Özgün Law Firm

Özgün Law Firm

TİCARİ NİTELİKTEKİ KİRA UYUŞMAZLIKLARINDA GÖREVLİ MAHKEME

TİCARİ NİTELİKTEKİ KİRA UYUŞMAZLIKLARINDA GÖREVLİ MAHKEME

1. Giriş

Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) birinci bölümü itibariyle düzenlenen ve önemi itibariyle kamu düzeninden sayılan mahkemelerin görevi meselesi, birtakım kompleks uyuşmazlıklarda tespiti zor bir konu haline gelebilmektedir. Esasen maddi hukuk itibariyle yetkili mahkemeleri karşılayan “görev”; mevzuatımızda genel ve özel mahkemeler olmak üzere ayrılan mahkemeler itibariyle uyuşmazlığın konusu ve taraflarına göre düzenlenmiş durumdadır.

 

Hukuk Muhakemesinde genel mahkemeler Asliye Hukuk ve Sulh Hukuk Mahkemeleri olmak üzere iki; özel mahkemeler ise Aile, Asliye Ticaret, Fikri ve Sınai Haklar Hukuk, İş, İcra Hukuk, Tüketici ve Kadastro Mahkemeleri olmak üzere yedi çeşittir. Uyuşmazlıkların konuları ve tarafları itibariyle doğru kategorize edilerek ele alınması hem mahkemelerde bir uzmanlık alanı oluşmasına, hem de çelişkiden uzak ve sistematik bir içtihat oluşmasına katkı sağlayarak uygulamada düzenin tesis edilmesine hizmet etmektedir.

 

Görev ve yetki konuları, Hukuk Muhakemesi Kanunumuzun 1. ve 23. Maddeleri arasında düzenlenmiş olup işbu çalışmaya esas olan, madde itibariyle yetki anlamında “görev” temelde 1. Ve 4. Maddeler arasında düzenlenmiştir. 1. madde ile göreve ilişkin kuralların kamu düzeninden olduğu ve mahkemelerin görevinin ancak kanunla düzenlenebildiği hüküm altına alınmış ve devamı hükümlerde genel görevli mahkemeler olan Asliye Hukuk Mahkemeleri ile Sulh Hukuk Mahkemelerinin görevi düzenlenmiştir.

 

“Medeni usul hukukunda görev, medeni yargı koluna giren bir davanın, uyuşmazlığın konusu ve/veya taraflarına göre, bu yargı kolunda kurulmuş bulunan ilk derece mahkemelerinden hangisi tarafından görüleceğini ifade eder.” [1] Hukuk yargılamasında ilk derece mahkemelerimiz Asliye Hukuk ve Sulh Hukuk Mahkemeleri olmak üzere iki genel; Aile, Asliye Ticaret, Fikri ve Sınai Haklar Hukuk, İş, İcra Hukuk, Tüketici ve Kadastro Mahkemeleri olmak üzere yedi özel mahkemeden ibarettir. İşte uyuşmazlığın bu mahkemelerden hangisinde görüleceği görev kavramının kapsamına girmektedir.

 

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Sulh hukuk mahkemelerinin görevi başlıklı 4. Maddesi şöyledir:

 

“(1) Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın; 

a) Kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları,

b) Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davaları,

c) Taşınır ve taşınmaz mallarda, sadece zilyetliğin korunmasına yönelik olan davaları,

ç) Bu Kanun ile diğer kanunların, sulh hukuk mahkemesi veya sulh hukuk hâkimini görevlendirdiği davaları, görürler.

 

İşbu hükme ek olarak HMK 383. Maddesi ile de Sulh Hukuk Mahkemelerinin aksine bir düzenleme bulunmadığı müddetçe çekişmesiz yargı işlerinde genel görevli mahkeme olduğu düzenlenmiştir.

 

Yine işbu çalışma kapsamında önem arz eden bir diğer mahkeme, özel görevli mahkeme olan asliye ticaret mahkemeleridir. Asliye ticaret mahkemeleri 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu 5. Maddesi ile 5235 Sayılı Kanun’un 5. Maddesinin 3. Fıkrasında düzenlenmiş ihtisas mahkemesidir. Gelişen ticari hayatın ve iktisadi koşulların gereklerine cevap verebilmek adına ticari davalarda uzmanlaşma zaruri hale gelmiş olup asliye ticaret mahkemeleri bu ihtiyaca cevap vermek amacıyla kurulmuştur.

 

Asliye ticaret mahkemelerinin görevi 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK) düzenlenmiştir. TTK Madde 4’te ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işleri tanımlanmış olup 5. Maddede ise aksine hüküm bulunmadığı müddetçe tüm ticari davalara ve ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmaya asliye ticaret mahkemelerinin görevli olduğu düzenlenmiştir.

