleşmelerinde tarafların sözleşmeyi
nitelendirmek için kullandıkları terimler genellikle gerçek iradelerini
yansıtmaz. Tarafların garanti sözleşmesinden bahsettikleri yerde kefalete
yönelik bir irade taşımaları mümkünken, kefil olmaktan söz edip garanti
sözleşmesi kurmak istemelerine sık olarak rastlanır. “Reichwien tarafından aktarılmış
bir Federal Mahkeme kararında, bankalar uğraşı alanlarında hem kefalet hem de
garanti sözleşmelerini sık olarak yaparlar. Hatta tarafların kurumsal
statülerine ve bu işle ilgili bir ticari faaliyet sürdürdükleri göz önüne
alındığında, bu iki teminat bakımından teknik ve hukuki ayrımı bildikleri dahi
söylenebilir. Buna rağmen iki banka arasında kurulan sözleşmelerde garanti denmesine
rağmen kefalet sözleşmesinin kastedildiği haller sık olarak gözlenebilir.” [5]
Uygulamada
banka teminat mektuplarına bakıldığında genellikle aşağıdaki ibarelere
rastlanılır.
Banka
muhataba hitaben;
“….
azami … TL’sına kadar Bankamız garanti ettiğinden, adı geçenin (lehtarın)
yükümlülüklerini kısmen ya da tamamen yerine getirmediğini bildiren ilk yazılı
talebinizde protesto çekmeye, hüküm ve adı geçenin iznini almaya gerek
kalmaksızın ve …(lehtar) ile aranızda çıkacak herhangi bir uyuşmazlığı ve bunun
akıbet ve kanuni sonuçlarını dikkate almaksızın yukarıda yazılı tutarı nakden
ve derhal ve tamamen ve talep anından ödeme zamanına kadar geçecek günlere ait
kanuni faizi ile birlikte ödeyeceğimizi Banka ad ve hesabına taahhüt ve beyan
ederiz.”
Yukarıda
zikredilen 1969 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararlarında bir teminat
mektubunda yer alan bu ibarelerin, kefilin yükümlülüğünü aştığı, garanti
verenin fer’i değil, asli borç altına girdiği gerekçeleriyle bu mektupların
kefalet değil, fakat garanti sözleşmesi niteliğinde olduğu kabul edilmiştir.
Garanti
sözleşmeleri Borçlar Kanunu’nda düzenlenmemiş olmakla birlikte, Borçlar
Kanunu’nun 110. Maddesi uyarınca, üçüncü kişinin fiilini taahhüdün bir türü
olarak değerlendirilir. Bu taahhüt garantöre, temel ilişkideki borçtan bağımsız
olarak borçlunun edimi için sorumlu olma yükümlülüğü getirmekte ve asıl edimin
yerine getirilmemesi halinde sözleşmenin diğer tarafın (alacaklı) bu sebeple
uğradığı zarar ziyanın tazminini gerektirmektedir. [5]
Taraflar
arasındaki teminatın hukuki niteliğinin tespitine yönelik yorum sorununa geri dönecek
olursak, bu yorum tekniklerinden her birinin teminatın niteliği bakımından
ulaşmaya çalıştığı asıl sonuç, borcun bağlı veya bağımsız bir borç taahhüdü
olup olmadığıdır.
2.1.Yapılacak yorum için sözleşmenin
lafzında yer alan dayanaklar
a.
Yasal
bir tanımın kullanılması
Sözleşmenin
lafzında nitelendirmeye olanak verecek göstergelerden biri yasadaki tanımın
kullanılmasıdır. Taraflar sözleşmeyi kurarken yasadaki bir tanımı
kullanmışlarsa, yasal tanımın ilişkin olduğu sözleşmeyi kurmayı amaçladıkları
söylenebilir. Örneğin TBK m. 581’de yer alan kefalet sözleşmesine ya da
müteselsil kefalete ilişkin tanımın kullanılması bir göstergedir. [5]
b.
Bir
borcun ifasının veya bir edimin yerine getirilmesinin teminat altına alınması
Eğer
sözleşmede “bir borcun ifasının teminat altına alınmak istendiği” şeklinde
bir ifade kullanılmışsa, teminat verence fer’i nitelikte bir yükümlülük
üstlenilmek istendiği anlaşılır. Ancak, geçerli bir borcun konusunu oluşturup
oluşturmadığından bağımsız olarak bir edimin teminat altına alınması söz konusu
ise, bu durumda teminatın bir garanti sözleşmesi niteliğinde olduğu sonucu
çıkarılabilir.
Ancak
yine de uygulamada tarafların her zaman hukuki bilince sahip olduğunu kabul
etmek ve bu nitelendirmeleri belli bir uzmanlıkla kullandıklarına inanmak doğru
bir yaklaşım olmayacaktır. Tarafların kullandıkları ifadeler çoklukla, gerçek
iradelerine ilişkin zayıf işaretlerdir. Bu bakımdan taraflarca sarf edilen her
bir sözün kullanıldığı bağlam içerisinde ele alınması ve gerçek iradenin göstergesi
olabilecek diğer bütün işaretlerle birlikte göz önünde tutulması gerekir.
Örneğin sözleşme içerisinde, borçlunun sahip olduğu tüm itiraz ve defilerden
yararlanılmayacağı yönünde kesin bir vazgeçiş, teminatın bağımsız karakterini
gösteren bir olgu olarak anlaşılabilir. [5]
c.
