Vade farkı, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 27/06/2003 tarihli kararında “özellikle tacirler arasındaki ilişkilerde, süresinde ödenmeyen mal ve hizmet bedeli dolayısıyla, alıcının faiz dışında ödemek zorunda kaldığı ve sözlü akdin inikadı sırasında taraflarca kararlaştırılmış ek bir miktar” şeklinde tanımlanmıştır. Başka bir ifadeyle tanımlamak gerekirse vade farkı, herhangi temerrüt faizinden farklı bir niteliğe sahip olmakla beraber, vadesinde ödenmeyen borca ödenmeyen borcun oransal oranında eklenen ek bir külfettir.
Vade farkı ile temerrüt faizinin niteliği zamanında ödememeden kaynaklanan zararın telafisi olsa da ikisi arasında muaccel olma tarihleri ve oluşma koşulları arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Temerrüt faizi, borçlunun temerrüde düştüğü veya düşürüldüğü tarihten itibaren kanun gereği işler ve talep edilebilmesi için sözleşmede buna ilişkin bir kayıt bulunması gerekmemektedir. Bu noktada açıklanması gereken diğer bir husus da borcun vadesinde ödenmemesinin her olayda temerrüt sonucunu doğurmamasıdır. Borçlunun temerrüde düşme tarihi, ilgili yasalar ve sözleşme gereğince her somut olayın özelinde incelenmesi gereken bir husustur.
Vade farkı ise borcun vadesinde ödenmediği tarihten itibaren başlamaktadır. Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre vade farkı, mal bedelinin geç ödenmesi nedeniyle borçluya tanınan vade nedeniyle satış bedeline yapılan ilave olup, vade farkı ile birlikte satış bedeli oluşmaktadır. Vade farkı alınmadan mal bedelinin tamamen ödendiğinin kabul edilemeyeceği benimsenmektedir.[1] Yani bir ticari ilişkide, ilişki konusu mal alım satımı ise borcun vadesinde ödenmediği ihtimalinde ve vade farkının istenebileceği bir olayda vade farkı ile ilk kararlaştırılan bedelin toplamı ticari ilişki konusu malın değeri haline gelecektir.
Bilindiği üzere, 3095 sayılı Kanun’un 3. maddesi gereğince kanuni faize veya temerrüt faizine faiz işletilmesi mümkün değildir. Yazımız konusu açısından izah edildiği gibi, vade farkı hukuki niteliği itibariyle temerrüt faizinden farklı olduğu için vade farkı eklenmiş ticari bir alacak açısından temerrüt tarihi itibariyle işleyen faiz, vade farkı için de işleyecektir. Burada dikkat edilmesi gereken husus temerrüt faizi talep edildiği takdirde bu tarihten itibaren vade farkının istenemeyeceğidir. Bu noktada belirtmek gerekir ki doktrinde vade farkının temerrüt faizi niteliğinde olduğu yönünde ve vade farkı ile beraber bileşik faiz yasağının aşıldığı yönünde görüşler de mevcuttur.[2]
Vade farkı, başta sözleşme ilişkisi kurulurken ya da daha sonradan tarafların ortak iradeleri ile kararlaştırılabileceği gibi var olan ticari teamüller sonucu da ortaya çıkabilir. Vade farkının talep edilebilmesi için;
- taraflar arasında bir fatura verilmesini gerektiren bir ilişki bulunmalı,
- bu ticari ilişkiye konu bedelin peşin veya belli bir tarihte ödenmesi kararlaştırılmış olmalı,
- bedel vadesinde ödenmemiş olmalı,
- vade farkının alınacağına dair sözleşmede açık hüküm bulunmalı veya vade farkı uygulaması, taraflar arasında sürekli uygulanan teamül haline gelmiş olmalıdır.
Yargıtay yerleşik uygulaması ve hukuk daireleri arasındaki görüş birliği, vade farkının talep edilebilmesi için yazılı bir sözleşmede kayıtlı olması veya taraflar arasındaki bu doğrultuda oluşmuş bir teamülün bulunması gerektiği yönündedir. Bu iki durum dışında ise vade farkının talep edilebilmesi mümkün değildir.
Sözleşmede veya taraflar arasındaki teamülde vade farkına ilişkin anlaşma yoksa dahi uygulamada tebliğ edilen bazı faturalarda “gecikme halinde vade farkı alınır” şerhi bulunmakta veya içeriğinin sadece vade farkı olduğu faturalar düzenlenmektedir.
Türk Ticaret Kanunu’nun 21. maddesinin son fıkrası “Telefonla, telgrafla, herhangi bir iletişim veya bilişim aracıyla veya diğer bir teknik araçla ya da sözlü olarak kurulan sözleşmelerle yapılan açıklamaların içeriğini doğrulayan bir yazıyı alan kişi, bunu aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde itirazda bulunmamışsa, söz konusu teyit mektubunun yapılan sözleşmeye veya açıklamalara uygun olduğunu kabul etmiş sayılır” düzenlemesini içermekte olduğundan vade farkının istenemeyeceği bir durumda, vade farkı faturasını veya ödenmediği takdirde vade farkı ödenmesi gerektiğine ilişkin bir şerh bulunan faturayı tebliğ alan kişinin bu faturaya sekiz gün içerisinde itiraz etmemesi durumunda vade farkını ödemekle yükümlü olup olmayacağına dair çeşitli görüşler bulunmaktayken Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu 27/06/2003 tarihli kararı ile “taraflar arasında yazılı şekilde yapılmamış olmakla birlikte geçerli sözleşme ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda faturalara (bedelin belli bir sürede ödenmemesi halinde vade farkı ödenir) ibaresinin yazılarak karşı tarafa tebliği ve karşı tarafça TTK.nun 23/2. maddesi uyarınca sekiz gün içinde itiraz edilmemesi halinde bu durum sadece fatura kapsamının kesinleşmesi sonucunu doğurup vade farkının diğer tarafça kabul edildiği ve istenebileceği anlamına gelmeyeceği” yönünde birleştirilmesine karar vermiştir.[3]
TTK’nın 21/2. maddesine göre süresinde itiraz edilmeyen faturalarda kabul edilen içerik, fatura bedeli, malın veya hizmetin türü, malın miktarı, hizmetin bedeli gibi hususlardır; vade farkı ise TTK’ya göre sözleşmenin zorunlu içeriğinden değildir. Yukarıda belirtilen İçtihadı Birleştirme kararı, vade farkına ilişkin faturaya itiraz edilmediği takdirde bunun kabul edilmesi, taraflar arasında sözleşmede belirlenmeyen veya teamül olmayan bir hususun sadece itiraz edilmediği nedeniyle itiraz etmeyen açısından ağır bir sonuç doğuracak olması, faturanın sözleşme olmaması ve itiraz edilmemesinin faturayı taraflar arasında bağlayıcı bir sözleşme haline getirmeyeceği nedenleriyle yerindedir.
Av. Furkan Duru