 

Bu doğrultuda TTK 4. ve 5. Maddeleri birlikte değerlendirdiğimizde:

 

“MADDE 4- (1) Her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın;

a) Bu Kanunda,

b) Türk Medenî Kanununun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile uğraşanlar hakkındaki 962 ilâ 969 uncu maddelerinde,

c) 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447, yayın sözleşmesine dair 487 ilâ 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ilâ 519, komisyon sözleşmesine ilişkin 532 ilâ 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ilâ 554, havale hakkındaki 555 ilâ 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ilâ 580 inci maddelerinde,

d) Fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta,

e) Borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel hükümlerde,

f) Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde, öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. Ancak, herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen havale, vedia ve fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalar bundan istisnadır.”

 

Hükmü ile ticari işler ve ticari davalar açıklanmıştır.

 

5. Madde ile de bu işlerin Asliye Ticaret Mahkemesinde görüleceği kararlaştırılmıştır:

 

“2. Ticari davalar ve çekişmesiz yargı işlerinin görüleceği mahkemeler

MADDE 5- (1) Aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir.

(2) Bir yerde asliye ticaret mahkemesi varsa, asliye hukuk mahkemesinin görevi içinde bulunan ve 4 üncü madde hükmünce ticari sayılan davalarla özel hükümler uyarınca ticaret mahkemesinde görülecek diğer işlere asliye ticaret mahkemesinde bakılır. Bir yerde ticaret davalarına bakan birden çok asliye ticaret mahkemesi varsa, iş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, asliye ticaret mahkemelerinden biri veya birkaçı münhasıran bu Kanundan ve diğer kanunlardan doğan deniz ticaretine ve deniz sigortalarına ilişkin hukuk davalarına bakmakla görevlendirilebilir.

(3) Asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki görev ilişkisi olup, bu durumda göreve ilişkin usul hükümleri uygulanır.

(4) Asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yargı çevresindeki bir ticari davada görev kuralına dayanılmamış olması, görevsizlik kararı verilmesini gerektirmez; asliye hukuk mahkemesi, davaya devam eder.”

 

2. Medeni Usul Kurallarının Zaman Bakımından Uygulanması

Kanunların zaman bakımından uygulanması meselesi; zaman içerisinde yürürlüğe giren yeni mevzuat hükümlerinin hangi tarihten itibaren uygulanmaya başlanacağı, yeni hükümlerin eski tarihli hükümle çelişmesi durumunda hangi hükmün geçerli olacağı hususlarını konu almaktadır. Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzun 448. Maddesi ile sabit olduğu üzere medeni usul kuralları “tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” Hükümden anlaşıldığı şekliyle medeni usul hukukunda “derhal uygulama” ilkesi geçerlidir. [2][3]

 

2.1. Önceki Kanun-Sonraki Kanun İlişkisi Çerçevesinde HMK ve TTK’nın Göreve İlişkin Hükümlerinin Değerlendirilmesi

 

İşbu çalışmanın kapsamı itibariyle ticari nitelikteki kira sözleşmelerinden doğacak uyuşmazlıklarda görevli mahkemenin tespiti bakımından ele alacağımız iki kanun kira uyuşmazlıklarında görevli mahkemenin düzenlendiği 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ve ticari uyuşmazlıklarda görevli mahkemenin düzenlendiği 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu olacaktır. Hukuk Muhakemesi Kanunumuz 12.01.2011 tarihinde kabul edilmiş olup 04.02.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunumuz ise 13.01.2011 tarihinde kabul edilmiş olup 14.02.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

 

Bakıldığında Türk Ticaret Kanunu zamansal açıdan daha sonra yürürlüğe girmiş olup iki kanun arasında çelişki meydana geldiğinde sonra gelen kanunun uygulanması ilkesi gereği Türk Ticaret Kanunu hükümlerine öncelik tanınması gerektiği söylenebilecektir.

 

3. Özel Kanun- Genel Kanun İlişkisi

 

“Normlar hiyerarşisinde normlar anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik ve adsız düzenleyici işlemler olarak sıralanmakla birlikte bu hiyerarşi her zaman somut olayda uygulanacak normu tayin etmede yeterli olmamaktadır. Sosyal hayatı düzenleyen hukuk normları arasında, aynı hususla ilgili farklı düzenlemeler içeren eşit hiyerarşik statüyü paylaşan normlar bulunabilmektedir. Bu durumda, üzerinde durulan olayda hangi norm uygulanacaktır? Söz konusu hallerde mevcut iş ve eylemlere uygulanacak hukuk normları, genel kanun ve özel kanun veya öncelik ve sonralık ilişkileri göz önünde bulundurularak belirlenmektedir.” [4]

 

Bilindiği üzere normlar hiyerarşisine göre alt basamakta yer alan bir düzenleme, üst basamakta yer alan düzenlemeye uygun olmak zorundadır. Ancak aynı hiyerarşik durumda bulunan yasal düzenlemelerin aynı konuya ilişkin farklı hükümler ihdas etmesi halinde genel kanuna karşı özel kanunun esas alınacağı hukukumuzda temel bir ilke olarak kabul edilmiştir. Bu noktada özel kanun, hitap ettiği hukuk süjeleri ve konu aldığı uyuşmazlık çeşitliliği bakımından daha sınırlı ve spesifik olan, hükmü altındaki unsurları daha kapsamlı şekilde ele alan ve düzenleyen yasal düzenlemeler olacaktır.