Teminat
verenin sorumluluğunun koşulları ve kapsamının soyut olarak belirlenmesi
Kefil
esas borcun ifası bakımından kişisel bir sorumluluk üstlenmiştir. Kefilin
sorumluluğunun doğup doğmadığını, eğer doğmuşsa kapsamını belirlemek bakımından,
kefaletle teminat altına alınmış borcun ve bu borcun kaynaklandığı borç
ilişkisinin dikkate alınması gerekmektedir. Teminat amacıyla garanti veren
kişi, borç konusu bir edimin yerine getirilmemesi riskini üstlenmiştir. Bir
açıdan onun teminatının da bir borca ilişkin olduğu söylenebilse de teminatın
ve teminat verenin sorumluluğunun koşulları, kapsamı, teminatın ilişkin olduğu
borçtan bağımsız olarak ve soyut bir biçimde tanımlanabilir. Bu yapılmadığı
takdirde, garanti verenin sorumluluğuna gidilebilmesi için dikkatleri teminatın
ilişkin olduğu borca çevirmek gerekecektir. Söz konusu borcun yerine
getirilmemesi yüzünden garanti alanın uğradığı zararın kapsamı ortaya
konmalıdır ki, garanti verenin sorumluluğunun kapsamı belirlenebilsin. [5]
Teminat veren kişi bağımsız bir yükümlülük altına girmek istemiyorsa,
üstleneceği yükümlülüğün şartlarını ve kapsamını soyut olarak belirlemekten
kaçınma eğilimindedir. Teminat altına almak istediği temel borç ilişkisine atıf
yapmakla yetinir. Fer’i bir borç altına girme iradesi, yükümlülüğün şartları ve
kapsamı belirlenirken bağlı hareket etme ve temel borç ilişkisine atıf yapma
olasılığın arttırır. O halde teminat verenin yerine getireceği edimin koşulları
ve kapsamının bağımsız olarak tanımlanma derecesi, söz konusu teminatın
niteliğine bir işaret olarak görülebilir.
Teminat
verenin yerine getireceği edimin koşulları ve kapsamı bağımsız olarak
tanımlanma derecesi, söz konusu teminatın niteliğine ilişkin bir işaret olarak
kabul edilebilir. Teminat verenin yerine getireceği edimin koşulları ve kapsamı
bağımsız olarak tanımlandığı ölçüde bir garanti sözleşmesi yapıldığına ilişkin
belirtinin yoğunluğunu artırır. Teminat verenin yükümlülüğü bütünüyle teminat
altına alınan borç ilişkisine atıf yoluyla belirlenmişse, bu durum söz konusu
sözleşmenin fer’i bir yükümlülük doğurduğuna ilişkin önemli bir belirti
oluşturur. [5]
Uygulamada
bazı sözleşmelerde, garanti sözleşmesinin, asıl borcu doğuran sözleşme ile
birlikte aynı sözleşme içerisinde ve hatta garantörün de sözleşme altına imza
koyduğu bir formatta kaleme alındığı örnekler mevcuttur. Her ne kadar,
sözleşmenin lafzı anlamında, teminat verenin sorumluluğu bir garanti
sözleşmesini işaret ediyor olsa da bu noktada borcun kefalet derecesinde aynı
evrak içerisinde somutlaşması ve bağımsız bir karaktere sırf bu sebeple
bürünememesi nedeniyle, hukuki ilişkinin kefalet olarak yorumlanması mümkündür.
Bu nokta bu bağımsızlığın tespitinde, kimi zaman teminat verenin asıl borçlu
ile olan ilişkisi, bir grup şirketinin parçaları olması ve aralarındaki organik
bağın durumu da bu ilişkinin kefalet olarak yorumlanmasına neden olabilir.
d.
Teminat
konusu edimin açıkça ve somut ayrıntılar verilerek tanımlanması
Teminat
sözleşmesinde teminat altına alınmak istenen edimin açıkça ve somut ayrıntılar
verilerek tanımlanması yoluna gidilebilir. Bu durumda açıkça ve somut ayrıntılar verilerek tanımlanmış edimin
gerçekleşmemesi teminat alanca üstlenilmek istenen riskin doğması anlamına
gelecek ve teminat verenin sorumluluğu söz konusu olacaktır. Örneğin: belirli
bir malın belirli bir miktarının, belirlenen bir tarihte teslim edilmemesi, üzerine
teminat veren için sorumluluğun doğacağı kararlaştırılmış olabilir. Ne var ki
sözleşmede teminat altına alınmak istenen edimin borçtan soyutlanarak ve
bağımsız olarak tanımlanması yoluna gidildiğine göre, bir borcun ifasının
değil, bir sonucun ortaya çıkmasının teminat altına alınmak istendiğini
düşünmek daha makul olacaktır. [5] Böyle bir durumda belirli bir sonucun ortaya
çıkmasına yönelik bir garanti verildiğinden bahsedilir.
“Tarafların soyut olarak tanımladıkları
edimin geçerli bir borcun konusunu oluşturup oluşturmadığıyla ilgilenmedikleri
söylenebildiği ölçüde kefalet düşüncesinden uzaklaşırız. Teminat altına alınan
edimi ayrıca ve bağımsız olarak tanımlama yoluna gitmeyen, bu edimi konu alan
borca atıfta bulunmakla yetinen tarafın da bağımsız bir sorumluluk yaratmak
istedikleri kolaylıkla söylenemez. Sözleşmede, teminatın konusunu oluşturan
edimin açık ve ayrıntılı olarak tanımlanmasıyla yetinilmiş ve söz konusu edimi
konu alan borçtan hiç söz edilmemişse, hatta temel borç ilişkisiyle ilgili en
ufak bir değinme bile yer almıyorsa, bağımsız bir yükümlülüğün arzu edildiğine
ilişkin belirti oldukça kuvvetlenmiş demektir. Teminat altına alınmak istenen
edimin açık ve ayrıntılı olarak tanımlanmasıyla birlikte, bu edimi konu alan
borcun kaynaklandığı temel ilişkiye de değinilmiş olabilir. Böyle durumlarda
bağımsız bir yükümlülük üstlenilmek istendiğine ilişkin belirti zayıftır.” [5]
e.