 

Öğretide birtakım kanunlara genel, birtakım kanunlara ise özel kanun denilerek baştan sınıflandırma yapıldığı görülmekle birlikte aksi görüşte olan ve “Bir kanuna tek başına genel veya özel kanun sıfatının verilemeyeceği, genel kanun-özel kanun değerlendirmesinin ancak iki kanun arasında yapılacak karşılaştırma ile anlaşılabileceği” yönünde değerlendirme yapan görüşler de bulunmaktadır. [5] İşbu çalışmanın konusu çerçevesinde HMK ve TTK’nın göreve ilişkin hükümleri bakımından genel kanun-özel kanun ilişkisi önem arz etmektedir.

 

“Aynı olayı düzenleyen iki ayrı kanun, ikisi de genel veya ikisi de özel nitelikte ise bu durumda sonraki kanunun önceki kanunla düzenlenen hususlarda meydana getirdiği değişiklikler çerçevesinde sonraki kanun uygulanmalıdır. Sonraki tarihli kanunla önceki tarihli bir kanunla düzenlenen hükümlerin kaldırıldığı açıkça ifade edilebileceği gibi zımni bir kaldırma da söz konusu olabilmektedir. Aynı anda aynı olayı düzenleyen biri genel diğeri özel iki ayrı kanun yürürlükte bulunduğu takdirde ise, eğer önceki kanun genel yeni kanun özel ise, bu takdirde olaya özel olan yeni kanun hükümleri uygulanmalıdır. Şayet, önceki kanun özel yeni kanun genel ise bu durumda da kanun koyucunun genel yasayı çıkarırken hangi amacı taşıdığına bakmak gerekir. Yasa koyucu önceki tarihli özel kanunla düzenlenen hususlarda yeni bir bakış açısıyla sonraki tarihli genel kanunla bir değişiklik öngördüğü takdirde olaya sonraki tarihli genel kanunun uygulanması gerekir.” [6]

 

3.1 Özel Kanun- Genel Kanun İlişkisi Çerçevesinde HMK ve TTK’nın Göreve İlişkin Hükümlerinin Değerlendirilmesi 

 

Bu açıklamalar çerçevesinde ticari nitelikteki kira sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde hangi Kanun çerçevesinde düzenlenen görev hükmünün esas alınacağı tartışma konusu olacaktır. Türk Ticaret Kanunu’nun Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndan daha özel bir kanun olması ve de daha yakın tarihli bir kanun olması karşısında ilk bakışta uyuşmazlığın çözümünde asliye ticaret mahkemesinin görevli olması gerektiği düşünülebilecekse de; içtihat bu noktada ağırlıklı olarak birazdan emsal karar üzerinden detaylarıyla izah edileceği baskın uyuşmazlık konusunun kira uyuşmazlığı olması nedeniyle görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemesi olacağı yönünde karar vermektedir.

 

4.          Yargıtay 3. HD., 2018/3276 E.  2018/6854 K. Sayılı 20.6.2018 Tarihli ve Yargıtay HGK., 2017/979 E.  2021/759 K. Sayılı 15.6.2021 Tarihli Kararlarının Hüküm ve Muhalefet Şerhleri Çerçevesinde Ticari Nitelikteki Kira Uyuşmazlıklarında Görevli Mahkemenin Değerlendirilmesi

 

4.1. Yargıtay 3. HD., 2018/3276 E.  2018/6854 K. Sayılı 20.6.2018 Tarihli Kararı

Yargıtay 3. HD., 2018/3276 E.  2018/6854 K. Sayılı 20.6.2018 tarihli ve Yargıtay HGK., 2017/979 E.  2021/759 K. sayılı 15.6.2021 tarihli kararları çerçevesinde hem ticari nitelikte hem de kira sözleşmesinden kaynaklı uyuşmazlığın çözümünde Yargıtay’ın görevli mahkeme tespitlerinin değerlendirilmesi işbu çalışmanın konusu itibariyle önemli görülmektedir. Çalışmamızda bu iki kararın seçilmiş olmasının nedeni benzer unsurlar taşıyan iki uyuşmazlıktan birinde görevli mahkemenin asliye ticaret mahkemesi, diğer kararda sulh hukuk mahkemesi şeklinde belirlenmesi ile birlikte her iki karara karşı da karşı oy ile muhalefet edilmesidir.

 

Yargıtay 3. HD., 2018/3276 E.  2018/6854 K. sayılı 20.6.2018 tarihli Kararında: “… özelleştirme kapsamında bulunan ve ihale açılan taşınmazların davacı şirket ile İBB Ege Şehir Planlaması A.Ş tarafından kurulan ortak girişim grubu tarafından 24/10/1995 tarihli kullanım hakkı devir ön sözleşmesi ile kiralandığını, daha sonra sözleşme konusu taşınmazlarla ilgili olarak davalı şirketin hak ve yetkilerini devraldığı ... Sınai Yatırım A.Ş ile aralarında Tasarım, Modernizasyon ve İşletme sözleşmesi akdedildiğini, ilgili sözleşmesinin 7/b maddesi uyarınca işletmenin yıllık brüt kira gelirinin en az 62.500 dolarının kendisine ödenmesi gerektiğini, bu sözleşme gereğince davalının ödeme edimlerini yerine getirmemesi üzerine 2013 yılına ait kira gelirlerinin tahsili için davalı şirket aleyhinde icra takibi başlattıklarını, davalının ise takibe haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek davalının itirazının iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı ise; görev itirazında bulunarak davanın reddini dilemiştir.

 

Mahkemece; dayanak sözleşmenin kira sözleşmesi mahiyetinde olmayıp kendine özgü yapısı olan ticari bir sözleşme olduğunu belirterek görevsizlik nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından vekalet ücretine hasren temyiz edilmiştir.”

 

Mahkemece uyuşmazlığın temelinin kira bedeli niteliğindeki alacak olduğu, taraflar arasındaki ilişkinin TBK hükümleri uyarınca kira ilişkisi olduğu belirtilerek ve davanın 31.12.2015 tarihinde yani 6100 Sayılı HMK’nın yürürlüğe girmesinden sonra açıldığı, bu nedenle görevli mahkemenin Sulh Hukuk Mahkemesi olduğu, bu nedenle kararının bozulması gerektiğine karar verilmiştir.

 

Karara dair muhalif karşı oy yazısında ise 6102 Sayılı TTK’nın 4. Maddesi çerçevesinde tanımlanan ticari davalardan bahis açılmış ve akabinde 12. Madde çerçevesinde tacir tanımına yer verilmiştir. Akabinde ise HMK’nın 4/1-a bendinde mübrez göreve ilişkin maddesinden bahsedilmiştir. Bu çerçevede ise aynen:

 

“Ticari davalarda Asliye Ticaret Mahkemelerinin görevli olduğuna ilişkin 6102 Sayılı TTK ‘nun 5. Maddesinde yapılan değişiklik 6100 sayılı HMK ‘nun yürürlüğe girmesi sonrasında 26.06.2012 Tarihinde 6335 sayılı kanunla yapılmıştır.

Mer’i mevzuatta aynı konuyu düzenleyen birden fazla kanun olduğunda uygulanacak olan kanunun belirlenmesi “özel kanun-genel kanun “kriterine göre “özel kanun” olacağı, “önceki kanun – sonraki kanun “kriterleri bakımından değerlendirme yapıldığında ise “sonraki Kanun” olacağı genel hukuk ilkelerindendir.

Buna göre değerlendirme yapıldığında; 6100 sayılı HMK 12.01.2012 Tarihinde kabul edilmiş 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girdiği halde 6102 sayılı TTK 13.01.2011 tarihinde kabul edilmiş, 01.07.2012 Tarihinde yürürlüğe girdiğinden 6102 sayılı TTK, 6100 sayılı HMK ‘na göre daha sonraki bir düzenlemedir.

Ayrıca 6100 sayılı HMK hukuk davalarındaki yargılama usulünü düzenlemesi bakımından genel bir kanun iken 6102 sayılı TTK da ki Ticari davalara ilişkin görev düzenlemesi ise yargılama usulüne ilişkin özel bir “görev” düzenlemesidir.

Her iki kriter bakımından değerlendirme yapıldığında ise taraflar TTK m.16/2 uyarınca tacir olduğunda taraflar arasındaki “kira sözleşmelerinden” doğan davalarda “ticari dava” niteliğinde olacağından bu davalarda da görevli mahkeme TTK m.5 uyarınca dava açılan yerde varsa müstakil Asliye Ticaret Mahkemeleri yoksa Asliye Hukuk Mahkemesi (Asliye ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) dir.”

 

diyerek somut olaydaki tarafların tacir olduğu ve uyuşmazlığın tacirler arasında doğan kira uyuşmazlığı olduğu gerekçesiyle görevli mahkemenin Asliye Ticaret Mahkemesi olması gerektiği kanaatine varılmış ve karara muhalefet edilmiştir.