Belirli
belgelerin ibrazı veya ibraz edilmemesi üzerine ödeme yapılacağının
kararlaştırılması
Kefalete
konu olan borcun ifa edilmediği veya gereği gibi ifa edilmediği olgusu,
genellikle belirli belgelerle ispatlanamaz. Kefilin sorumluluğuna gitmek için,
esas borçlunun ifaya yönelik fiili gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin
incelenmesiyle yetinilemez. Kefalete konu olan borç veya borçların
kaynaklandığı hukuki ilişkinin bütünüyle ele alınması, sağlıklı bir sonuca
varılması için zorunludur. Kefalet konusu borcun kaynaklandığı borç ilişkisini
varlığı ve geçerliliğinin saptanması, ayrıca bir karşı edim kararlaştırılmışsa,
bu karşı edimin yerine getirilip getirilmediğinin ele alınması, kefilin
sorumluluğuna gidilebilmesi için kaçınılmazdır. Kefalete konu olan borç
açısından zamanaşımın gerçekleşip gerçekleşmediği, bu borcun kaynaklandığı
hukuki ilişkinin ortadan kalkıp kalkmadığı da ayrıca ele alınması gerekli
olgulardır. Bu çizilen tablo göstermelidir ki, kefilin sorumluluğunun
gerçekleşip gerçekleşmediğinin anlaşılması için temel borç ilişkisinin çeşitli
durumlar ele alınmaktadır. Önceden belirlenmiş bir veya birkaç belgenin ibraz
edilmesi, kefilin sorumluluk şartlarının ortaya çıkıp çıkmadığının ortaya
koymada aydınlatıcı olmaz. Bu nedenle bir kefalet sözleşmesinde, belirli belgelerin
ibraz edilmesi veya açıklamaların yapılması üzerine kefil için ödeme
yükümlülüğünün doğacağı kararlaştırılmaz.
Bir
garanti sözleşmesinde, garantinin konusu olan edimin gerçekleşip
gerçekleşmediği maddi bir olgudur. Bu olguya ilişkin tespit de maddi bir olgu
tespitidir. Bu maddi olgunun tespitinin belirli belgeler aracılığıyla
gerçekleşmesi pekâlâ mümkündür. Bu
nedenle, teminat altına alınan riskin doğduğunu gösteren belirli belgelerin
ibrazı üzerine ödeme yükümlülüğünün doğacağı kararlaştırılabilir.
Kişisel
bir teminat verilmesine ilişkin bir sözleşmede, belirli belgelerin ibrazı veya
belirli bir tarihe kadar ibraz edilmemesi üzerine ödeme yükümlülüğünün ortaya
çıkacağı kararlaştırılmışsa, tarafların iradesinin “garanti sözleşmesi” yapmak
olduğu söylenebilir. Teminat verenin ödeme yükümlülüğünün doğması için belirli
maddi olguları saptayan belgelerin ibrazı yeterli görüldüğüne göre, sözleşmenin
lafzı bağımsız bir yükümlülüğü işaret etmektedir. Teminat alan kişinin belirli
bir riskin gerçekleştiğine ilişkin sözlü veya yazılı açıklaması ödeme
yükümlüğünün doğması için yeterli görülmüşse, benzer bir işaretle karşı karşıya
olduğumuz söylenebilir. [5] Teminat sözleşmesinde salt maddi olguların
tespitine yönelik belgeler yerine, hukuki durumu irdeleyen, sözleşmesel
borçların yerine getirilmediğini veya gereği gibi yerine getirilmediğini
saptayan belgelerin ibrazı aranmış olabilir. Böyle bir durumda, garanti
sözleşmesinden değil, kefalet sözleşmesi yapma iradesinden bahsedilir. [5]
f.
İlk
talepte ödeme kaydının varlığı
Kişisel
bir teminat verilmesine ilişkin sözleşmede, teminat alan kişinin ilk talebi
veya ilk yazılı talebi üzerine ödeme yapılacağı kararlaştırılmış olabilir.
Böyle bir mutabakat, kişisel teminat veren tarafından, ileri sürülen talebin
haklılığının sorgulanmayacağı ve bu talebin haklılığını ortadan kaldıran
olguların ileri sürülemeyeceği anlamına gelir. Bu bakımdan ilk talepte ödemeyi
yapacak olan teminat borçlusu, asıl borçlunun sahip olduğu def’i ve itirazlar
ile savunmaları yapmadan ödemeyi yapacaktır. İlk talepte ödemenin yapılacağına
ilişkin kayıt, bu beklenti ile konmuş olsa da her zaman teminat borcunun
bağımsız karakterini ispata yetmez. Bu olasılıkta, temel borç ilişkisine
ilişkin savunma sebeplerinden tamamen ve kesin olarak vazgeçildiğinden değil,
bunların ileri sürülmesinden geçici olarak vazgeçme söz konusudur. O halde ilk
talepte ödeme kaydıyla yetinilmemesi ve böyle bir kayda başkaca birtakım
olguların eklenmesi, garanti sözleşmesinin bulunduğu yönünde bir nitelendirme
yapmak için zorunludur.
“Teminat
veren, alacaklının ilk talebinde ödeme yapacağını belirttikten başka, temel
borç ilişkisinden kaynaklanan itiraz veya def’i türünden savunmalardan kesin
bir biçimde vazgeçtiğini ayrıca belirtmişse, sözleşmenin lafzından yola
çıkarak, garanti sözleşmesine yönelik bir iradenin bulunduğu sonucu
çıkarılabilir. İlk talepte ödeme kaydının yer aldığı teminat sözleşmesi,
uluslararası ticari alanda kalan bir işleme ilişkin teminat verme amacıyla
yapılmışsa, yine garanti sözleşmesinin varlığı yönünde bir belirtinin
bulunduğundan söz edilebilir. Uluslararası ticari alanda kalan işlemler için
verilen teminatların garanti sözleşmesi türünden olması yolundaki teamül ilk
talepte kaydına eklenince, garanti sözleşmesinin varlığına ilişkin bir
belirtiden söz etmek mümkün hale gelmektedir. Verilen örnekler göstermektedir
ki, sadece ilk talepte ödeme kaydının değil, bu kayda eklenen başkaca olgular
sayesinde garanti sözleşmesinin varlığı yönünde bir belirti ortaya çıkmaktadır.