 

4.2. Yargıtay HGK., 2017/979 E. 2021/759 K. Sayılı 15.6.2021 Tarihli Kararı

Anılan Yargıtay kararının akabinde Yargıtay HGK., 2017/979 E.  2021/759 K. sayılı 15.6.2021 tarihli kararından bahsetmek gerekir ise; dava, ... Kilisesi ve ... ile ... Mektepleri ve ... Vakfına (Kilise Vakfı) ait taşınmaza davacı tarafından kapsamlı bir imar tadilatı yapıldığı, tapu sahibi vakıf ile davacı arasında 10.12.2007 tarihli hasılat kira sözleşmesi ve 10.02.2010 tarihli ek protokol tanzim ve imza edilerek tapuya şerh konulduğu, davacı tarafından inşa edilen taşınmazın bir kısmının Kilise Vakfı tarafından davalı şirkete süpermarket olarak işletilmek üzere kiraya verildiği, yapılan hasılat kira sözleşmesine göre kira bedelinin bir kısmının davacıya ödenmesi gerektiğinden bu durumun davalıya bildirildiği, buna rağmen davacıya ödenmeyen bakiye fatura bedellerinin tahsili için başlatılan icra takibine haksız itiraz edildiği ileri sürülerek itirazın iptaline, icra inkâr tazminatına karar verilmesi talepli olarak asliye ticaret mahkemesi bünyesinde ikame edilmiştir.

 

Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... Anadolu 16. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen göreve ilişkin dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine ilişkin karar davalı tarafça temyiz edilmiş, Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda ise karar bozularak görevli mahkemenin asliye ticaret mahkemesi olduğu belirtilmiş; Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı ise “HMK’nın 4. maddesinde “kira sözleşmesi” ibaresine değil, “kira ilişkisi” ibaresine yer verildiği, daha önce davacı ile dava dışı kiralayan arasında imzalanan hasılat kira sözleşmesi ve ek protokolde ise kira alacağının %60’ının davacıya ödenmesinin kararlaştırıldığı, bu sözleşmenin alacağın temliki niteliğinde olduğu, böyle olunca yanlar arasında temlikten kaynaklanan bir kira ilişkisinin doğduğu gerekçesiyle” direnilmiştir.

 

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın toplandığı nokta; davacı ile dava dışı malik (Kilise Vakfı) arasında düzenlenen “hasılat kirası sözleşmesi” başlıklı sözleşmeye dayanarak davalı kiracının kira bedellerini davacıya ödemesi gerektiğinden bahisle alacağın tahsili için başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkin eldeki davada, görevli mahkemenin işbu çalışmamızın konusuna binaen sulh hukuk mahkemesi mi yoksa asliye ticaret mahkemesi mi olduğu hususudur.

 

Bu konuda Hukuk Genel Kurulu karar gerekçesinde şu açıklamaları yapmıştır:

 

“Genel anlamda bir mahkemenin görevi belirli bir davaya, dava konusunun niteliği veya değerine göre o yerdeki aynı yargı koluna ait ilk derece mahkemelerinden hangisi tarafından bakılabileceğini belirtir. Bilindiği üzere, ilk derece mahkemeleri genel mahkemeler ve özel mahkemeler olarak ikiye ayrılmışlardır. Hangi davalara özel mahkemelerde, hangi davalara genel mahkemelerde bakılacağı ve genel mahkemelerde bakılacak davalardan hangilerine asliye hukuk mahkemesinde, hangilerine sulh hukuk mahkemesinde bakılacağı hususuna görev, bunu düzenleyen kurallara da görev kuralları denir. Genel mahkeme ile özel mahkeme arasındaki ilişkinin bir görev ilişkisi olduğu ve görevle ilgili kuralların kamu düzenine ilişkin bulunduğu konusunda öğretide ve uygulamada duraksama yoktur. Genel mahkemelerin bakacakları davalar, belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmamış olup aksi belirtilmedikçe medeni yargılama hukukuna giren her türlü işe bakmakla görevlidirler. Açık kanun hükmü ile özel mahkemelerde görüleceği belirtilmemiş olan bütün davalar genel mahkemelerin görevine girer.

Buna karşılık özel mahkemeler, belirli kişiler arasında çıkan veya belirli uyuşmazlıklara bakmakla görevlidir. Diğer bir ifadeyle, özel mahkemeler özel kanunlarla kurulmuş olup özel kanunlarda belirtilen davaları yürütür.

… Her ne kadar davacının davaya konu ettiği alacağı, dava dışı vakfın davalıdan olan kira alacağı ise de, davanın tarafları yani davacı ile davalı arasında kira ilişkisi olmadığı, davaya konu alacağın da taraflar arasındaki bir kira ilişkisinden doğmadığı açıktır. Kanun’un hazırlanması sırasında HUMK’dan farklı olarak bilinçli şekilde “kira sözleşmesi” ifadesi çıkarılıp yerine “kira ilişkisi” ifadesi konulmuş ise de burada belirtilen kira ilişkisinin davanın tarafları arasında olması gerektiğinde kuşku olmamalıdır.

Taraflar arasında böyle bir kira ilişkisinin mevcut olmaması nedeniyle uyuşmazlığın çözümünde sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğu düşünülemez.

Görüldüğü üzere, her iki taraf da tacirdir ve dava her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgilidir. Yukarıda da belirtildiği üzere 6102 sayılı TTK'nın 4/1. maddesine göre her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları nispi ticarî dava sayılacağından eldeki davaya bakmakla görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesi değil 6102 sayılı TTK’nın 4/1. maddesi gereğince asliye ticaret mahkemesidir.

… Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacının davalıya yönelttiği alacağının temelinin, dava dışı vakfın davalıdan olan kira alacağına dayandığı, davacının bu alacağı temlik alması suretiyle davaya konu ettiği, dolayısıyla davaya konu alacağın temelinin kira ilişkisine dayanması nedeniyle görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemesi olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.”

 

denilerek her ne kadar davaya konu alacak kira alacağı olsa da kira ilişkisinin davanın tarafları arasında bulunmamasından kaynaklı olarak burada sulh hukuk mahkemesinin görevli olmadığı, tarafların tacir olmasından mütevellit görevli mahkemenin asliye ticaret mahkemesi olduğuna hükmedilmiştir. Kararın mefhumu muhalifinden “taraflar tacir olsa yahut iş ticari iş niteliğinde olsa dahi” taraflar arasında kira ilişkisi bulunması halinde görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemesi olacağı yönünde görüş benimsendiği çıkarımının yapılması mümkündür. Gerçekten de Yargıtay’ın bu nitelikteki uyuşmazlıklarda uyuşmazlığın esaslı unsurunun kira ilişkisi olmasından mütevellit görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemesi olduğu yönünde görüş benimsediğini söylemek mümkündür. [7]

 

İlgili kararın karşı oy yazısında ise uyuşmazlığın taraflarının akitlerinde kullandıkları tabirlere bakılmaksızın gerçek maksatlarının araştırılması gerektiği, davacının davada kendisine temlik edilen kira alacağını kira sözleşmesinin tarafı olan kiracı davalıdan istediği, davacı kira sözleşmesinin tarafı olmasa da alacağın temliki ile esasen kira alacağını talep ettiği, davalının ileri sürebileceği def’i ve savunmaların kira sözleşmesinden doğacağı ve uyuşmazlığın kira sözleşmesi hükümlerine göre çözümleneceği; görevli mahkemenin de bu gerekler çerçevesinde belirlenmesi gerektiği belirtilmiştir.

 

Bu doğrultuda Karşı Oy yazısında: “HMK 4/1-a maddeye göre, kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları görmeye sulh hukuk mahkemesi görevlidir. Taraflar arasında kira sözleşmesi bulunmasa da davacının temlik aldığını ileri sürerek talep ettiği alacak, kira alacağı niteliğinde olduğundan uyuşmazlık kira ilişkisinden doğmaktadır. Bu nedenle davaya bakmaya sulh hukuk mahkemesi görevli olduğu için bu yöndeki direnme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan, hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.”

 

Denilerek karara muhalefet edilmiştir. Esasen bir önceki değerlendirdiğimiz Yargıtay kararının karşı oy yazısında ileri sürülen gerekçelendirmeler, daha yakın tarihli olan işbu HGK kararında göz ardı edilerek uyuşmazlığın taraflarının tacir olması bir yana, salt davaya konu alacağın kira alacağı olmasından bahisle görevli mahkemenin tespitinde HMK’nın esas alınması gerektiği belirtilmiştir.

 

Kararlar arasında yapılan gerekçelendirme ve varılan hükümler itibariyle bir değerlendirme yapıldığında, kanunların zaman bakımından uygulanması ve özel kanun-genel kanun ilişkisinin değerlendirmeye dahil edilmediği, salt uyuşmazlığın ağırlıklı olarak toplandığı noktanın hangi hukuki müessesenin kapsamına girdiği değerlendirmesinin yapıldığı görülmektedir. Gerçekten de TTK’nın zamansal açıdan HMK’dan daha sonra kabul edilmiş olmasının göreve ilişkin hükümler bakımından belirleyicilik arz etmemektedir. Özellikle de sulh hukuk mahkemelerinin genel mahkeme olması hususunun öğretide tartışmalı olması karşısında [8] çekişmesiz yargı işleri bakımından genel, kira uyuşmazlıkları bakımından özel mahkeme olduğu görüşlerinin savunulması halinde asliye ticaret mahkemelerinin görev alanı ile yarışabileceği çıkarımına varmak mümkün olabilecektir.

 

Bu noktada asliye ticaret mahkemelerinin kuruluş amacından ve “ihtisas mahkemeleri” olmalarından da bahsetmekte yarar görülmektedir. İhtisas mahkemelerinin amacı kısaca genel mahkemelerden ayrı olarak ayrı uzmanlık ve teknik bilgi gerektiren davalar bakımından daha isabetli bir yargılama faaliyeti sağlanması adına uyuşmazlıkları kategorize etmek şeklinde özetlenebilecektir. Burada bir uyuşmazlığın ihtisas mahkemesinde görülmesi, uyuşmazlık konusunun teknik bilgi ve uzmanlık gerektirmesiyle açıklanacaktır. Tarafları tacir olan ve bir ticari iş niteliğinde kurulan kira ilişkilerinden doğan uyuşmazlıklarda çözüme kavuşturulması amaçlanan husus, yani uyuşmazlığın toplandığı nokta meselenin ticari boyutundan ziyade kira özelliği göstermesidir. Bu sebeple kira uyuşmazlıklarında görevli olması bakımından özel bir mahkeme sayılan sulh hukuk mahkemelerinin bu tarz uyuşmazlıkların çözümünde görevli olması işin doğasına ve yargılamanın mahiyetine daha uygun düşmektedir.