İlk talepte ödeme kaydına ilişkin kayıtlar ve buna eklenen diğer olgu ve
kayıtlar her zaman dikkatle incelenmelidir. Öncelikle temel borç ilişkisinden
kaynaklanan savunmalardan kesin bir vazgeçiş olgusu, teminatın garanti olarak
vasıflandırılmasında önemli bir göstergedir. Teminatın, uluslararası nitelikte
ticari bir işleme ilişkin teminat olarak verilmesi olgusu da bu hukuki
ilişkinin vasıflandırılmasında yolunda önemli bir teamüldür.” [5]
g.
Sözleşmenin
lafzında yer alan başkaca dayanaklar
Tarafların
kullandığı ifadelerde yer alan kimi belirtileri esas alarak yapılacak
nitelendirmelerde, şu hususlar üzerinde de durulmalıdır: Teminat verenin
müteselsil sorumluluğundan bahsedilmişse, bu durumda teminat veren mevcut borca
katılma veya kefil sıfatıyla sorumluluk üstlenmektedir. Eğer bu yorumdan
başkaca farklı bir olgu duruma eşlik etmiyorsa, bu halde teminatın garanti
olarak vasıflandırılmaması gerekir. Teminat içerisinde, teminat verenin
yalnızca kefalete özgü olan bazı def’i’lerden vazgeçmesi de bu teminatın
kefalet olarak yorumlanmasına neden olabilecektir. Örneğin, “tartışma def’i ve
bölme def’i” böyledir.
Teminat
veren kişi teminat konusu edimle yükümlü olan kişinin kusurlu hareket etmesi
olasılığı için sorumluluk üstlenmişse “kefalet sözleşmesi” doğrultusunda bir
iradeye sahip olduğu söylenebilir. Teminat verenin sorumlu tutulmasının ön
koşulu olarak “bir edimin kusurlu olarak yerine getirilmemesi” olgusunun
kararlaştırılması, borca aykırılıktan sorumluluğun kararlaştırıldığı anlamına
gelir. Teminat altına alınan riskin gerçekleşmesi bakımından edim yükümlüsünün
kusuruna yapılan vurgu, borca aykırılık rejiminin dikkate alındığının bir
göstergesidir. Borca aykırılık rejiminin göz önünde tutulması da teminat konusu
edimin geçerli bir borcun konusunu oluşturduğuna önem verildiği sonucunun
çıkmasına yol açabilir. Borçlunun sorumlu olmadığı bazı durumlardan teminat
verenin sorumlu olduğuna ilişkin açıklamalar, bir garanti karşısında
bulunulduğunu söylemeye olanak verir. [5]
“Asıl
borçlu gibi yükümlülük altına girme amacını taşıyan sözleşmenin kefalet, asıl
borçlunun borcunu aşabilecek, bir başka deyimle lehine taahhüt altına girilen
alacaklının hiçbir şekilde zarara uğramayacağını sağlamaya yönelik sözleşmenin
ise garanti olarak nitelendirilmesi gerekmektedir.”
(Yargıtay 11 HD. 28.01.2002 tarih, E. 2001/10654, K. 2002/506, Kazancı)
2.2.Yapılacak yorumun sözleşmenin lafzı
dışındaki olgulara bağlı dayanakları
Sözleşmenin
yorumunda tarafların gerçek ve ortak iradelerinin belirlenmesi amaçlanır.
Tarafların ortak iradesi sözleşme içerisindeki beyanlarına rağmen dikkate
alınacaktır. İrade beyanlarının güven ilkesi doğrultusunda yorumlanması gereği
de bu sonucu haklı gösterir. Sözleşme taraflarının nasıl bir iradeye sahip
oldukları, sözleşmeyi çevreleyen durum ve koşulların güven ilkesi çerçevesinde
değerlendirilmesiyle saptanacaktır. O halde kişisel bir teminat veren kişi,
teminat alanın haklı beklentilerini, bu beklentiler kendisi tarafından tanınıp
bilinebilir olduğu ölçüde dikkate almalıdır. Teminat alan, kendisinin karşı
karşıya olduğu rizikoyu borçlusunun ödeme gücüne sahip olmamasında görüyorsa ve
teminat veren de bu durumun farkındaysa, taraf iradelerinin kefalet
sözleşmesine yönelik olduğu söylenebilir. Buna karşılık kendisine teminat
verilen kişi, borçlusunun ödeme gücü bulunmamasının ötesinde kaygı taşıyorsa ve
belirli bir edimin elde edilmemesi rizikosuna karşı korunma beklentisi
içindeyse, teminat verenin bu beklentiyi algılayabilir olduğu ölçüde bir
garanti sözleşmesinin kurulduğu sonucuna varılabilir. [5]
Teminat
verenin karşı tarafı belirli bir hareket tarzına yöneltmekte çıkarının olması,
verdiği teminatın nitelendirilmesinde etkili olabilir. Bir borç ilişkisinin
kurulmasında çıkarı olan taraf, söz konusu ilişkinin kurulmasını kolaylaştırmak
için teminat verdiği takdirde, bağımsız bir yükümlülük altına girme iradesini
taşıdığı söylenebilir. Buna karşılık bir borç ilişkisinin kurulmasında özel bir
çıkarı olmayan tarafın, sırf borçluya duyduğu kişisel bir yakınlık yüzünden
teminat vermek durumunda kalması kefalet olarak yorumlanabilir. [5]
“Bu
tür belirtilerin öneminin fazla abartılmaması gerekir. Olağan uğraşı teminat
vermeye ilişkin işlemler yapmak olan kuruluşlar, örneğin bankalar, hiçbir
kişisel çıkarları olmadığı halde müşterileriyle borç ilişkisi içerisinde olan
kişilere teminat verebilirler. Bu durumda teminat verenin niyeti, müşterisinden
komisyon almaktır. Ne var ki müşterisinin borcu için teminat veren kuruluşun
kişisel çıkara sahip olamaması, verilen teminatın garanti olarak
nitelendirilmesine engel olmaz. Müşteriden elde edilecek komisyonun teminat
vermeye yönelten bir kişisel çıkar olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.