 

Yalnız bu vaziyette açıklığa kavuşmayan kanunların zaman bakımından uygulanması ve özel kanun-genel kanun çatışması meselelerinde yasada boşluk bulunduğu söylenebilecektir. Yasa koyucu tarafından hem ticari özellik hem de kira ilişkisi özelliği arz eden uyuşmazlıkların görevi bakımından açık bir düzenleme yapılması bu belirsizliği ortadan kaldırmakta faydalı görünmektedir. Yahut son dönemde ciddi artış gösteren kira uyuşmazlıkları ve sulh hukuk mahkemelerinin olağan dışı dosya yükü nedeniyle salt kira uyuşmazlıklarına bakmakla görevli ayrı bir ihtisas mahkemesi kurulması ve “Kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları” kurulacak bu özel mahkemelerin görev alanına tabi kılmak da hem zamansal uygulama hem de özel kanun-genel kanun ayrımı bakımından çelişkisiz bir fiili ve hukuki durum sağlanmasına olanak tanıyacaktır.

 

Ayrıca belirtmekte yarar vardır ki mevcut durumda biraz önce bahsedilen uyuşmazlığın baskın unsuru yaklaşımını benimsemek mutlak ticari davalar bakımından tutarlı olacaksa da nispi ticari davalar bakımından halen tam anlamıyla bağdaşmayan bir yan bulunmaktadır. Nitekim tarafların tacir olduğu sıradan bir satım ilişkisinde satım ilişkisinin niteliği ve uyuşmazlığın baskın unsuru ticari özellik arz etmediği halde tarafların tacir olması asliye ticaret mahkemesinin görevli olması için yeterli olacaktır.

 

Bu halde “Nispi ticari davalar açısından tarafların sıfatının önemi ve uyuşmazlığın içeriğini oluşturan ilişkinin önemsizliği karşısında kira sözleşmesinin neden (tarafları tacir ve tarafların ticari işletmesine ilişkin olan) diğer sözleşmelerden farklı olarak asliye ticaret mahkemesinde değil de sulh hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği sorusuna geçerli bir cevap bulunmamaktadır. Tarafları sebebiyle bir satım sözleşmesinden (örnekler çoğaltılabilir) kaynaklanan uyuşmazlığın asliye ticaret mahkemesi önünde çözümlenmesi gerekirken, kira sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıkların sulh hukuk mahkemesi önünde çözümlenmesi gerektiğine yönelik ayrık bir uygulamaya gidilmesinin ikna edici bir gerekçesi mevcut değildir.” [9]

 

Öğretide ileri sürülen görüşler arasında ticari nitelik arz eden tüm davaların kira uyuşmazlığı barındırıp barındırmamasına göre ikincil bir değerlendirmeye tabi tutmaksızın asliye ticaret mahkemesinde incelenmesi gerektiği görüşü taraftar bulmakta olup 6335 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikler çerçevesinde sulh hukuk mahkemelerinin görevleri kapsamında herhangi bir ticari dava kalmadığı ileri sürülmektedir. [10]

 

Öğretide ticari nitelikteki kira uyuşmazlıklarında sulh hukuk mahkemelerinin görevli olacağını savunan görüşe göre ise TTK m.5 uyarınca ticari davaların yalnızca aksine hüküm bulunmadıkça asliye ticaret mahkemesinde görüleceği, HMK m.4/1-a’nın ise tüm kira uyuşmazlıklarında sulh hukuk mahkemesini görevli saydığı ifade edilerek buradaki “aksine hüküm bulunmadıkça” ifadesinden kaynaklı görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemeleri olacağı ifade edilmektedir. [11]

 

Tüm bu açıklamalar doğrultusunda ifade edilen görüş ayrılıklarının temelinde asliye ticaret mahkemelerinin özel mahkeme, sulh hukuk mahkemelerinin ise genel mahkeme olması, ancak kira uyuşmazlıkları bakımından sulh hukuk mahkemelerinin özellik arz etmesi, TTK’nın HMK’ya kıyasla özel kanun olması ve zamansal olarak daha sonra yürürlüğe girmiş olması, HMK’nın miktar veya değerine bakılmaksızın kira sözleşmesinden doğan tüm uyuşmazlıkların sulh hukuk mahkemelerinin görev alanında olduğunu ifade etmesi, ancak TTK uyarınca mutlak ve nispi ticari davaların asliye ticaret mahkemelerinin görev alanında olduğunun ifade edilmesi ve son olarak TTK madde 5’te “aksine hüküm bulunmadıkça” ifadesinin yer alması sayılabilecektir. [12]