Verilen teminatın nitelendirilmesinde etkili olacak kişisel çıkar, teminatın
konusunu oluşturan borcun kaynağı olan hukuki ilişkinin (sözleşmenin)
kurulmasına ilişkin bir çıkar olmalıdır. Ancak böyle bir teminat, verilen
teminatla bağımsız bir yükümlülük altın girilmek istendiğinin göstergesi olarak
yorumlanabilir”. [5]
“…hiçbir
menfaati olmayan, ticari gaye gütmeyen, sadece dostane ilişkiler nedeniyle
tüketime yönelik banka kredi kartı kullanmasına imkân tanımak için verilen
teminatın amacına aykırı olarak yorumlanmasını yasanın yukarıda anılan hükmüne
aykırılık teşkil eder…” (YARGITAY HUKUK GENEL KURULUNUN 04/07/2001 GÜN,
2001/19-534 ESAS ve 2001/583 KARAR SAYILI İÇTİHADI) Yine HGK’nın bu içtihatta:
“Garanti Şerhi beyanı ve bu beyanda kullanılan sözcük ve deyimleri fer’i
kıstaslardan olan sözleşmede kullanılan deyimler kıstasına göre ilk bakışta bir
garanti akdinin oluştuğu intibaı bırakıyor ise de, sadece bu deyim ve
sözcüklere dayanılarak sözleşmenin niteliğinin belirlenmesi doğru olmayacağı
gibi mümkün de değildir.” şeklinde tespitte bulunmuştur.
Teminat
sözleşmesinde güvence verenin güvence alanı tam olarak tatmin etmeden önce
üçüncü şahsa rücû edemeyeceğine dair bir kayıt varsa, bu kefalete işaret eder;
çünkü, rücû garanti sözleşmesiyle bağdaşmaz. [6] Bu noktada “kontrgaranti”
kavramını da açıklamakta fayda vardır. Banka teminat mektuplarında bilindiği
üzere banka garanti veren, muhatap garanti alan ve üçüncü kişi de edimi vaat
edilen; yani lehdar kişidir. İşte bu üç köşeli hukuki ilişkide banka ile lehdar
arasında bir kontrgaranti sözleşmesi varsa, banka muhataba borcu ödedikten
sonra lehdara rücu edemeyecektir. Bankanın, karşıladığı bu güvenceyi lehdardan
sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre talep edip edemeyeceği ise tartışmalıdır.
[6]
2.3.Kefalet karinesi
Kişisel
bir teminat verilmesine ilişkin sözleşmeyi, irade beyanlarının lafzında ve bu
beyanları destekleyen diğer olgulardan hareketle vasıflandırmak yeterli
görünmüyor ve bu çaba bir sonuca ulaştırmıyorsa, kefalet karinesinin uygulama
alanı bulacağı kabul edilmektedir. Yapılacak nitelendirme bakımından ortaya çıkan
kuşkulu durum, kefalet karinesinin uygulanması ile aşılabilir. Ancak yine de bu
noktada farklı görüşler ortaya çıkmaktadır. [5]
Bir
görüşe göre, kuşkulu durumlarda, yükümlülük altına giren bakımından daha
elverişli, yani teminat vereni koruyan bir yorumun ve dolayısıyla
nitelendirmenin yapılması daha doğru olacaktır. Çoğu zamanda, feri nitelikteki
kefalet yükümlülükleri teminat veren açısından çok daha elverişli sonuçlar
doğurmaktadır. Ancak bir diğer görüş, kefalet karinesinin benimsenmesini her zaman
doğru bulmaz. Onlara göre borçlunun veya teminat verenin korunması şeklinde bir
hüküm hukukumuzda kabul edilemez. Öncelikle anayasal eşitlik kavramı bu
karinenin uygulanmasına engel oluşturacaktır. Hakkaniyet ilkesi de her zaman
borçlunun korunmasını gerektirmez. Bir sözleşmesel ilişkide borçlu her zaman
ilişkinin zayıf olan tarafında yer almaz, bu bakımdan hakkaniyet ilkesi
çerçevesinde onu koruyacak karinelerden yararlanılması kabul edilemez. Örneğin
teminat verenin, alan karşısında çok daha güçlü olduğu ilişkiler mevcuttur.
Bankalar tarafından verilen teminat mektuplarının durumu böyledir. [5]
Uluslararası
işlemlerle bağlantılı olarak verilen teminatların nitelendirilmesinde kuşku
bulunan durumlarda, bu alandaki teamüle uygun olarak, garanti sözleşmesi lehine
yorum yapmanın daha doğru olacağı ifade edilmiştir. Uluslararası işlemlerle
bağlantılı teminatlar bakımından, hem de uzman kuruluşlar olan bankaların
verdiği teminatlar bakımından garanti lehine bir karinenin kabulü daha isabetli
olacaktır. [5] Buna karşılık, Erden Kuntalp’in de aralarında bulunduğu bir
grup, gerçek kişilerin verdiği teminatlarda kefalet karinesinin özel bir
ağırlık taşıdığının ve tüm gücüyle etkili olacağının belirtildiği durumlar
vardır. [5]
Vasıflandırma
sorununa ilişkin bu açıklamaların dışında, milletlerarası teminat mektubu
niteliğinde özellikle bankalar tarafından verilen teminat mektuplarına ilişkin,
bazı milletlerarası antlaşmaların varlığından da bahsetmek gerekir.
3.