 

Bu tür uyuşmazlıkların hukuk metodolojisi bakımından ilk bakışta asliye ticaret mahkemelerinde görülmesi gerektiği düşünülse de kira ilişkilerinden doğan davaların ayrı bir kategori ve özel görev alanı haline gelmiş olması ve her türlü kira uyuşmazlıklarında sulh hukuk mahkemelerinin görevli olduğunun hüküm altına alınması nedeniyle sulh hukuk mahkemelerinin görevli olması görüşünün fiili açıdan daha elverişli ve uygun olduğu söylenebilecektir. Ancak bu uygunluk halinin hukuk metodolojisine ve mevzuata şüpheye mahal bırakmaksızın geçerli olması için birtakım ilave hukuki düzenlemeler yapılması gerekliliğini de ifade etmekte yarar görülmektedir.

 

5. Sonuç

Değerlendirilen Yargıtay Kararları ve Doktrin görüşleri çerçevesinde ticari nitelikteki kira sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıkların çözümünde görevli mahkemenin tayini tartışmalı bir konudur. Esasen Yargıtay’ın istikrarlı görüşü bu tür uyuşmazlıklarda görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemesi olduğu yönünde ise de karşı oylar ve doktrindeki görüşler aksi yönde değerlendirmelerde bulunmaktadır.

 

HMK madde 4’te sulh hukuk mahkemesinin görevi düzenlenmiş ve buna göre kira sözleşmesinden doğan bütün uyuşmazlıklarda (İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere) sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğu hüküm altına alınmıştır. TTK madde 5’te ise “aksine hüküm bulunmadıkça,” dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir denilmiştir.

 

Sonuç itibariyle Yargıtay görüşü ve doktrin yaklaşımları ile mevzuatı aynı düzlemde değerlendirdiğimizde TTK’nın “aksine hüküm” istisnasının HMK 4 olarak görülebileceği ve bu nedenle ticari nitelikteki kira uyuşmazlıklarına sulh hukuk mahkemelerinin bakabileceği yorumunu yapmak mümkün olacaktır. Ancak ifade edilen karşıt görüşlerin de gerekçelendirmeleri itibariyle tutarlı ve yerinde olduğu göz ardı edilmemeli ve hiçbir tereddüde yer bırakmamak adına “tüm” kira uyuşmazlıkları bakımından yeni ve özel bir düzenleme yapılması ve özel bir kanun ile kira uyuşmazlıklarına özgülenmiş ihtisas mahkemeleri kurulması gerekliliği de neticeten ifade edilmelidir.

 

Av. Gamze Nur Şan

 

Kaynakça:

 

1. ATALI, Murat/ ERMENEK, İbrahim/ ERDOĞAN, Ersin: “Medenî Usûl Hukuku” Ankara 2021, Yetkin, 4. Bası, s. 139.

2. A.g.e. ATALI, ERMENEK, ERDOĞAN, s. 24.

3. Derhal uygulanma ilkesinin istisnası olarak tamamlanmış usul işlemleri ve intikal hükümleri sayılmaktadır. Detaylı bilgi için bkz. ATALI, Murat/ ERMENEK, İbrahim/ ERDOĞAN, Ersin, “Medenî Usûl Hukuku” Ankara 2021, Yetkin, 4. Bası, s. 25.

4. KULUÇLU, Erdal, “Türk Hukuk Sisteminde Normlar Hiyerarşisi ve Sayıştay Denetimine Etkileri” Sayıştay Dergisi, Sayı 71, s.8

5. ASLAN, Mehmet, “Ticaret Şirketlerinin Birleşme, Bölünme ve Tür Değiştirmelerine İlişkin Hükümlerin Normlar Hiyerarşisi Bakımından Değerlendirilmesi” İzmir Barosu Dergisi, Nisan 2023, s.32.

6. a.g.e. KULUÇLU, Erdal, s.8.

7. TUĞ Mehmet Arif, “Kira Sözleşmelerinden Kaynaklanan Ticari Davalarda Görevli Mahkeme”, SÜHFD., C. 29, S. 3, 2021, s.1905.

8. a.g.e. TUĞ Mehmet Arif, s.1911.

9. a.g.e. TUĞ Mehmet Arif, s.1915.

10. a.g.e. TUĞ Mehmet Arif, s. 1916.

11. KILINÇ, Ayşe, “Güncel Yargı Kararları Işığında Ticari Dava Niteliğindeki Kira Sözleşmesi ile İlgili Uyuşmazlıklarda Görevli Mahkemenin Belirlenmesi Üzerine Bir Değerlendirme”, REGESTA, Cilt:8, Sayı:1, 2023, s.39-40.

12. a.g.e. KILINÇ, Ayşe, s. 46.

MAKALEYİ PAYLAŞIN
MAKALEYİ YAZDIRIN