BANKA
TEMİNAT MEKTUPLARI BAKIMINDAN MİLLETLERARASI ANTLAŞMALAR
UNCITRAL
tarafından hazırlanan Bağımsız Teminatlar ve Standby Akreditife ilişkin
Konvansiyon 95 yılında imzaya açılmış ve içlerinde ABD, Panama Tunus gibi
ülkelerin bulunduğu bir grup ülke tarafından Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Bu konvansiyon daha çok garanti veren banka ile garanti alan muhatap
arasındaki ilişkileri düzenlemektedir. Garanti veren ile onun müşterisi
arasındaki ilişkiler ise kural olarak 95 yılındaki konvansiyonun dışında
tutulmuştur. [9]
Uluslararası
ticaretin teminat mektupları bakımından ilk akla gelen iki önemli unsuru,
bağımsız teminatlar ile stanby akreditiftir. Konvansiyonun uygulama alanı,
garanti verenin iş yerinin akit devletlerden birinde olması veya konvansiyonun
uygulanmasının teminat mektubunda/stanby akreditifte bertaraf edilmediği
hallerde kanunlar ihtilafı kurallarının akit devletlerden birinin uygulanması
sonucunu doğurması kaydıyla, milletlerarası nitelikli teminatlara ve stanby
akreditiflere uygulanacaktır. Ayrıca konvansiyonun akreditif metninde açıkça Konvansiyonun
uygulanması kararlaştırılan hallerde de milletlerarası nitelikli akreditiflere
uygulanacaktır. Konvansiyon ayrıca teminat mektubuna ve standby akreditife
uygulanacak olan hukuk konusunda da düzenleme yapmıştır. 21. Madde ve 22.
Maddede yer alan bu düzenlemeye göre, taraflar hukuk seçimi yapmakta
serbesttir. Ancak tarafların hukuk seçimi yapmadıkları noktada, teminat
mektubu/standby akreditif, garanti vereninin mektubu ya da akreditifi
düzenlediği sırada iş yerinin bulunduğu ülke uygulanacak olan hukuktur. Bu
konvansiyona Türkiye taraf değildir. Ancak taraflar, teminat mektubuna ya da
akreditife koyacakları bir kloz ile konvansiyon hükümlerinin uygulanmasını
kararlaştırabilirler. [9]
4.
BANKA
TEMİNAT MEKTUPLARINA İLİŞKİN ICC KURALLARI
ICC’nin
325 ve 758 sayılı kuralları uyuşmazlıkların çözümünde bir dizi belirlemeler
getirmiştir. Eğer teminat mektubunda, mektubun hangi hukuka tabi olacağı
gösterilmemişse uygulanacak olan hukuk, teminatı verenin işyerinin bulunduğu
ülke hukukudur. Eğer birden fazla işyeri varsa, teminatı verenin şubesinin
bulunduğu ülke hukuku uygulanacak hukuktur.
758
sayılı kurallarda farklı bir düzenleme öngörmemiştir. Buna göre, garanti
sözleşmesinde taraflar aksini kararlaştırmamışlar ise, teminat verenin teminat
mektubunu düzenlediği şubesi veya ofisinin bulunduğu yer hukuku uygulanacak
olan hukuktur. Kontrgaranti bakımından da kontrgarantiyi verenin,
kontrgarantiyi düzenlediği şubesinin veya ofisinin bulunduğu yer hukuku,
taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça uygulanır. [9]
325
ve 758 sayılı kurallarda uygulanacak olan hukuk dışında, tarafların yetkili yer
mahkemesi tespit etmediği hallerde münhasır yetki yeri tayin eder.
5.
MÖHUK
AÇISINDAN DURUM
Möhuk’ta
garanti verenin bir Türk bankası olması ve muhatabın bir yabancı olması halinde
veya tam tersi durumda, garanti alanın Türkiye’de yerleşik olması ve garanti
verenin bir yabancı banka olması halinde, bu teminat mektuplarının hukuki
niteliği hâkimin hukukuna göre tayin edilecektir. Yani davaya bakan mahkeme
kendi hukukunu uygulayarak, teminat mektubunun, bir kefalet mi yoksa garanti
sözleşmesi mi olduğuna karar verecektir.
Uyuşmazlığın
bir Türk mahkemesi önünde görülmesi halinde, teminat mektuplarının şekline
uygulanacak olan hukuk MÖHUK m. 7 kapsamında tespit edilecektir. Buna göre
hukuki işlemler yapıldıkları yer hukukunun veya o hukuki işlemin esası hakkında
yetkili olan hukukun öngördüğü şekle uygun olarak yapılabilir. Yine tarafların
ehliyeti MÖHUK madde 9 kapsamında tespit edilecektir.
Teminat
mektubuna uygulanacak hukukun taraflarca seçilmesi mümkündür. Eğer taraflar
hukuk seçimi yapmamışlarsa bu halde, garanti verenin faaliyette bulunduğu yer
hukuku uygulanacaktır. [9]
Yukarıda
anlatılan klasik anlamda yabancılık unsuru tespiti dışında, yeni anlayışa göre,
taraflar arasındaki borç ilişkisi klasik anlamda yabancı unsur içermese dahi,
milletlerarası ticaret hayatını ilgilendirmesi halinde, artık taraflar
arasındaki ilişkinin yabancı unsura sahip olduğu kabul edilir. Bu halde
sözleşmenin ekonomik karakteri ön plandadır, uluslararası ticaretin yarar
alanına giren sözleşmeler yabancı unsurlu sayılmalıdır. [10]
Ancak
teminat mektuplarının üç köşeli yapısı (muhatap-banka-lehdar) olduğu ve banka
ile muhatap arasındaki ilişkinin temel ilişkiden bağımsız olduğu dikkate
alındığında; her durumda bankanın muhataba verdiği teminat mektubunda klasik
anlamda bir yabancı unsurun varlığına rastlanmayabilir. Bu konuda Vahit Doğan,
şu örneği verir: “Türkiye’de açılan bir milletlerarası ihalede, ihale şartları
arasında ihaleye katılacak kişilerden Türk Bankalarından alınmış bir teminat
mektubunun verilmesi bulunuyor ise ve ihaleyi kazanan yabancı şirketin Türk
bankasından lehine teminat mektubu veya banka garantisi verilmesi talep
edildiğinde Türk bankasının Türk muhataba vermiş olduğu bu teminat mektubunda
klasik manada bir yabancılık unsurunun bulunmadığının kabulü gerekir. [10]
Bir
taraftan da Lex Causa istisnasının varlığı da göz önüne alınmalıdır. Hâkimin
kendi hukukunda tanınmayan olay ve ilişkiler ile karşılaştığında, lex fori
uyarınca yapılan niteleme tatminkâr sonuçlar vermediğinde, taraf menfaatlerine
veya milletlerarası özel hukuk hakkaniyete aykırı sonuçlar doğduğunda ilişkinin
esasına uygulanması gereken hukuka göre vasıflandırma yapılması gerektiği kabul
edilmektedir. Örneğin, banka teminat mektuplarının hukuki niteliğinin hâkimin
hukuku uyarınca tespit edildiği hallerde taraf menfaatlerine veya
milletlerarası özel hukuk hakkaniyetine aykırı sonuçlar doğuruyorsa artık lex
fori değil de lex causae’ya göre vasıflandırma yapılması gerektiğinden
bahsedilir. Eğer teminat mektubunda taraflar bir hukuk seçiminde bulunmuşlarsa,
bu halde vasıflandırma, seçilen hukuka yani lex causae’ya göre yapılacaktır. [10]
Yine
bu kapsamda yetkili mahkemenin tespiti sorunu ile karşılaşılabilir. Teminat
mektupları bakımından yetkili mahkemenin açıkça belirlenmesi söz konusu
değilse, örtülü bir irade beyanının var olup olmadığı tartışılabilir. Örtülü
irade beyanı ile hukuk seçimi genellikle “yetkili mahkemenin tespiti” ile veya
“yalnızca belirli bir hukuk düzeninde tanımlanabilir nitelikte teminat mektubu
sözleşmesinin yapılması” ile gerçekleşmektedir. [10] Teminat mektubu
sözleşmesine uygulanacak hukukun örtülü hukuk beyanı yolu ile seçildiğinin
kabulü için somut delillerden veya vakıalardan birkaçı somut olayda tespit
edilebiliyorsa ancak bu halde örtülü hukuk seçiminden bahsedilebilecektir.
Çünkü bu yolla, tarafların hukuk seçimi konusundaki gerçek iradelerine de ulaşılmaktadır.
[10] Örtülü hukuk seçimi farazi hukuk seçimi olarak anlaşılmamalıdır. MÖHUK
24/1-c II uyarınca örtülü hukuk seçimi yapılması mümkündür.
Milletlerarası
Özel Hukuk Kurallarının uygulama alanı bulacağı, uluslararası nitelikte banka
teminat mektupları bakımından atıf prensibinin uygulanması nasıl olacaktır? Bu
soruya da kısaca değinmek gerekir. Bilindiği üzere, tarafların MÖHUK m.24/1
kapsamında hukuk seçimi yapmış olmaları halinde seçilen hukuka yapılan atıf
maddi norm atfıdır. Bu halde, taraflarca seçilen hukukun kanunlar ihtilafı
kuralları değil, maddi hukuk kurallarının seçildiği kabul edilir. [10] Bu
noktada genel olarak kabul edilen kural olan atıf teorisinden, hukuk seçiminde
ayrılmıştır. Atıf teorisi, MÖHUK m. 2/3’te yer almaktadır. Bu teoriye göre,
yabancı hukuka atıf yapıldığında, bu ülke hukukunun kanunlar ihtilafı
kurallarına da atıf yapılmaktadır. Bu kuralların başka bir hukuka (devam eden
atıf) veya kendi ülkesinin hukukunu (iade atıf) yetkili kılması halinde, bu
hukukun maddi hukuk hükümleri uygulanır. MÖHUK m. 2/3 atıf teorisini, sadece
kişinin hukuku ve aile hukukuna ilişkin ihtilaflarla sınırlı tutmuştur. Yabancı
unsurlu teminat sözleşmeleri bakımından uygulanmaz. [10]
Bu
bakımdan özellikle uluslararası sözleşmeler bakımından hukuk seçimine ilişkin
klozlarda, seçilen hukukun maddi kurallarının uygulanacağı ve kanunlar ihtilafı
kurallarının bu seçime dahil olmadığı belirtilmelidir.
Taraflarca
hukuk seçimi yapılmamış olması halinde ise, Türk hâkimi önüne gelen
uyuşmazlıkta MÖHUK madde 24/4’e başvuracaktır. Buna göre, taraflarca hukuk
seçimim yapılmamışsa, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır.
Milletlerarası özel hukukta objektif bağlama noktası olarak bilinen bu kurum
açısından, en sıkı ilişkili hukukun tespitinde karakteristik edimi dikkate
alan, karinelerden yararlanılır. MÖHUK 24/4’te karakteristik edim borçlusunun
mutad meskenin bulunduğu ülke hukuku en sıkı ilişkili hukuktur. Aynı şekilde
ticari veya mesleki faaliyetler çerçevesinde yapılan sözleşmelerde,
karakteristik edim borçlusunun iş yeri, iş yeri bulunmuyorsa yerleşim yerinin
bulunduğu ülke, karakteristik edim borçlusunun birden fazla iş yeri varsa, söz
konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içerisinde bulunan iş yeri hukuku, karine
olarak en sıkı ilişkili hukuktur. [10] Fakat bu karinelerin aksine, sözleşme
ile daha sıkı ilişkili olan bir hukuk varsa o halde, zorunlu olarak uygulanacak
olan hukuk en sıkı ilişkili olan ülkenin hukukudur. Karakteristik edim, garanti
sözleşmeleri bakımından garanti verenin, kefalet sözleşmeleri bakımından
kefilin edimidir.
Banka
teminat mektupları, açısından uygulanacak hukukun tespitinde, teminat
mektubunun çeşidine bakmak gerekir. Eğer banka muhataba teminat mektubunun
doğrudan düzenleyecekse, bu halde doğrudan teminat mektubu ilişkisi vardır.
Ancak bazı hallerde, bankalar, lehtarın talebi üzerine, muhatabın bulunduğu
ülkede bulunan bir bankaya kontr garantisini vererek muhatabın ülkesinde bir
bankadan teminat mektubu temin edebilir. Bu durumda lehdar ile banka arasındaki
uyuşmazlıklarda, hukuki ilişkinin vasıflandırması ayrı yapılmalıdır. Bu halde
lehdar ile banka arasındaki hukuki ilişkinin mahiyetinin vekalet ilişkisi
olduğu, dolayısıyla karakteristik edimin vekilin edimi olduğu söylenebilir.
Banka ile lehdar arasındaki vekalet sözleşmesi niteliğindeki teminat mektubu,
ticari veya mesleki faaliyetler amacıyla kurulduğu için karakteristik edimle
ilgili bağlama kriteri olarak vekilin işyerinin bulunduğu ülke hukuku
uygulanır. [10]
Bir
diğer husus dolaylı teminat mektuplarında ilk banka ile yabancı garantör banka
arasındaki teminat mektubu temin etme sözleşmesine uygulanacak hukukun tespit
edilmesidir. Bu noktada yine 24. Madde uygulama alanı bulacaktır.
6.
SONUÇ
Sözleşme taraflarına tanınmış olan sözleşme özgürlüğü çerçevesinde uygulamada ortaya çıkan banka teminat mektupları değişik görünümlerde karşımıza çıkmaktadır. Teminat mektuplarının tümünün aynı nitelikteki hukuki ilişkiyi doğurmadığı görülmektedir. Bu mektupların her birinin içeriğinin farklı olabilmesi nedeniyle, teminat mektuplarının hukuki niteliğinin, teminat sözleşmelerinden hangisine uyduğu konusunda vasıflandırma yapılmalıdır. Bu vasıflandırma yapılırken, elbette uyuşmazlığı çözecek hâkim uygulanacak olan hukuk kapsamında bu nitelendirmeleri yapmak zorundadır. Türk Hukuk sisteminde teminat mektupları, genellikle garanti sözleşmesi niteliğinde kabul edilseler de bu mektupların kefalet veya garanti sözleşmesi şeklinde ortaya çıkması mümkündür. Hatta bu ilişki karma tipte bir sözleşme ilişkisini de içerebilir.
Türk
hukukunda, teminat mektupları açısından hukuki niteliğinin nasıl tespit
edileceği Yargıtay kararları ile ortaya konmuş, bu konuda Yargıtay İçtihadı
Birleştirme kararları bağlayıcı olduğundan, mevcut sistemde ortaya çıkan
uyuşmazlıklarda vasıflandırmanın bu kararlar temelinde yapılması gereği ortaya
çıkmıştır.
Milletlerarası
özel hukuk kurallarının devreye girdiği alanlarda ise hukuk seçiminin var olup
olmaması, yetki sorunu, taraf ehliyetleri meselesi, atıf teorisinin uygulanıp
uygulanmayacağı sorunu ve bu bağlamda, teminat mektuplarının içermesi gereken
kayıtlar aktarılmaya çalışılmıştır.
Görüleceği
gibi gerek Türk hukukunda, yabancılık unsuru ihtiva etmeyen teminat
mektuplarının düzenlenmesinde, gerekse, yabancılık unsuru ihtiva eden teminat
mektuplarının düzenlenmesinde, uyuşmazlık noktalarının yoruma açık olması ve
kanuni düzenlemelerle kesin kaidelere bağlanmamış olması, bu alanda çalışan
uygulayıcıların çok dikkatli olmasını gerektirmektedir. Teminat mektuplarının
yazılması aşamasında, hukuki niteliğinin tespit edilmesi noktasında, mektupta
yer alan tabirler vasıflandırmada önem teşkil edecektir. Bu açıdan uygulanacak
olan hukukta bu vasıflandırmanın nasıl yapılacağının bilinmesi ve gerçek
iradenin yansıtılması için terimlerin yerinde ve doğru kullanılması önemlidir.
Yine bir uyuşmazlığın çıkması halinde, çok taraflı hukuki ilişkiyi barındıran
teminat mektuplarında usuli problem ve tartışmaları bertaraf edebilmek için,
tarafların esasa uygulanacak olan hukuku, yetkili mahkemeyi seçmelerinde fayda
vardır.
Av. İlke Boyacıoğlu
Kaynakça:
1. CANBOLAT, Ferhat. Banka
Garantisinde Savunma İmkanları ve İhtiyati Tedbirler. Yetkin Yayınları, Ankara
2009
2. YAVUZ, Cevdet, Borçlar Hukuku
Özel Hükümler. Beta Yayıncılık, İstanbul, 2016
3. DEVELİOĞLU, Hüseyin Murat,
Kefalet Sözleşmesini Düzenleyen Hükümler Işığında Bağımsız Garanti
Sözleşmeleri. Vedat Kitapçılık, İstanbul 2009
4. REİSOĞLU, Seza, Türk Kefalet
Hukuku, Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2013
5. ÖZEN, Burak. 6098 Sayılı Borçlar
Kanunu Çerçevesinde Kefalet Sözleşmeleri. Vedat Kitapçılık, İstanbul 2012
6. ÇEKER, Mustafa, “Tüketicinin
Korunması Hakkında Kanun Kapsamında Kredi Kartı Borcunun Ödenmemesi ve Hukuki
Sonuçları”, Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt VIII, Sayı 1-2,
2004
7. ÇINAR, Gökhan. “Garanti ve
Kefalet Sözleşmeleri Arasındaki Ayrım”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, Cilt 69, Sayı 2, Ocak 2020
8. KOCAMAN, Arif. Türk Borçlar
Kanunu’nun 603. Maddesi Üzerine Bir Değerlendirme-Kefalete İlişkin Hükümlerin
Uygulama Alanı, Prof. Dr. M. İlhan Ulusan’a Armağan, Seçkin Kitabevi
9. EKŞİ, Nuray. Milletlerarası
Ticaret Hukuku, Beta Yayıncılık, İstanbul 2020
10. TOKER, Ali Gümrah. Yabancı Unsurlu Teminat Mektubu Sözleşmesi’ne Uygulanacak Hukuk. DEÜ Hukuk Fakültesi Dergisi, cilt 12, Özel Sayı, 2010